Yankılandım da Duruldum
Daha önce yazdıklarımdan farklı bir konu ile karşınızdayım dostlar.
Neden banyoda ya da boş bir odada Pavarotti gibi soprano rolüne girmek veya şarkı mırıldanmak ya da koridorda garip sesler çıkartmak hoşumuza gider hiç düşündünüz mü? Bu yazıyı hazırlarken, “Acaba tekrar ve tekrar kendi sesimizi dinleyebildiğimiz için mi?” diye düşündüm. Böyle düşünmemin nedeni ise içinden çıkmak istemediğimiz ve bu yazının da konusu olan: “Yankı Odalarımız”
İngilizcesi “Echo Chambers” olan “Yankı Odaları” terimi, son 5 yılda sosyal medyanın hayatımıza etkisini artırması ile oldukça değişti. Eğer Google’ da bir arama yaparsanız muhtemelen karşılaşacağınız tüm konu başlıkları sosyal medyanın eko odaları oluşturmaya yardım ederek bizi nasıl kötü etkilediği olacaktır. Fakat ben biraz daha farklı açılardan incelemek istiyorum konuyu.
Öncelikle eko odaları tanımları arasında en beğendiğim ile başlayalım: “Bir veya birkaç konudaki yargıları arasında minimum fark olan ve bunlara farklı açılardan bakmak gibi bir isteği veya amacı olmayan topluluğun bir araya gelmesi.”
Genel olarak eko odalarını üç ana başlığa ayırmak mümkün: Sosyal hayattaki, sosyal medyadaki ve içimizdeki.
● Günlük hayatımızda, oluşturduğumuz kimliklerimize uygun şekilde davranmaya çalışırız. İşimizde, evimizde, arkadaşlarımız arasında ve hatta ailemiz arasında… Hepsinde farklı davranırız, fakat en çok kendimiz gibi davrandığımız anlar, en yakın hissettiğimiz insanlarla birlikte olduğumuz anlardır. Politika, damak zevki veya seyir zevki tartışacağımız zaman birlikte olmak istediğimiz insanlar bellidir. Sabahlara kadar aynı şeyleri konuşur, yargı dağıtır ve sonra da tatmin içinde ayrılabiliriz.
● Sosyal medyada, yorum yapmak daha kolaydır ancak hiçbir zaman gerçekten tatmin olmayız. Tamamen dijital kimliğimiz üzerinden sadece duymayı ve görmeyi istediğimiz içerikleri filtrelediğimiz bir akış belirler ve orada sonsuza kadar kalemi sivri, yargısı keskin yaşayabiliriz. Arada sırada bizimle ters düşecek birini ararız ve şanslıysak buluruz. O ana kadar edindiğimiz tüm bilgileri Zeus’ un şimşeklerini atması misali yollarız. Sonunda bir kez daha dünyayı cehaletten temizlemenin verdiği huşu ile bir sonraki misyonumuzu bekleriz.
● Son olarak kendi içimizde bunu yaşayabiliriz. Aslında yukarıdaki karikatürden de anlaşılacağı üzere yorum yapma konusunda en rahatı budur. Kendi eko odamızda tutsak olmak kadar çekici fakat bir o kadar da soyutlanmış başka bir durum yoktur diye düşünüyorum. Memnuniyetle sonsuz bir döngüde kalmak gibi…
Bu şekilde dile getirmem aslında negatifmiş gibi görünebilir ancak yukarıdaki üç başlığın da bir ortak yönü var: Güven. Okuduğum makalelerden birinde şöyle bir sonuca varılmış: Bir eko odasının oluşabilmesinin en önemli koşulu, güveneceğiniz insanlarla birlikte olduğunuza inanmanız. Ve şöyle devam ediyor bulgu: En çok tartışma da yine oluşan bu eko odasında çıkıyor. Çünkü insanların birbirine olan güveni ve vardıkları yargının yakınlığı, sonuca giden yolun sorgulanmasına olanak sağlıyormuş. Yani aslında eko odasında bulunmak o kadar da kötü bir şey değil.
