Yazı, Tüm Zamanlara Meydan Okuyordu Hani? Ev hani? Yuva Hani?

Seyahat Günlüklerim v.1

sabri ocak
Türkçe Yayın
Published in
9 min readJan 11, 2021

--

Bu gezi notlarımı yaklaşık bir yıl kadar sonra bilgisayara geçiriyorum. Gezerken notlar aldığım defterimin tekrar elime geçmesiyle, doğrusunu isterseniz büyük hayal kırıklığına uğradım. Çünkü defterimin sayfalarının neredeyse yarısından fazlası zedelenmiş. Bu yaralı kısımlardaki notları okumaya imkan yok. Hatırladıklarımla derlemeyi düşünüp, her şeyi kaybetmek istemediğimden de kalanları bari bir kenara yazayım diye düşünüyorum. Anılarım tap taze sanırdım. Birkaç yıl öncesinden neleri unutmuşum neleri. Ne güzel insanlarla tanışıp ne hoş sohbetler etmişiz. Ruhumun belli köşelerinde silinmez izler bıraktıkları kesin. Çünkü dünya görüşümden tutun da insanlarla iletişim kurma biçimlerime kadar çağ atlamış gibi hissediyorum.

Geçirdiğim her yıl, ellerim nerede duracaklarını daha bir iyi öğrendi. Gözlerim, artık cesurca bakabiliyor insanların gözlerine. Hala sevmediğim özellikleri var, bedenimin. Bedenim, seneye de giymesi umuduyla, ruhuma bir beden büyük alınmış bir kıyafet diye düşünürdüm. Sanırım artık büyüdüm. İnsan büyüyünce de ruhunun artık üzerine tam olan kıyafetlerine sığmamasından korkuyor. Ya daha fazla büyürsem korkusuyla elim ayağım dolaşıyor. Artık etrafımdakiler sorumluluklar yüklenmiyor bana. Ben de etrafındakiler gibi vazifeler veriyorum kendime. Gezilecek yerler, sevilecek kadınlar, dinlenecek şarkılar, yiyecekler ve içecekler… Planlar programlar derken küçücük bir seyahatin notları dahi tozlu raflarda silinip yok oluyor. Yazı tüm zamanlara meydan okuyordu hani?

Çok fazla gevezelik yaptım. Konumuza dönelim. Seyahatlerimden geriye kalan notları sunuyorum sizlere. Olabildiğince eksik kısımları tamamlamaya çalışarak devam edeceğim. Bunu ne kadar başarabilirim emin değilim. Ruhunuzdaki gedikleri dolduracak bir şeyler bulmanız dileğiyle…

Rize-Artvin-Batum / 07.10.2019

Trabzon Yomra’dan yola çıktık. 4 kişiyiz. Arabamız, kahvemiz ve uzuncada bir yolumuz var. İlk durağımız Olimbera. Artvin’in Arhavi ilçesinden içerde bir cennet Olimbera. Konaklamak için ağaç evleri olan tepenin başında keyifli bir mekan. Ayrıca çok çok ucuz. Demlik çay, kahvaltı için mutlaka uğranmalı. Kemer Köprü Köyü’nden içeri girip el yapımı tabelaları takip ederek Metin Okumuş sokağa kadar geldik. Sizi, ilk önce boşluğa açılan devasa bir salıncak karşılayacak. Üstelik ücretsiz.

Çok çok az insanın olduğu kusursuz bir duruluk ve sessizliğin hakim olduğu mükemmel bir belde. Ayrıca yollar bomboş. Yolda olmanın en güzel biçimi.

Mençuma Şelalesi ve Çift Köprü’de yol üstünde uğrayabileceğiniz güzel mekanlardan. Biz Olimbera’da çayımızı içip yola devam ettik. Şelale belki daha sonra.

Batum’a giderken nakit işlemleri için en temiz son durak Artvin Hopa. Hopa’da nakit işlemleri halledildikten sonra Kemalpaşa oradan da Sarp Sınır Kapısı’na geçtik. Nakit para bulundurmak bana daha güvenli geldiği için not etmek istedim.

Kemalpaşa’dan geçerken yol kenarındaki plajı göreceksiniz. Bu bölgenin nezih plajlarından biriymiş. Uzun yollardan bu plaj için gelen insanlar varmış. Ne yalan söyleyeyim ben de anlatanların yalancısıyım.

