Yapay Et Üretimi İklim Krizine Çare Olabilir Mi?

Dr. Harun AKSAYA
Türkçe Yayın
Published in
4 min readFeb 22, 2022

Etin de yapayı olur mu? dediğinizi duyar gibiyim. Evet gerçekten oluyor. Hatta isteğinize göre yağlı, az yağlı, sert, yumuşak. Üstüne üstlük hormonsuz ve antibiyotiksiz.

Zannedilenin aksine endüstriyel hayvan yetiştiriciliği ve dolayısıyla et üretimi çevre için son derece zararlı. Bugün 1 kg dana eti üretebilmek için yaklaşık olarak 15.500 litre suya, 178 m2 alana ve yetiştirdiğiniz hayvanı kesim sürecine kadar hastalıklardan koruyabilmek için 150 mg antibiyotiğe ihtiyacınız var (Bknz: biftek.co). Bununla birlikte hayvanların saldığı metan gazı iklim değişikliği için son derece risk teşkil ediyor. Araştırmalar, dünyadaki sera gazı emisyonlarının en az yüzde 15'inin kaynağının endüstriyel hayvan yetiştiriciliği olduğunu gösteriyor. Bu oran, hava ve kara trafiğinin yol açtığı sera gazı emisyonundan daha yüksek.

İnsanoğlu daha çok et yemek için dünya tarihinde hiç görülmeyecek sayıda çiftlik hayvanı üretmekte. Dünya Ekonomik Forum’un (World Economic Forum) yayınladığı rapora göre çiftliklerdeki hayvanların sayısı insanların sayısından katbekat daha fazla. Çiftliklerde eşzamanlı yaklaşık 19 milyar tavuk, 1.5 milyar inek, 1 milyar koyun ve 1 milyar domuz yaşadığı tahmin ediliyor.

Yanlış anlaşılmamak adına şunun altını çizmek istiyorum. Eleştirim büyük şirketlerin yapmış olduğu endüstriyel et üretimine. Yoksa bireysel olarak, yerel ölçekte, insanların kendi et ve süt ihtiyacını karşılamak için yapılan besi faaliyetlerinin desteklenmesi ve hatta teşvik edilmesi taraftarıyım. Çünkü bu senaryo tarımsal üretim ile de desteklenirse, tarlada ürettiğiniz kendi ürününüz ile besicilik yapabilir, ortaya çıkan hayvan gübresi ile tarımsal üretiminizi güçlendirebilirsiniz. Yani kendi kendine besleyen bir süreç oluşturabilirsiniz.

Endüstriyel üretim beraberinde ciddi bir lojistik desteği gerektiriyor. Hayvanları besleyebilmek için dünyanın dört bir yanından yem ve tarımsal ürünlerin besicilik yapılan alanlara taşınması gerekiyor. Buda beraberinde kamyon, tır, gemi gibi araçlarının yakıt yakması ve karbondioksit gazı üretmesi demek. Aynı şekilde üretilen etinde işlenip paketlemesi ve tüketiciye ulaşması için de benzer bir operasyon gerekiyor. Bu tür faaliyetler çok verimsiz olmakla birlikte biz insanoğlunun karbon ayak izini ciddi anlamda artırıyor. İşte bu noktada yerel ölçekte üretim faaliyetleri çok daha az karbon ayak izine sahip olduğundan daha masum gözüküyor.

Bugün (Şubat 2022) itibari ile Antalya’dan İstanbul’a sebze yüklü bir kamyonun geliş maliyeti akaryakıt ve yol masrafları ile birlikte 8–12 bin TL civarında. O kamyonun yol boyunca yıpranan lastik ve parçaları, yıprattığı yolu da hesaba katarsak çok daha büyük maliyetler oluşturduğunu görürüz. Resmi rakamlara göre 16 milyonluk bu koca şehri besleyebilmek için ülkenin dört bir yanından kamyon ve tırlar hiç durmadan sefer yapıyor. Bu durum ekonomik ve sürdürülebilir değil.

Dünya üzerinde üretilen mısırın yüzde 80'i, yulafın ise yüzde 95'i hayvan yemi olarak kullanılıyor. Tüm dünyadaki çiftlik hayvanları yaklaşık 8.7 milyar insanın ihtiyaç duyduğu kaloriye denk yem tüketiyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’ne göre, eğer bugün hayvancılık için kullanılan tarım alanlarında yetiştirilen ürünler doğrudan insanların beslenmesi için kullanılsaydı dört milyar insanın daha gıda ihtiyacı karşılanabilirdi. Bu sayı dünya nüfusunun yarısı. Zenginlerin daha çok et yemesi için bugün bir milyardan fazla insan açlık ile mücadele ediyor.

