Yaratıcı Bilinç

Düşük Bilinçli Toplumdan Ayrılış

Osman Tırak
Türkçe Yayın
11 min readJul 30, 2023

--

Bu film, işte böylesi insanları anlatıyor, gerçekte olduklarından daha albenili, daha iyi ve üstün oldukları duygusunu tadabilmek için yalan söylemeden yapamayan insanları, hatta bu günahkâr pohpohlanma ihtiyacından mezarda dahi kopamayan insanları. Öyle ki karakterlerden birinin, öldükten sonra da, bir medyum aracılığıyla konuşurken insanlara yalan söylemeyi sürdürdüğüne tanık oluruz. Benperestlik, dünyaya geldiği anda insanoğluna musallat olan bir günahtır, kefareti ödenmesi en güç günah. (Japon yönetmen Akira Kurosawa’nın Rashomon (1950) filmi hakkında söyledikleri)

İnsanlar, duygusal yıkımlar ve kontrol edemedikleri davranış bozuklukları yaşadıklarında psikolojik destek alırlar. Anlamlandıramadıkları bir kısırdöngü veya kurtulamadıkları kötümser bir his ile savaş halinde olabilirler. Terapi yapan uzman genellikle ilk seanslarda, kişinin takılıp kaldığı sorunu anlayabilir. Fakat bunu söylemek için doğru zamanı beklemesi gerekmektedir. Aradaki bu süreç iki şeyin gelişimi için kullanılır:

  1. Danışanın, yüzleşmekten kaçtığı soruna küçük adımlarla yaklaşıp, onunla baş edecek cesareti ve çözüm için gerekli iradeyi toparlaması;

2. Uzmanın, aslında en doğru ve kavramsal ifadelerle hemencecik açıklayabileceği problemi, danışanın anlayacağı dilde en kesin ve net bir biçimde aktarabilmek için karşısındakinin zihin dilini çözümlemesi.

Çünkü eğer zamanından önce yüzleşme yapılmak istenirse, entelektüel kapasitesi yeterli olmayan bir danışan sorunu anlayamayacak, daha da kötüsü yanlış anlayacaktır. Uzmanın doğru kavramlarla ifade ettiği konuyu anlayacak düzeyde eğitimli fakat irade gücü düşük bir danışan ise öfkeye kapılıp inkar edecek ve kapıyı çarpıp gidecektir.

Bir elektronik kumandadaki tuşlara basılınca açılan çekmecelerden oluşan bir sistem düşünün. Fakat yazılımdaki hata nedeniyle, birçok tuş yanlış çekmecenin açılmasına sebep oluyor. A tuşu C çekmecesini, K tuşu A çekmecesini açıyor mesela. Bilinç düzeyi düşük çoğunlukların zihin çekmeceleri de böyledir. Üstelik A tuşuna basılınca açılan C çekmecesinde, aslında M çekmecesinde olması gereken bilgiler vardır. C çekmecesinde olması gereken C bilgileri ise belki birkaç çekmeceye dağılmış haldedir.

Ebeveynlerin, kendi zihin çekmecelerinden yola çıkarak — ve arada onu bile hatalı yaparak — yarattıkları çocuk zihnimizin donanımı mükemmel çalışsa dahi, yazılımsal hatalar hepimizde mevcuttur. Çoğu insan, küçük yaşlarda oluşan bu zihin yapısını çok az değiştirerek yaşamını tamamlar.

Peki bu alt bilinç kalabalıktan kurtulup, yüksek bilinçli bir insan olmanın yolu nedir? Elbette ki ilk aşama, bütün zihin çekmecelerinin yazılımını ve içeriklerini evrensel düzenine uygun biçimde, yerli yerine koymaktır. Bu da anadile hakimiyet ve kavramsal-mantıksal düşünce gücü ile başlar. Felsefe ve sanat, düşünce-duygu döngüsünü regüle eder. İnsanın kendini tanımaya başlaması, çoğu alt bilinç insanın yaşadığı duygusal ve psikolojik zorlukları kolayca anlamlandırabilmesini ve aşmasını sağlar.

