‘’Vo[d]ka’’
Votka; köken olarak bir Rus içkisi olup (keşif olarak Polonya’da bir evin ambarında her tesadüfün her hikayeyi mükemmelleştirdiği gibi bulunmuş olsa da sıfatı 17.100.000 km² ile dünyanın en büyük yüz ölçümüne sahip olan Rusya Novaya -Ayı- larına kalmıştır ) iki kez rektifiye edilmiş, ıhlamur kömürü veya aktif kömürden süzülüp kokusu alınarak içilecek dereceye sulandırılmış çok saf bir hububat veya patates ispirtosudur.
Votkanın ham maddesi arpa, buğday, çavdar ve patatestir.
Votka çok saf bir ispirto olduğundan içerisinde hemen hemen su ve alkolden başka madde bulunmaz, kokusu yoktur, renksizdir.
Öpüşmeden veya daha da kötüsü herhangi bir fenalık yapmadan önce içilen son şeydir.
İnsan; beyin, kalp,kaslar, kan ama daha çok binlerce düşünce ve huzursuzluktan oluşur.
Ve.
Her an bir kötülük yapmaya gebedir. Arkadan, sizi hafifçe ittirmesi yeterli olur.
Yıl yanlış hatırlamıyorsam 2010, Yaz zamanı. Yanlış hatırlamıyorsam diyorum çünkü içki promil sınırlarını açtığım için, size bu hikayeyi istediğim gibi kurgulayıp anlatabilirim. Veya tam anlamıyla gerçeklikleriyle anlatabilirim ki bu inanın bana daha da kötü olur. Çünkü gerçek, kurgudan bile gariptir.
Kıbrıs, Girne’de bir oteldeyiz. Her zaman gittiğimiz bir oteldeyiz. Artık daimi müşterileri olduk oranın. Her sene, her 3 ayda bir oradayız. Oranın ufak çapta kralları gibiyiz artık.
Gündüzleri sıcak, geceleri daha da sıcak. H.D.S (Her şey dahil sömürücüler)’cilerin olduğu bir otel burası. Biz de bunlardanız. Bundan dolayı da resmen rakıyı şaraba katarak içiyoruz. Hayvanlar gibi yemek yiyoruz kilo alıyoruz ve kendimize yeminler, sözler veriyoruz; memlekete dönünce Pazartesi spora başlayacağım diye. Ama Pazartesi verilen her sözün Salı günü unutulduğunu bile unutuyoruz çünkü, sürekli ama sürekli içiyoruz.
Havuzda olduğumuzu hatırlıyorum hayal meyal, Yengeç Bey’le birlikte. Havuzun içinde, elimizde biralarla takılıyoruz. Bedava diye köpekler gibi içiyoruz. 16 yaşından küçüklere, günahsızlara, vermiyorlar bu zıkkımı ama bizim yaşımız daha yaşlı diye aldıkça alıyoruz.
Taş, kağıt, makas yapıyoruz, kaybeden gidip yeni içkilerimizi bize getiriyor. Maksat içki içmek olsun zaten oyun bulunur. Mazeret bulunur. Bela da cefa da bulunur. O kadar çok içiyoruz ki küçük dilimiz artık içilen likitleri damağımıza doğru yollamaktan şişti.
Sırf bundan dolayı sımsıcak yaz günü bile boğazımı ağrır oldu. Yengeç Bey sesleniyor havuz içinden;
- Abi çok ortalara gitme içkilisin, batarsın, su yutarsın anlamazsın valla boğulduğunu. Boğulmak filmlerdeki gibi bağara çağıra olmuyor, çat diye hafif hafif dibe batıyorsun kimse anlamıyor bile!
Yine her zaman ki gibi çok korumacı. İnsan içkiliyken kendi içindeki gerçek kendini daha çok belli ediyor. Bundan dolayı sarhoşlar unutmak için değil, anılarını daha da canlı hatırlayıp, onları tutmak, yakalamak için içerler. Bu durum katil birinin öldürdüğü kişiyi tekrardan ve tekrardan görmek istemesi gibidir.
- Tamam abi.
Deyip elimde leş gibi ısınmış biramla havuzun ortalarına doğru seyirediyorum. Ve ona hak veriyorum. Çünkü hakkikaten de su yutarak ufak bir taka gibi batıyorum. Su alıyorum.