Batum’da daha çok gezmeye zaman ayırmak için notlarımı daha sonra temize çektim. Gezerken not aldığım konu başlıkları şöyle:

  • Kaçakura Pidesi
  • Pizza Ciello
  • Tanrının Annesi Kilisesi
  • Tayland Masaj Salonları
  • Şarap Evleri
  • Pazar Ayinleri ve Gürcü Düğünleri

Baya gezdikten sonra aktarıyorum. Yaşadığın en garip duygu, birçok kilise gezdikten sonra sokağa çıktım ve duyduğum ilk ses öğle ezanı oldu. Yüzümdeki ifade gerçekten görmeye değerdi. Bu da öyle bir an.

Batum için Sırp Sınır Kapısı’ndan içeri dolmuşla 20 dakika yol geldik. Sınırda paranızın tamamını sakın Lari’ye dönüştürmeyin. İyi dolandırıyorlar. 5–10 lira çevirip dolmuş parasını ayarlayın yeterli. Asıl döviz işleri, Batum’un merkezinde. Dolmuştan indikten sonra hemen caddenin gettoya bakan tarafında uzun bir ikinci el pazarı var. Uğranması gereken duraklardan biri. Yanımızda çok nakit olmadığı için biz fazla bir şey alamadık. Şiddetle tavsiye edilir. Birde pazarlık şansınız neredeyse sıfır. Boşuna uğraşmayın. Çok katı ve netler. Özellikle kadın satıcıların dünya umurunda değil. Biz biraz eğlenmek için bol bol pazarlık yaptık ama nafile.

Gettodan sonra sahil en yakın durak. Epey nezih bir sahili var. İnsanları özellikle çok keyifli. Sahil de gezmek için bisiklet mantıklı olabilir. Bu iş için kiralık bisikletler var. Eski bulvar dedikleri bir yerden bir kart çıkarıp saatlik kiralanabiliyormuş. Motorlu taşıt kiraları 40–60 Lari arası.

Sahilde mutlaka ama mutlaka açık Gürcü votkası(Çaça) için. Çaçanın fiyatı 1–2 Lari. Shot olarak satılıyor. Tadı çok ama çok acı. Yüzde kaç alkol olduğu belli olmayan el yapımı bir içki ve içimi pek lezzetli değil. Çaçayı satan abi halimize acıdığı için bize közde kestane ikram etti. Oradan pay biçin. Denemeye değer.

Sahilde ilerlemeye devam edince Ali ve Nino heykeline geleceksiniz. Dev bir tasarım abidesi. Mükemmel bir sanat eseri. Heykelin hemen yanında şehrin sembolü olan dev bir dönme dolap var. Şehre güzel bir panoramik görüş sunuyor. Fiyatı da 5 Lari.

Onun dışında birçok şarap evi mevcut. Özellikle ballı bir şarap var. Danillias Wine adında çok garip bir lezzetti o da. Anladığım kadarıyla yöresel. Sahilde ballı şaraptan sonra taş sektirirken kolunuza dikkat edin çıkmasın!

Her neyse daha sonra sokaklarda gezerken bir kaç markete uğradık. Bira gerçekten çok ucuz. 3–4 liraya birçok bira deneyebilirsiniz. İnsanın içerken gözleri doluyor ne yalan söyleyeyim.

Şarap almak için gittiğimiz şarap evindeki abinin ifadesi ile “in Street drink not problem, in turk restourant drink not problem” yani nerede istiyorsan orada iç babacığım.

Tanrının Annesi Kilisesi’nde çok farklı bir ibadete tanık oldum. Çok hızlı ve fevri hareketlerle dua edip duvardaki freskleri öpen bir çok insan vardı. Mezheplerini öğrenemedim. En tuhafı da kilisenin içine girdikten hemen sonra temizlik yapan birkaç insan sizi karşılıyor. Tabi çok kalabalık değilse. Yerde duran bulaşık telleri ile bir kaç kişi yerdeki mermerleri temizleyip işleri bitince dualarını edip gidiyorlar. İnsanlar ibadet olarak kiliseyi temizliyorlar. Çok hoşuna giden bir ritüel oldu.

Batum maceramız kabaca böyle sonlandı. Akşam korkunç bir fırtına başladığı için koştur koştur döndük. Artvin’e dönünce Hopa’ya uğrayıp yemen kahvecisinde sevdiğimiz bir abinin yanına gittik. Kahvelerimizi içip bol bol sohbet ettikten sonra dönüş yoluna geçtik. Hopa’da ki yemen kahvecisinin ürünleri gerçekten fena değil özellikle karemel ve pot süt ile ikram edilen bir Rus tatlısı var mutlaka deneyin.

Sevgili kahve sahibi abimiz bol bol paradan konuşup muhabbete turşu suyu sıksa da bol bol hikaye biriktirmiş oldum.