Fakat bu yazı, bilinç düzeyimizi artırmanın ilk aşaması olan bu entelektüel yolculuk hakkında değil. Onun da öncesinde duran bir meseleyi irdeliyoruz: Bilinç nedir? Çünkü bilincin ne olduğunu bilmeden bu yolculuğa çıkmak, hangi yöne gideceğini bilmeden yürümek gibi olacaktır.

Daha fazla farkındalık, daha fazla benlik. Kierkegaard

Farkıdanlık ve Bilinç Arasındaki Fark

Kendi evrimimizi, kendi farkındalığımızla etkileyebilen bir tür olduğumuzu söyler, Rollo May, Yaratma Cesareti adlı kitabında.

Kafese Konan Adam adlı eserinde ise farkındalık ve bilinç ayrımını şöyle yapar:

“Farkındalık ilkesi tek başına yeterli değildir. O halde buradan, insanlarda çok başka bir farkındalık türü, yani öz-bilinç olduğuna geliyoruz. Psikolojik çalışmalarımızda, “farkındalık” terimini “bilinç” terimi ile değiştirme eğiliminin kötü bir tavsiye olduğuna hep inanmışımdır. Doğrudur, farkındalık geleneksel bilimsel çerçeveye daha kolay oturur; bileşenlerine daha rahat ayrılır, hayvanlarda ve insanlarda münferit durumlarda ve mekanik modellerle incelenip deneylere alınabilir. Oysa bilinç, araştırmalarda ele alınması kolay bir şey değildir, çünkü şöyle bir özelliğe sahiptir: Onu bileşenlerine ayırırsak, incelediğimiz şeyi kaybederiz. İngilizce’de farkındalık anlamına gelen “awareness” sözcüğünün kökeni Anglo Sakson gewaer ve daha sonra waer’e dönüşen terimdir. Sözcüğün diğer türevleri ile birlikte ailecek anlamı, harici tehditlere dair bilgidir; yani tehlikeye ve düşmanlara dair bilgi, savunma stratejileri gerektiren bilgi anlamındadır. Terimin diğer akrabaları “aware” (farkında), “wary” (ihtiyatlı olmak) ve “beware”dir (sakınmak, korunmak). Farkındalık, Howard Liddell’e göre, kendisinin hayvan nevrozu diye adlandırılan çalışmalarında kullanabileceği doğru bir kategoridir. Farkındalığı hayvanların tetikte olması anlamında ele alır. Ayı balıklarının kendi doğal ortamlarında her on saniyede bir kafalarını ufka kaldırıp elinde oku ve yayı ile gizlice yaklaşan bir Eskimo’nun gelip gelmediğine bakmalarını örnek gösterir. Liddell bu tetikte olma halini, insanlarda anksiyeteye dönüşen şeyin hayvanlardaki basit ve ilkel karşılığı olarak tanımlar.

Öte yandan Latince conscire fiilinden gelen consciousness (bilinç), içerden hissedilen bir bilgiye işaret eder; yani “ben dünyası olan bir varlığım” gerçeğinin bilinciyle, sadece başkalarıyla değil kişinin kendisiyle birlikte bilmesi anlamındadır. Sadece dokunarak, üzerinde yazı yazdığım bu masanın farkına varabilirim. Ama bilinç, daha ziyade bu masaya sahip olan varlık olduğumun farkında olabilirim gerçeğini işaret eder. Bilinç, kendimi, yazarken netleştirme çabası gösterdiği fikirlerle cebelleşirken bu masayı kullanan varlık olarak kavramamla ilgilidir. Bilinç, kaybedilmemesi gereken bir terimdir. Benliğin benlik olarak varoluşunu oluşturan merkezi bir ontolojik özelliğe yani benim dünyası olan bir varlık olduğumu fark edebildiğim bir deneyime gönderme yapar. Bu terimi Kurt Goldenstein’ın (1939) betimlediği şekilde kullanıyoruz: Bilinç, insanın o andaki durumu aşma, soyutlamalar ve evrenseller kullanabilme, dil ve simgelerle iletişim kurma yetisidir ve bu yetiler temelinde bir şekilde kendisiyle, çevresindekilerle ve dünyasıyla kurduğu ilişkide (hayvanlar ve cansız doğaya kıyasla) daha büyük olasılıklar araştırma ve gerçekleştirme yetisidir. Bu bakımdan, insan özgürlüğünün ontolojik bir temeli vardır ve bu, psikoterapinin tamamında varsayılmalıdır.