Gözlerimi açtığımda, bıyıklı biriyle öpüşürken buluyorum kendimi. Ve sularımı dışarı fışkırtıyorum. Son onda kıl payı bok yoluna gitmekten kurtuluyoruz bıyıklı can kurtaran herif sayesinde. Adamın nefesi bile ispirto kokuyor gibi geliyor ama sağolsun yaşam öpücüğü iyi geliyor.
- Abi hadi içelim devam!
- Oğlum ölümden döndün lan?!
- İşte. Ölmedik ya.
İçiyoruz.
Yemek yiyoruz.
İçiyoruz.
Sonra yine içiyoruz.
Çok içtiğimiz için sıkıldık ondan başka bir aktivite için yine içeceğiz ama birazdan.
Havuz sefamızı tamamladık, ölümü alt ettik, şimdi biraz da akşam denizine inelim. Kumlar halen sıcak ama ayaklarımızı yakmıyor, ya da yakıyor da beynimiz artık uyuştuğu için bunu anlamıyoruz.
Denize giderken koştur koştur, ufak bir velet yanımıza geliyor. Mavi bir mayosu var, beyaz peynir gibi, belli ki daha bugün muhteşem tatilinin ilk günü, sapsarı ve kıvırcık saçları var. Memeleri bile nokta gibi ufacık. Tam bir afacan.
- Ağabeyyyyyyy!
- Ne?
- İyi misiniz?
- İdare. Sen nasılsın?
- Sen havuzda boğulan ağabey misin?
Ünlü oldum. Şöhretin iyisi kötüsü olmaz. Kötüsü hatta daha bile iyidir. Serseri Ronaldo’nun Messi’den daha çok sevilmesi nedeni de tam olarak budur. Ya da Erol Taş’ın Kartal Tibet’ten.
- Evet o benim. Öldüm ve yeniden doğdum. Bu benim kanım, alkolden, bu benim etim acılı rakı mezesi ezmeden..
- Ağabey anlamadım. Bir şey isteyebilir miyim senden?
Yengeç Bey çoktan denizde. Sağ olsun arkasına bile bakmamış. Havuzda beni uyaran arkadaş şu anda denizde sırt üstü yatarak gökyüzündeki maviliklere dalmış. Onunda kafayı iyi. Saygımız var.
- İste.
Ayaklarım yanıyor bu arada. O kadar çok sıcakta kaldım ki ayak altlarımın kırmızı olduğunu gördüm. Ama beyin uyuşuk olduğunu için pekala dayanıyoruz.
- Benim yaşım tutmuyor. Bana içki alır mısın? Tadını çok merak ediyorum.
- Sen kaç yaşındasın ki?
- 9.
- Ailen yok mu senin?
- Alacak mısın ağabey?
- Yok olmaz.
- Ağabey lütfeennn! Azıcık tadacam sadece.
- Lan hayır! Bas git. Hadi hadi. hadiiiöğğğkkkkk!!
Kumsalda tangalı kadınlar, kaslı güneş gözlüklü erkeklerin içinde muhtemelen sıcağında etkisiyle kusuyorum.
Size yukarı da dediğim gibi kötü şöhret daha iyidir.
Kumla kusmuklarımı kapatıp Afacan’ı da postaladıktan sonra denize Yengeç Bey’in yanına uzanıyorum. Yengeç Bey uyuyor gibi. Yeteri kadar içki içerseniz su üstünde bile batmadan uyuyabilirsiniz.
- Kustum ben.
- Ha?
- Akşam ne yapacağız?
- Bilmem ki. Diskotek’de takılırız?
- Otelinkin de değil mi?
- Aynen. Burada piyasa var gibi geldi bana. Gözlemledim.
- Olur.
İşte o huzurlu anda akıma muhteşem bir fikir geliyor. Fatih Sultan Mehmet’in gemileri karadan ilerletmesi ve fetihi gerçekleştirmesi gibi;
- ABİİ! bir fikrim var. Uyan uyan!
Yatak olarak kullandığımız masmavi deniz bir anda beton haline geliyor ve yüz üstü denize düşüyoruz.
Sonra hemen batmadan çıkıyoruz çünkü bir daha bıyıklı adamlarla öpüşme niyetinde değilim. Yengeç Bey’inde bunu tatmasına gerek yok bence.
- Ne be?