Peki, eko odası ne zaman kötüleşiyor?
Tahammülsüzlük hakim ortamlarda ya da yargıların şekil üzerinden verildiği eko odalarında diyebiliriz. Yine yapılan araştırmalarda çeşitlilik(diversity) meydana getirebilecek kadar genişleyebilen tahammül ve tolerans sınırları yüksek eko odalarındaki öğrenme hızı ve kalitesinin, ortalama bir çevredekinden daha yüksek olduğu iddia ediliyor. Fakat tahammülün
düşük olduğu ya da tüm konuşmaların belli bir zümreye veya yaşayış tarzına özgü topluluklara yapıldığı eko odalarında bilgi körlüğü, gerçeklerden uzaklaşma ve komplo teorilerine inanma gibi yaklaşımlar gözlenmiş.
Bu gibi odalarda ise güvenin mantığın önüne koyulması nedeniyle: kandırılma, saadet zincirlerine katılma, çiftlik banka güvenme ya da en basitinden manipüle edilmiş bir veriyi doğru bir bilgi gibi paylaşma ihtimalimiz daha yüksek oluyor.
Eko odasında olduğumuzu nasıl anlarız?
Dışarıdan gelen her fikrin veya içeride paylaşılan her fikrin sonu, içinde bulunduğumuz grubun onayını alarak devam ediyorsa ve bunun tersine herkesin onayını alamayan fikirler hiç olmuyor ya da üzerinde tartışılmıyorsa, bir eko odasındasınız demektir. Bunu tespit etmek kolay ama asıl zor olan bunu yapacak farkındalığa sahip olmakta. Pek tabii bir ömür boyu
karikatürdeki gibi yaşamak mümkün:)
Eko odalarından çıkmanın anahtarı nedir?
Cevap basit: Bu günlerde fazla kullanılmayan fakat değeri önceki dönemlere göre daha da artmış olması gereken “sorgulamak” dostlar. Ama sorgularken güven kaybettirmeden, tahammül ederek ve herşeyin gerçekleşme ihtimaline önem vererek davranmak. Aynı ortamda bulunduğumuz kişilerin böyle davranıyor olduğuna güvenmek ve içtenlikle bunları yapmaya devam etmek.
Bu konuda aklıma gelen bir örneği paylaşmak istiyorum: World War Z isimli filmi izlediniz mi bilmiyorum ancak izleyenler hatırlar belki, Brad Pitt’ in karakteri İsrail’ e bir zombi salgınına karşı nasıl hazırlıklı olduklarını araştırmak üzere gider. Orada İsrail istihbaratına danışmanlık veren 10 isimden biri olan Mossad ajanı ile konuşur ve buna nasıl hazır olduklarını
sorar. Konuştuğu abi bu belki hatırlamanıza yardımcı olur:
Cevap 10. adam kuralıdır. Yom Kippur savaşı sonrası başvurulan bir yöntem. 10. adam kuralı şu şekilde işler: Bir istihbarat sonrası alınacak aksiyon üzerinde 10 kişilik kurulun 9 kişisi aynı fikirde olursa son kişi kararın tam tersine araştırma yapmak ve çözüm üretmek zorundadır. Bu şekilde zombi saldırısına direnilebilmiştir.
Film de olsa, beni bu yöntemde etkileyen: Mossad’ın Eko odasında olduklarını fark etmesi ve çözüm olarak diğer dokuz kişinin, onuncu kişiye tahammül ediyor ve hatta destekliyor olması. Biz gerçek hayatta böyle bir şey uygulayabilir miyiz?! Hatta eko odasında olduğumuzu fark edebiliyor muyuz?! İşte kendimize sormamız gereken iki önemli soru. Cevapları ise çıkış biletimiz.
Ve böylece yazının sonuna geliyoruz dostlar:
“Yankılandım da duruldum
Konuşmaktan yoruldum
Binlerce yorum duydum da
En sonunda kayboldum”
En içten sevgi ve saygılarımla
Atilla Kuruüzüm
Facebook | Twitter | Instagram | Slack | Kodcular | Editör | Sponsor