Bilinçdışı deneyimin ise sadece bilinç kavramımız temelinde anlaşılabileceğini ileri sürüyorum. Hastada çeşitli nevrotik semptomların yolu tıkalı olsa da ve dolayısıyla zorlanımlı bir etki yapsa da, hastanın potansiyel bir bütün olarak geldiğini farz etmeliyiz. Bu bütünlüğün ille de iyi bir şey olduğunu söylemiyorum; “uyum bütünlüğü”nden (unity of adjustment) söz ederken işaret ettiğimiz gibi, bu çok kısıtlayıcı bir bütünlük de olabilir. Fakat bize dışarıdan bütünlüğü bozan ve aksatan şeyler gibi gelse de, nevrotik kişinin semptomlarının ta kendisi, onun bu bütünlüğü koruma çabasının bir ifadesidir. O, bu bütünlüğü korumak için bilgi ve eyleme dahil bir takım yetilerin önünü kapatır, gerçekleştirmeyi reddeder.

O halde “bilinçdışılık”, kişinin kendisinde gerçekleşmesine izin veremediği deneyimlerinden oluşur. Bilinçdışı deneyimleri anlama konusunda sorulan sorular şunlardır: “Bu birey, kendisinin ve dünyanın bilincinde olma olasılıklarını nasıl reddediyor ya da kabul ediyor? Bir seviyede bildiği bir şeyi başka bir seviyede kapatabilmesi, hem de bildiğini bilirken nasıl mümkün oluyor? Psikanalizde hastaları ve bazen de analistleri sürekli şaşırtan şeylerden biri de güçlü bir baskılamaya maruz tutularak derinlere gömülmüş bir anın ya da deneyimin birden infilak edip bilinç seviyesine çıkınca, hastanın genelde bunu zaten hep bildiği şeklinde ani ve tuhaf bir deneyim yaşadığını söylemesidir. Farkındalık seviyesinde bunun hiçbir anlamı yoktur: o deneyimin farkına hiç varmamıştır. Ama onu hep bilmiş olan bir başka seviye daha vardır ve bu seviyenin varlığı, o deneyimi baskılamak zorunda kalmasından bellidir. O halde yönelmemiz gereken problem, sadece hangi travmanın bu deneyimin önünü kapattığı gibi mekanik bir problem değildir; en önemli problem de değildir bu. Asıl mesele, bu kişinin içinde neler olup bitiyor da, “Ben benim; ben bu varlığı, yani bu Ben’i oluşturan tüm yetkileri ve olasılıkları ile bu varlığım” deneyimini dolu dolu yaşamaya kendisi izin veremiyor?” 1

Zeki ve kurnaz insanların farkındalıkları yüksektir (bu durumun felsefi açılımını Phronesis:Aklı Başındalık yazımda daha önce yapmıştım.) Fakat bu demek değildir ki, zeki insanların bilinç düzeyleri de her zaman yüksek olmalıdır. Özellikle, kötücül bir zekaya sahip kurnaz kişiliklerin bilinci oldukça düşüktür. Kendilerine asla dışarıdan bakamazlar. Bu savı destekleyici bir açıklamayı Rollo May’den dinleyelim:

“Ben bu noktada bize iki prensibin faydalı olacağını düşünüyorum: biri farkındalıkla ilgili diğeri de bilinçle. Bu ikisi arasındaki fark bu problem için kritik bir rol oynuyor. Bu iki prensibi -farkındalıkla başlamak üzere- bana ait bir kavram olarak dengedelik ile ilişkili olarak anlatacağım; bir diğer deyişle, dengede olmanın öznel tarafı farkındalıktır. Farkındalık, hayvanlarla ve doğanın çoğu ile paylaştığımız bir yetidir. Keza Withead ve Tillich kendi ontolojilerinde farkındalığın, molekül parçacıklarının itiş ve çekişlerine kadar, doğadaki her şeyde bulunan bir özellik olduğunu savunur.

Farkındalık hastalarımızda sıklıkla, uygunsuz ve paranoyak davranışlar ile karşılıklı ilişki içindedir. Yani, bilincinde olmadan farkında olmak mümkündür. Hepimiz, yaşamdaki ilişkiler ile ilgili saatlerce büyük bir farkındalıkla konuşabilen ama o ilişkilerin içinde kendi yerini hiçbir şekilde deneyimlemeyen zeki ve sıklıkla zorlanımlı hasta tipini biliriz.

Bilinç, farkındalığın insana özgü bambaşka bir biçimidir. Bir şeyi sadece bilme değil bildiğimi de bilme, yani bir nesneyle ilişkimde kendimi bir özne, “Sen ile ilişki kuran Ben” olarak deneyimleme yetisidir.” 2

Bu ayrımı insan — hayvan arasındaki farkı inceleyerek de irdeleyebiliriz. Koku alma, duyma veya görme duyuları insanınkinden çok daha güçlü hayvanların, bazı durumlarda farkındalıkları da kıyas kabul etmeyecek düzeyde fazladır. Ancak onlar, bu güçlü farkındalıkları üzerine bir bilinç geliştiremezler. Günün sonunda tuzağı kuran insan, tuzağa düşen ise hayvan olur.

Burada basit ama pratik bir soru akla gelebilir. Daha fazla bilinç neden gereklidir? Hayatı daha iyi anlamak, kendini daha iyi tanımak insana ne kazandıracaktır? Bu soruların tek kelimelik cevabı “özgürlük”tür. Alt bilinç çoğunluğun ne kararları, ne de mutlu olma çabaları özgür iradelerinin ürünüdür. Onlar, özgür olmadıklarının “farkındalığında” bile değildirler.

“İlk olarak, özgürlük, dengedeki benliğin eylem niteliğidir.” 3

“Ne ego ne bilinçdışı ne de beden kendi başına özerk ya da özgür olamaz. Özgürlük, doğası gereği, sadece bir bütün olarak eyleyen benlikte, “dengedeki benlikte” bulunur. Bilinç, kendi merkezinden eylem yapan benliğin deneyimidir.” 4

“Öz-ilişkisellik, benlikle ilgisi kurulmuş bir dünyanın ön kabulünü gerektirir: insanlarla ilgili genel “organizma-çevresi” kategorisinin özel biçimi “öz-dünya”dır.

Şimdi şu soruyla karşı karşıya geliyoruz: Bu öz-ilişkiselliğin, yani benliğin kendisini hem nesne hem de özne olarak yaşama yetisinin, öz-farkındalık diye anılan şeyden farkı nedir? Öz-farkındalık öz-ilişkiselliğin bilinçli ve entelektüel bir veçhesidir. Fakat tamamı değildir.

Öz-ilişkisellik, bilinçli farkındalık kadar bilinçaltı seviyeleri de içerir.5

Bilinç

Ne kadar bilinç varsa o kadar benlik vardır. Benlik, hep bir oluşma sürecindedir; zira olabileceği yegane şey benlik olmaktır.