- Abi akşam göreceksin. Yemek servisi 22;00 de bitiyor. Ondan sonra garsonlardan bir şey rica edeceğiz.
- Abi ne?
- Çok heyecanlı! Akşam uygulamalı anlatacağım sana. Hadi bunu kutlayalım.
Evet, tahmin ettiğiniz gibi, yine içiyoruz.
Akşam, geceye yüz tuttuğunda biz odamızda hazırlanıyoruz. Bu bizim tatilimizin kaçıncı günü emin değilim. Kaç gün sonra döneceğimizi de bilmiyorum henüz. Bunlar detay. Şimdi ana konuya gelelim. Beyaz gömlek, şekerli Tommy parfüm, siyah pantolon. Yengeç Bey ise; Siyah gömlek, baharatlı Hugo Boss parfüm, beyaz pantolon.
Aynada sarılarak birbirimize bakıyoruz. Ve diğer elimizdeki parfümler sanki ortamızdan bir döngüsel şerit geçiriyormuş gibi çiğ duruyor. siyahla, beyazı — beyazla siyahı ayırıyor ve birbirlerine karıştırıyor.
Her kötülüğün içindeki iyilik, her iyiliğin içindeki kötülük gibi oluyoruz.
Hem ne istediğimizi sonuna kadar biliyoruz; hem de hiç bilmiyoruz.
Bunu umursamıyoruz.
Birbirimizin de üstünü başını düzeltip, dişleri fırçaladıktan sonra yemeğe inebiliriz artık.
Bayadır içmedik. Yaklaşık 3 saattir kadar. Ve bundan dolayı da ayılmaya başladık. Güzel kızlar çirkin, çirkin erkeklerde daha da çirkin gelmeye başladı gözümüze. Ondan zaman geliyor. Kanımız kaynıyor. Biran önce zehirimizi almamız lazım.
Az yemek yiyoruz çünkü amacımız bu değil. Harika planımdan bahsetme vaktim geldi. İkimizde çok az konuştuk, sebebi ise benim planımı henüz bahsetmediğim için ortam gergin.
- Ortaya envayi çeşit çikolata ve şekerleme. Kavun, karpuz gibi kana çabucak karışabilen diğer ürünler. Votka. Bolca votka. Şöyle ki; 4–5 bardak meyve suyu bardağında votka+vişne. Ve bunları bir kamış (bugünün efendi pipeti) yardımıyla kana daha da çabuk karışması için nefes almadan çekerek bitireceğiz, ve sonrasında diğer bardaklara geçeceğiz. Nasıl?
- Dahice. Buna bir isim koyalım.
- Ne olsun?
- (D)amıtma.
Garson Budak’a istediklerimizi aynen harfi harfine söyledik. 22;00'den sonra mutfak kapanıyor abi falan filan bir şeyler dedi ama cebine o günün parası ile 50,00 TL sıkıştırınca mutfak açık kaldı.
Masamız öyle güzel ki. Dokunmaya kıyılmayacak cinsten. Ortada Madlen siyah-bitter,beyaz ve sütlü çikolatalar var. Kavun, karpuz tam mevsimlik daha suları üzerinde. Veee mis gibi Votkalarımız. Vişne suyu henüz dalından koparılmış gibi.
Başlamadan önce yutkunmamıza engel olamıyoruz. Başlamaya hazırız.
Ve böyle yeni şeylere başlamaya hiç bir zaman tam olarak hazır olamazsınız. Bundan dolayı kendi aramızda salakça şakalar yapıyoruz. Zevki erteliyoruz ki sahip olduğumuzda daha çok keyif alabilelim diye.
O sırada (personeller için servisler de tam bu yemekhanenin oradan kalkıyor) pos bıyıklı hayatımı kurtaran can kurtaranın servis beklediğini görüyorum. Göz göze denk geliyoruz. Sonuçta öpüştüğüm ilk erkek teknik olarak. Ona bir kafa selamı veriyorum. Bu bir işaret. Ölsek de ölmesek te başlamamız gerekiyor artık. O da bana selam veriyor ve sanırım yapmayın gibi kafasını sağa sola sallıyor ya da bana öyle geliyor.
Başlıyoruz.