Bununla birlikte hayvan yemlerine katılan soya, tarımsal faaliyetler nedeniyle ortaya çıkan sera gazı emisyonlarının açık ara birinci sebebi. Tüketilen soyanın çok büyük bir kısmının Brezilya’da üretildiğini ve bu üretim için yağmur ormanlarının yok edildiğini ortaya koyan rapora göre, aynı zamanda bu ürün hayvanlardan insanlara bulaşan, HIV, Sars, Ebola ve son olarak da Covid-19 gibi hastalıkların ortaya çıkması açısından da bir risk oluşturuyor.

Geleneksel et üretiminin sonuçları ortada. Hiçte verimli olmayan ve dünya kaynaklarını sömüren bir endüstri oluşturmuş durumda. Gelişen teknoloji ile birlikte bunu değiştirmek artık elimizde. Yapay et üretimi biz insanoğluna yeni bir ufuk açıyor.

Hayvanlardan alınan 1 cm3'lük bir et dokusu laboratuvar ortamında yetiştirilerek kilolarca et elde edilebiliyor. Üstüne üstlük etin yağına, sertliğine de siz karar verebiliyor, buna uygun olarak yetiştirebiliyorsunuz. Ayrıca hormon ve antibiyotikte içermiyor. Bu açıdan çok daha sağlıklı.

Üretilen yapay etin kilosu 3000 dolardan, 50 – 60 dolara kadar düşmüş durumda. Uzmanlara göre 2030 yılı itibariyle laboratuvarda et üretiminin maliyeti normal et üretimi ile yarışabilir bir hale gelecek. Life Cycle tarafından yapılan araştırma, laboratuvarda üretilen etin 2040'ta küresel et piyasasının yüzde 35'ini oluşturmasını öngörüyor. Geleneksel et üretimine göre, yapay et üretimi %78–%96 daha az sera gazı, %7–%45 daha az enerji, %99 daha az arazi ve %82–%96 daha az suya ihtiyaç duyuyor.

İnsanların en çok merak ettiği konu şüphesiz yapay etin lezzeti. İlk zamanlar yapılan anketlerde yapay etin oldukça kuru olduğuna dair şikayetler alınıyor. Bu sorunun aşılması için et üretimine yağ hücrelerini de katarak etin daha lezzetli hale gelmesi sağlanıyor. İşin en güzel yanı etin ne kadar yağlı olması gerektiğini, et kültürünün içine koyduğumuz yağ hücreleri miktarı ile biz belirleyebiliyoruz.

İnsanlar ilk çıktığında kültür mantarına da mesafeli durmuşlar. Ancak zamanla bu ön yargıları kırılmış ve bu mantarları tüketmeye başlamışlar. Benzer bir durumun yapay et içinde olacağını düşünüyorum.

Yapay et üretimi insanlığın yeni gezegenler bulma ve oraları yaşanabilir hale getirme sürecine de katkı sağlayabilir. Bugün insanlı uzay çalışmalarındaki en büyük sınırlılık su ve besin kaynağı şüphesiz. Yapılan uzay faaliyetlerindeki süre planlaması, uzaya götürülen besin ve su miktarına bağlı. Belki izlemişsinizdir Amerikalı yazılım mühendisi Andy Weir tarafından 2011 yılında roman olarak yazılan ve aynı isim ile beyaz perdeye taşınan Marslı filminde başrolü oynayan ve Marsta tek başına kalan Matt Damon ki, filmdeki karakterinin ismi Mark Watney’di ve bir botanik bilimciydi, hayatta kalabilmesi ve kurtarılabilmesi yiyecek stokunun kurtarma operasyonuna kadar yetmesine bağlıydı. Şayet filmi izlemediyseniz önce romanı okumanızı sonrasında filmini izlemenizi şiddetle tavsiye ederim. Ben filmini zannediyorum 10 kez izlemişimdir.

İnsanoğlu yaşanılabilir dünyalar keşfetmeye devam etsin. Ancak şu bir gerçek ki, elimizdeki yaşanılabilir tek gezegen şu an için dünyamız. Ona gözümüz gibi bakmalıyız. Bunun için elimizde teknoloji ve bilim gibi güçlü enstrümanlarda var. Tek yapmamız gereken bu enstrümanların sesine kulak vermek ve olabildiğince hızlı uyum sağlamak. Güneşten evinin ve otomobilinin enerjisini üreten, gelişen gıda ve tarım teknolojileri ile evinin küçük bir köşesinde sebzesini ve etini yetiştiren bir insanlık çokta uzak değil.

--

--

Dr. Harun AKSAYA
Türkçe Yayın

Ph.D. | Bilgisayar Bilimleri Uzmanı | Podcaster: Harun’un Not Defteri (Spotify, Apple Podcast)