Kierkegaard

Oedipus babasını öldürdüğü ve annesiyle evlendiği için suçlu değildi çünkü bilmeden yaptı. (Bilinç dışımız)

“Kim olduğumu bilmeliyim!” dedi ve gerçekleri kahine sordu. (Yüzleşmemiz)

Öğrenince gözlerini oydu. (İnkarımız)

Kendini sürgün etti. (Yasımız)

Suçluluk değil sorumluluk hissetti. (Bilincimiz)

“Erich Fromm, büyümekte olan çocuğun Oidipus çatışmasını, ebeveynlerinin otoritesi ile mücadele olarak açıklar; Adler ise bunu iktidar mücadelesi olarak görür.” 6

“Yeni bir yaklaşım önermek istiyorum. Bu yaklaşım Oidipus meselesini, kendi bilinci ortaya çıkıp gelişirken kişinin kendi içinde, dünyayla ve çevresindeki insanlarla kurduğu ilişkide yaşadığı trajik çatışma olarak kavradığımız bir yaklaşımdır. Sophocles’in Oidipus oyununa veya uzun kültür tarihinde bize verilen diğer biçimlerine dönüp baktığımızda, oyunun cinsel çatışmalar veya babayı öldürme çatışması ile ilgili olmadığını görürsünüz. Bunların hepsi çoktan olmuş bitmiş, geçmiş şeylerdir. Sophocles’in oyununda Oidipus annesi ile evlenmiştir; iyi bir kraldır ve Thebes’te mutlu ve rahat bir hayat sürmektedir.

Oyundaki tek mesele, Oidipus’un ne yaptığını fark edip fark etmeyeceğidir. Trajik olan mesele, kişinin gerçeği ve kendisiyle ilgili hakikati görmesi meselesidir.” 7

“Önce kendi nesnel durumu ile ilgili hakikati, babasının ölümünü keşfeder; sonra ise hakikatin içe döndüğünü, kendisi ile ilgili hakikat olduğunu anlar. Çok geçmeden doğumu ile ilgili bir gizem olduğunu hisseder ve bilmeden evlendiği annesi İokaste’nin de bir şekilde bu gizemin bir parçası olduğunu keşfeder. (Hatırlayalım, Oidipus, büyüyünce babasını öldüreceği şeklindeki bir kehanet yüzünden, doğar doğmaz Laius tarafından götürülüp bir dağ başına terk edilmişti.)” 8

“Oidipus “Kim olduğumu ve nereden geldiğimi bilmek zorundayım.”

Sonunda kendisini sürgün eder. Bence bu sürgün teması da ilginçtir: Oidipus, bir bebek olarak sürgüne yollanmıştı ve trajedinin başlangıç noktası da burasıydı. Sonunda ise kendi kendisini sürgüne yollamıştır. Çağımızdaki insanın toplum dışına itilme korkusuna baktığımızda bu sürgün teması önemli bir noktadır. Sürgün trajedisi, çevresindekilere yabancılaşan insanın trajedisi, yirminci yüzyılın ortasındaki insanın en önemli psikolojik problemlerine çok yakındır.” 9

İşte bu noktada, bu yazının alt başlığında vurguladığım meseleye, alt bilinç toplumdan kopuşa geldik. İnsan sadece kapasitesizliğinden veya tembelliğinden ötürü bilinçsizliğe yönelmez; ilkel farkındalığı, o büyük yalnızlıktan kaçınmayı da bilmektedir.

Anlaşılan şu ki, ortalama insan için büyük bir gruba ait olmamanın hissi kadar dayanılmaz bir his yok. Erich Fromm

Bilinçdışı

“Buna bilinçdışı alan diyemeyiz, çünkü bu bir yer değildir. Bilinçdışı oluşumlar açısından bakıp bunlara nesneler de diyemeyiz; nesneler baskılanamaz; zihinsel süreçler ve olasılıklar bastırılır. Ben şöyle bir tanım öneriyorum: bilinçdışı deneyim, eylem olasılıklarıdır ve kişinin gerçekleştirmediği veya gerçekleştiremediği farkındalıktır. Ancak bu olasılıklar bedensel olarak gerçekleştirilebilir; Freud’un çok iyi bildiği gibi inkar edilen cinsel arzular ve olasılıklar somatik semptomlarla kendilerini ifade ederler. Fakat önemli olan nokta, bireyin o arzunun bilincinde olma konusunda kendi kendisine izin vermemesi veya verememesidir.