Alkolun o kana girdiği ve sıcaklığın boğazlara dolduğu ilk an. İlk defa birini öptüğünüzde ki o hissedilen ılık ıslaklık gibi, en sevdiğiniz yemeğin kokusunu burnuna çektiğiniz gibi, güneşin batışı-doğuşundaki varoluşsal kimlik karmaşasındaki his gibi, aşk gibi, sevda gibi, baklavanın şerbetinin akması gibi, biraz ölüm, biraz yaşam gibi, duş alırken kendi kendinize vokal verdiğiniz o an gibi, daha bu gün gibi.. tam da bu an gibi. Ne öncesi olan, ne de sonrası bilinen süprizlerle dolu bu an gibi. Boğulurken kurtulmak sonra da tekrardan kaşınmak gibi. Şu an gibi. Tam da şu an.
5 Votka ki artık bundan sonra, Vo(d)amıtma)ka olarak anılacak, sadece 12 dakika da bitiriliyor. Siz buna şahit olamasınız bile Garson Burak şahit ve şaşkın. Masadaki her şey bitti. Biz henüz yeni sevişmiş acemiler gibi ne yaptığımızı anlamaya çalışıyoruz. Evet, alkol kanımızda ama duruyoruz. Şişede durduğu gibi öylesine duruyoruz. Ayağa kalkınca herhalde ayaklarımıza kadar bizi etkileyecek bu zıkkım diye, birbirimizle konuşmasak da bunu biliyoruz.
Masadan tam kalkarken bu gün ki sahilin orada gördüğüm Afacan masaıma geliyor. Çocuk resmen alkolun kokusunu alıyor. Millerce öteden.
- Ağabeyy o ne?
- Vodka.
- İçebilir miyim?
- Oğlum senin annen baban yok mu onlara söyle onlar içirtsin sana.
- Bu saatte burda içki servisi yok ki. Sizi şikayet ederim.
- Bak sen. Ulan bizi tehdit mi ediyorsun bacak kadar boyunla. Hadi siktir.
Tam kalkarken Garson Budak’a bir 50 TL daha sıkıştırıyoruz gönlümüzden koptuğu gibi. Ufak şeytan bunu görüyor. Ve sanırım nasıl sistemi bozduğumuzu anlayarak bir 5 yaş daha büyüyor o anda, vücut olarak değil belki ama kafa olarak.
Ve biz.. ayağa kalkar kalkmaz bir terazinin ivmesi gibi, bütün alkol mideden ayak baş parmaklara kadar iniyor. Muhteşem. İnanılmaz bir sıcaklık bu. Koşturmaya başlıyoruz Yengeç Bey’le. Bu enerjiyi, bu ölümsüzlüğü üzerimizden atmamız gerek! Bir şekilde.. Ya Ying, ya da Yang olarak.
Diskotek’deyiz. Saat 23;30 civarı. Temiz saat. Çekingen bir millet olduğumuz için kimse dans falan etmiyor. Herkes duruyor. Durduğu yerde. Biz sahneye pike üstadı Yalı Çapkını gibi bir atlayış yapıyoruz. Çalan şarkı;
’Cause day and night
The lonely stoner seems to free his mind at night
He’s all alone somethings will never change
The lonely loner seems to free his mind at night (at, at, at night)
At, at, at, at, at, at night
At, at, at, at, at, at night ‘
Sahnedeyiz. Hem de öyle böyle değil. Şarkının da dediği gibi gündüz, gece. Ying-Yang. Öyle bir sahne performansı var ki. Bu kadar büyük bir enerji yaydığımız için bizden daha fazla şebek olamayacağı için insanlar onlarda yavaş yavaş sahneye gelmeye başlıyorlar. Deliler gibi dans ediyoruz, ya da ettiğimizi düşünüyoruz. Yengeç Bey at gibi yerde dururken, ben onun üstüne çıkıp onu sürüyorum. Kamçılıyorum onu. Ve beğendiğimiz bir kıza onu kayışlarından kavrayarak sürüyorum.
- İşte bebeğim! Beyaz atlı prensin geldi. Gel prenses yapayım seni.Kendi ülkemde. İstanbul, Bostancı da.
- Fuck you!
Daha denizde çok balık var. Yengeç Bey’i sürdükçe sürüyorum.
- Gel ey güzellik. Gel tahtımdaki en nadide gülüm ol. Solmayan.
- Aahahahahahaha. Adın ne senin?
- Emilio.
- Atının adı ne?
- Yengeç Bey.
Yengeç Bey sanki at lafına bozulmuşcasına ayağa şahlanıyor ve bir kovboy gibi ipini bana sallıyor. Beni bu görünmeyen iple bağlıyor. Ve bir balık tutmuş edasıyla beni kendine çekiyor. Çok pis kolumu ısırıyor. Denizden babam çıksa yerim diyor. Canımı yakıyor ama önemli değil.
- Allahhhh!!!! Neden bilmiyorum ama bu hayatı seviyorum. Seviyorum!!
Etrafımız insan dolu. Kızları, erkekleri veya başka benzeri şeyleri seçemiyorum. 5 duyu organımda azalmaya başlıyor. Konuşurken insanların nefeslerinin kokusunu alamadığımı fark ediyorum. Onlar bana dokunuyor ama hissedemiyorum. Görüş erimim en az seviyede. Sadece yeni bir yeteneğimi keşfediyorum o da baktığım her şey suretler gibi önüme geliyor. Başım dönüyor aslında. Duyamıyorum. Çalan şarkı sanırım Serdar Ortaç’tan;
‘Binlerce dansöz var, ölene kadar aşık olamazsınnnn. …… senin bir kalbin var’
Kızlardan biri ağzıma küp şeker veriyor ama dilim tadı alsa da ben alamıyorum. Şeker için teşekkürler diyorum. Rica ederim yakışıklı diyor.
Dans, dans, ve dans. Ben bir ara düşüyorum ama kalkıyorum sonra. Ayağım ağrıyor. Hissediyorum. Biriyle öpüştük biraz önce. İsmi Tetra’ymış. O kız aklımda kalıyor. Bir gün onu bu otel de veya başka bir yerde bulacağıma söz veriyorum.
Yengeç Bey’de uzaklarda bir yerlerde krallık kurmuş kendine. ilginç bir kültür karmasıyla dans ediyor. Elelamin şapkasını alıp kendine takıyor. Cinsel organına götürüyor.
Havaya bakıp dinlemem gerek diyorum. Ve havuz başına doğru birazcık dinlemeye çekilmeye karar veriyorum. Muhtemelen nemli ve ıslak olan şezlonglara.
Son bir kez tepeden Diskotek’e bakıyorum. Cehennem zebanileri gibi gözüküyor herkes. Muhtemelen ayık kafayla birbirlerinin yüzlerine bile bakmayacak, hatırlamayacak insanlar birbirlerinin kucaklarındalar. Öpüşüyorlar. Kusuyorlar. Denize işeyenleri görüyorum tepeden. Garsonlara kötü davrananları duyabiliyorum. D.J, Can kurtaranla kabinde takılıyor. Herif eve gidip, üstünü değiştirip yine gelmiş. Herkesin elinde içkisi var. Ölene kadar içip, dirilip, sonra tekrar içecekler. Hazır onları orada kurtarmayı bekleyen biri de var zaten. Beni de kurtardığı gibi.
Havuzdaki buz gibi şezlonga kendimi bok çuvalı gibi bırakıyorum. Acayip başım dönüyor. Havuza giresim var. Nefesim hızlanmış. Burnum tıkalı. Boğazımda salyalı bir tat var. Kim bilir kimden kaldı. Çok çişim geldi ve dayanamayıp havuza işemeyi düşünüyorum. Normalde alkolsüz olsam sabah ayık kafayla bile yapmayacağım şeyi, çok fazla düşünmeden yaptığımı farkediyorum. Şırıl şırıl havuza işiyorum. Göremesem de o kısım sarı eminim. Sonra birden şiddetvari bir duygu oluyor içimde, ve bir şezlonglu ayağımla parçalayıp havuza atıyorum. Al işte yavşak diyorum. Herkes içindeki binlerce düşüncesini ve huzursuzluklarını dışarı atıyor. Benimki de cansız nesnelermiş sanırım gibi gözüküyor.
Kendimden soyunup havuza giriyorum. Baya donla. Şanlı mavi top desenli donumla.
Havuzda yüzüyorum. Yengeç Bey’in dediği gibi havuzun orta kısımlarına gelmemeye çalışıyorum. Boğulursam eğer Can Kurtaran D.J ile koklaştığı için boğulur giderim diye düşünüyorum.
Buna gülüyorum.