Daha önce de söylediğim gibi, farkındalık ile bilinci birbirinden ayrı tutmak kritik bir önem taşır. Hasta, inkar edilen ve bu nedenle bilinçdışında olan deneyimlerin bir takım seviyelerde “farkında” olabilir. Dolayısıyla, “Ben bunu biliyordum zaten” demekte haklıdır. Fakat kullandığı terim yanlıştır: baskılanan deneyimin farkında olmuş olabilir ama kendisinin bunu bildiğini bilmesine izin verememiştir.” 10

“Eğer evrim açısından konuşmak istenirse, bilincin ve onu reddetme (yani bilinçdışı) yetisinin, farklılaşmamış bir farkındalıktan geldiği söylenmelidir. Bilinçdışı, bilincin sonsuz ve çok yönlü biçimlerinden çıkan bir tariftir.” 11

Benlik Bilincinin Evreleri

“Birey olmanın farklı birkaç benlik bilinci aşamasından geçmek olduğunu gördük. Bunlardan ilki bebeğin benliğine dair bilinç oluşmadan önceki masumiyet evresidir.

İkinci evre kişinin kendi çabasıyla bir içsel güç oluşturmak üzere özgür olmaya çalıştığı isyan evresidir. Bu evre en açık şekliyle iki ya da üç yaşındaki çocuklarla ergenlerde görülür ve Orestes’in özgürlük mücadelesinde aşırı uçlarını gördüğümüz üzere bir savunma ve saldırganlık hali içerebilir.

Az ya da çok, kişi eski bağlarını koparıp yenilerini oluşturmaya çabalarken isyankarlık gerekli bir geçiş evresidir. Fakat isyan özgürlükle karıştırılmamalıdır.

Üçüncü evreye sıradan benlik bilinci adını verebiliriz. Bu evrede kişi bir ölçüye kadar kendi hatalarını görebilir, önyargılarına müsamaha gösterebilir, suçluluk duygularıyla endişesini bir şeyler öğrenebileceği deneyimler olarak kullanabilir ve kararlarını belli bir sorumlulukla verebilir. Kişiliğin sağlıklı durumundan bahsedildiğinde kastedilen budur.

Ancak bilincin dördüncü bir evresi daha vardır ki çoğu kimse tarafından nadiren deneyimlendiğinden son derece sıra dışıdır. Bu evre en açık haliyle kişinin bir soruna dair ani bir sezgi kazanmasıyla örneklenebilir; bir anda, durup dururken üzerinde günlerdir kafa patlatılan bir sorunun yanıtı bulunuverir. Kimi zaman bu tür sezgiler rüyalarda ya da kişi başka bir şey düşünüyorken yaşadığı aydınlanma anlarında gelir : her durumda yanıtın kişiliğin bilinçaltı seviyelerinden geldiğini biliyoruz. Bu tür bir bilinç bilimsel, dini ya da sanatsal faaliyetlerde de ortaya çıkabilir; birçok insan tarafından “fikrin gelmesi” ya da “ilham” olarak adlandırılır. Yaratıcı faaliyetler üzerinde çalışan herkesin açıkça ifade ettiği üzere, bu bilinç düzeyi tüm yaratıcı çalışmalarda mevcuttur.” 12

“Özgürlük, insanın kendi gelişiminde rol oynamasıdır.” “Benlik bilinci bize dürtüler ve tepkilerin katı zincirinin dışına çıkıp kısa süreliğine de olsa duraksama imkanı sağlar ve bu duraksama sayesinde üzerimizdeki ağırlığı az da olsa hafifletme yahut alacağımız yanıtın ne olacağı yolunda fikir yürütme imkanı buluruz.” “Özgür olmayanlar bilinçaltından gelen birtakım şablonlar tarafından itilip kakılmaktadırlar.” 13