Ancak bir kulaç daha attığımda bir el elime çarpıyor. İrkiliyorum.
Bu ince bir el. Bir kadın eli olsa gerek. Bir kadın yüz üstü havuzda yatıyor. Havuzun o kısmı siyahi bir kan lekesine bürünmüş. İçinden bağırsakları havuzun 2,10'luk derin kısmında duruyor. Kadın gebermiş. Kurtaran da olmamış onu belli ki. Yüzünü kendime çeviriyorum. Gözleri oyulmuş. Ve karnı size de dediğim gibi, yarılmış.
Yeni çağımızın bir Karındeşen Jack’inin olması, hemde bunun 1,500 kişilik bir otelde olması hakikaten herkes için şahane oldu diyerek gülmekten kendimi alıkoyamıyorum. 5 duyu organım hafif hafif yerine gelmeye başladı. Ya uyumak lazım, ya da daha fazla içmek.
Sabah kendi kusmuğumun içine uyanmış olarak buluyorum kendimi. Yengeç Bey’in nefesi ensemde.
- Oğlum kalk lan. Gidelim. Sanırım katil var otelde.
- Günaydın. Ne katili? Otelde katil mi olurmuş?
- Abi ceset bulmuşlar dün. Denizde karaya vurmuş.
- Hımm. Havuzda birisini gördüm sanırım ama. Kadındı o ya.
- Abi bu erkek.
Cesetlerle dolu bir otel. Sanırım artık ne zaman dönmemiz gerektiğini iyice düşünmemizin zamanı geldi.
Otel polislerle dolu. Herkesi sorguya çekiyorlar. Sıra bize de gelecek. Ağlayan insanlar var. Ama otelin patronundan inanın ki daha mutsuzu olamaz. Belki de vardır ama. Çünkü dediğim gibi kötü şöhret de yeteri kadar iyidir. Belki de bu oteli artık hayaletli otel projesine çevirebilir. Ben olsam bunu denerdim.
Sıra bize gelene kadar bir şeyler yiyoruz. Herkes katil olabileceği için, gerginiz. Gerginler, çünkü biz de katil olabiliriz bu süreçte. Hatırlamıyorum ki. Belki de kadını ben deştim, erkeği de Yengeç Bey. Ne bileyim! İçkiliydim hatırlamıyorum desem yırtar mıydık? Bir katil olmadığımız kalmıştı zaten.
Tavuklu pidelerimizi ayran eşliğinde yerken, Afacan yine geliyor.
- Nasılsınız?
- İdare. Çok ortalıkta dolaşma. Katil var. Keser valla çükünü.
- Kesemez. Sizlerle vedalaşma geldim. Teşekkür ederim.
- Ne için?
Velet arkasına dönerek usulca uzaklaşıyor. Kafamız ayık olmadığından dikkatimi çekmemişti ama iki ayak bileğindeki yuvarlak dövmemsi şeyler gözüme çarpıyor. İki ayağında ayrı iki tane yuvarlar. Birisin içi boş diğerinin de dolu.
Garson Budak ifadesini verirken ağlıyor. Vermemeliydim diyor. Ona o kadar içki vermemeliydim diyor. Allah’ım beni affet diyor. Diyor da diyor. En son ağlamaktan polisin huzur dolu kucağına bayılıyor.
Yanına gidiyoruz.
- Memur Bey Selam. Nedir durum?
- Soruları biz sorarız. Gelin.
- Budak’ı tanırız. Bir şey mi var?
- Çok şey var.
Garson Budak, bizden sonra Afacan’a içki vermiş. Afacan ona 100 TL mi ne vermiş bunun karşılığında. Bu taktiği bizden öğrendi. Damıtma operasyonu..
Votka’nın Vodka ya döndüğü an gibi insan da hayvana dönüşebiliyordu.
İtiraflar gelmiş peşi sıra. Çocuk içmiş de içmiş. O ufacık midesi, kalbi karanlık alkol le dolmuş. Sonra Garson Budak’a bir şeyler itiraf etmiş, minik ağzından.
Annem babam alkolik demiş. İçip içip benim istemediğim şeyler yaptırıyorlar bana Garson Budak abi demiş. Budak’da duygusal çocuk, bir 50 TL daha karşılığında çocuğa çatal-bıçak vermiş. Çocukta teşekkür etmiş ve minik bir Türk karındeşen Jack’ dönüşmüş.
Annesini kesip biçip, havuza, babasının da cinsel uzvunu keserek, ve gözlerini de oyarak denize bırakmış. Onlar da kafalar bir dünya olduğu için saldırıyı anlamamışlar. Çocuk haklıymış Garson Budak’a göre.
Alkol herkes için her şeyi tasarlamış. T’ D’ye dönüşmüş. Afacan şeytana, biz ise ata, eşeğe.
Rezalet.
Afacanı buluyorlar. O da tavuklu pide yiyor. Bizden en görse yapıyor sağolsun. Herhalde karakola falan gidecekler ve belki de çocuk hapishanesinde yatıracaklar. Kötü bir hayat onu bekleyecek. Sicili baya baya bozuk olacak. Ona içki vererek vicdan azabı çekmediğim için mutluyum diyebilirim. Polisler nazikçe koluna giriyor. Yanına gidiyorum, gözlerim yaşlı.
- Geçmiş olsun.
- Her iyiliğin içinde bir kötülük, her kötülüğün içinde bir iyilik vardır. Bileklerimde ki yuvarlar bu. Bunu merak ettiğini biliyorum. Babam birini annem birini çizmişti. Bıçakla. İzleri kaldı.
- Senin adın ne?
Adını duyamadan polisler hızlandı ve çocuk kaşla göz arasında kayboldu. İçkili değildim ama hiç bir şey hissedemeden olduğum yerde kala kalıyordum o anda. Dudaklarını okudum. İsmini anladım.
Uçakta dönüyoruz. Ölmeden, kalmadan dönmemiz iyi oldu. Belli olmaz bu işler bir dört kollu da taşırlar sizi. Çocuk bana niye içki vermedin lan diye bizi de çatal bıçakla oyar eder. Uğraşılmaz elin manyağıyla. Gerçi kendine göre de haklı tabii ama keşke şikayet edeymiş ya polise ailesini. Ama belkide korkutmuşlardır çocuğu. Nereden bileceksiniz ki bu işleri.
- Ne tatildi be.
- Sorma Yengeç Bey. Unutulmaz.
- Sen kimle konuşuyordun öyle tatlı tatlı uçağa binmeden gözümden kaçtı sanma.
- Tetra’yla. İyi bir kıza benziyor. Ama Ankara’da yaşıyor. Görüşeceğim onunla bir gün kısmetse.
- He iyimiş. Çocuğun adı neydi acaba?
- Sanırım duydum tam gider ayak. Yazgı gibi geldi ismi.
- Yazgı mı? Şey gibi mi..
Tam cümlesini bitiremeden seksi bir hostes yanımıza geliyor ve bize ne içmek istediğimizi nazikçe soruyor. Çeşitli içki çeşitleri de var. Bira, Votka, Vodka, Viski, minicik bir şarap.
İçki öyle bir şeydir ki ne kadar tövbe ederseniz edin, sizi yine kendine çeker.
Bundan dolayı kötülüklerin anasıdır.
Yazgınızı karartır kendisinin istediği şekilde yönlendirir, kafanızı bozar.
Kalbinizi karartır.
Azı da çoğu da zarardır.
Kana girdi mi, sizi çevirir.
Mini salamlı-kaşarlı sandiwiclerden alıyoruz.
- İçecek olarak ne alırsınız?
Diyor.
Ağzı öyle minik, rujlu ve dişleri düzgün ki. Kendimizi Vodka ve geriye kalan her minik içkiden bize hizmet et demekten alıkoymakta zorlanıyoruz.
Hiç mi akıllanmadık? Cesaretli ve haklı cinayetler bizim hoşumuza mı gitmeye başladı acaba?
Dostoyevski’nin dediği gibi; dünyanın en büyük vizdan azabı çeken adamı bile belli bir süreden sonra kendini haklı görmeye başlar.
Polonya’nın tesadüfüne, İskoçya’nın altın suyuna, Almanya’nın çiş getirenine ve fırçatcı Rusya’ya selam olsun.
İnsanın karmaşasına sıfat olsun.
(Vodka, viski ve şarapı aynı anda istiyoruz. Aptal minik sandiwici de al ve bize Madlen çukulata ile biraz kamış getir diyoruz)
Ağzımıdan ikimizinde aynı şey dökülüyor;
- Domates suyu lütfen.