Engellendiğinizde sorun sizin yaklaşımınızdadır. Meister Eckhart

“İnsan özgürlüklerinin sonuncusu, yani, belli koşullar altında insanın kendi tutumunu belirlemesi, kendi yolunu seçmesi. …Yaşamı anlamlı ve amaçlı kılan şey de, insanın elinden alınamayan işte bu ruhsal (tinsel) özgürlüktür.” 14

4. Bilinç Seviyesi: Yaratıcı Bilinç

“Günümüze daha uygun bir terim öneriyorum, yaratıcı bilinç.

Bu farkındalık için klasik psikolojide kullanılan terim çoşkudur. Bu kelime sözlük anlamıyla “kendi dışında durmak”, yani bir şeyi kendi sınırlı görüş açısının dışında bir bakışla görebilmek yahut deneyimleyebilmektir. Normalde herhangi bir kişinin çevresindeki nesnel dünyada gördükleri kendi öznelliğiyle az ya da çok çarpıtılır. İnsan olarak gördüklerimiz mutlaka gözlerimizin süzgecinden geçer ve kendi iç dünyamızca yorumlanır; dolayısıyla daima nesnellikle öznellik ikiliğinde sıkışmış durumdayızdır.

Bahsi geçen bu dördüncü bilinç evresi öznellikle nesnellik arasındaki ayrımı ortadan kaldırmakta. Geçici bir süreliğine de olsa, bilinçli kişiliğin alışılageldik sınırlamalarını aşabiliriz. Kavrayış ya da sezgiyle yahut yaratıcılıkla ilgili olarak belli belirsiz anlayabildiğimiz diğer süreçler aracılığıyla nesnel doğrunun gerçekliğin içinde var olduğu halleri gözümüze ilişebilir ya da bencil olmayan bir sevgi deneyimi yaşadığımızda etik anlamda bazı yeni olasılıkların farkına varabiliriz.

Olaydan sonra ormanda amaçsızca dolaşan Orestes’in aklından geçenler şunlardı:

…bunu tanımlayacak sözcükleri yok, şeylerin ötesine geçmeyi,

Saatleri ve çağları aşmayı,

Ve tüm zamanlar boyunca her şey olmayı…

…bulduğum bu mükemmelliği nasıl ifade edebilirim,

Bu renksiz açıklığı;

Balı değil ama coşkuyu…

…yalnızca gerçekleşen arzuyu, yalnızca huzur tutkusunu… (Robinson Jeffers)” 15

Kaynaklar

1 Rollo May, Kafese Konan Adam, sayfa 144–146

2 Rollo May, Kafese Konan Adam, sayfa 182–183

3 Rollo May, Kafese Konan Adam, sayfa 248

4 Rollo May, Kafese Konan Adam, sayfa 249

5 Rollo May, Kafese Konan Adam, sayfa 275

6 Rollo May, Kafese Konan Adam, sayfa 147

7 Rollo May, Kafese Konan Adam, sayfa 148

8 Rollo May, Kafese Konan Adam, sayfa 149

9 Rollo May, Kafese Konan Adam, sayfa 151

10 Rollo May, Kafese Konan Adam, sayfa 183–184

11 Rollo May, Kafese Konan Adam, sayfa 184

12 Rollo May, Kafese Konan Adam, sayfa 131,133

13 Rollo May, Kendini Arayan İnsan, sayfa 153,154

14 İnsanın Anlam Arayışı, Viktor Frankl, sayfa 81, 82

15 Rollo May, Kendini Arayan İnsan, sayfa 134

--

--

Osman Tırak
Türkçe Yayın

Mutluluk Arayışımız Üzerine Yazılar : Felsefe, psikoloji, sinema ve sanat.