Anlatmayı unuttuğum bir kısım da sınırdan alkol sigara geçirirken neler yaşadığımız. Şöyle ki hem Gürcistan hem de Türkiye tarafında duty free bulunuyor. Dönüşte özellikle Gürcü tarafında hemen kendini ele veren yerel rehberler var. Neyi nasıl sokacağınız konusunda fazlasıyla yardımcı oluyorlar, bunun karşılığında da birkaç parça alkol ve sigara kaçırmak için sizden yardım istiyorlar. Yüzde doksan hiçbir sıkıntı yaşamıyorsunuz. Bu arada bir şişe diye bir limit yok. Likör ve normal alkol değişiyor. Ben toplamda iki şişe alkol getirdim. Ama bir şişesi likör bir şişesi rakı olmak kaydıyla hiç bir sorun yaşamadım. Türk tarafıyla Gürcü tarafı arasında 1–2 Euro fark olabiliyor ama oda tamamen şans iyi bir rehber bulursanız ona da sorabilirsiniz. Dönemlik kampanyalara göre fiyatlar değişiyor işte. Yerel rehberimizde yardımcı olduktan sonra adama 700–1000 lira arası kar ettiriyorsunuz. O yüzden size bir şeyler ikram etmesini talep edin lütfen. Hiç olmasın. Bizim rehber birer paket sigara verdi mesela. İstemezseniz çok da gönlü zengin arkadaşlar değiller.

Hopa’dan sonra arabada da iyice kendimizi kaybedip Yomra’ya otele geri döndük. Bu arada belirtmeliyim ki Trabzon’da aynı zamanda çalışmaya devam ettiğimizden iş için kaldığımız otele dönüp sabah tekrar yola çıkmak daha mantıklı geldi.

Sabah 8'de tekrar yola çıktık. Artvin yaylaların gezmeyi planlarken Hemşin yaylalarında da bulduk kendimizi. İlk plan Karagöl ve Delikli Kaya iken Elevit ve Gito’da karar kıldık.

Bu iki günde bir çok yer görmenin yanı sıra yeni tanıştığım bu üç insanla bu kadar güzel vakit geçirmiş olmak beni çok mutlu etti. Nereye gideceğimiz meselesi yol boyu muallakken Ardeşen’den Pazar’a geri dönüp Elevit ve Gito yaylası gezisine başladık. Pazardan içeri girip Fırtına Vadisi boyunca sürdük. İlk geçtiğimiz yerlerden biri Çamlıhemşin merkez oldu. Abartmıyorum şehir merkezi baştan başa on adım ya var ya yok.

Fırtına Vadisi boyunca ilerleyip Elevit, Pokut, Gito ve Çamlıhemşin yaylalarına gidebilirsiniz. Hepsi için bir gün asla yetmiyor çünkü yollar çok sıkıntılı ve hepsi birer ikişer saat sürüyor.

Yol boyunca Mustafa eşliğinde tulum dinledik. Yeni öğrendiğim bir şey de Rize, Trabzon tarafında Pontus Rumlar’dan kalma kemençe yaygınken; Artvin’de itibaren enstrüman tuluma evriliyor. Müzik bölgedeki kültürü ve insanı o kadar ele veriyor ki…

Şenyuva köyünden geçip yola devam ettik. Şenyuva’dan sonra Çinçiva kahvecisi geliyor. Epey meşhur bir yer. Bizim epey yolumuz olduğundan uzaktan izledik sadece.

Elevit köyünden geçip Elevit yaylasına çıktık. Dereden su alıp rakımızı da içince biraz da temiz havada, sisli ve soğuk demek istedim, sohbetimizi edince Gito yolu için geri döndük. Yol boyu canımız nerede isterse durup fotoğraf çektik. En eğlendiğimiz kısım ise telefonu kurup ağaçlara sarıldığımız sonrasında da fotoğraf için 10'dan geri saydığımız o andı. Kulağa saçma geldiğinin farkındayım. Ama hissettiklerimi tarif etmem çok zor.

Sonrasında Gito’ya geçince bir süre hayal kırıklığıyla sisten birbirimiz göremez halde ilerledik. Öğleden sonrası ve hava her an açabilirdi. O kadar şanslıyız ki yarım saat içinde sis kalktı ve artık bulutların üstündeydik. Soframızı kurup kalan rakıyı da orda içip tulum eşliğinde bilen bilmeyen horon teptik. Uzun süre yürüyüp yamacın arkasına geçtik ve yere yatıp günün batmasını bekledik. Gito’da her yer pamuk gibi yosun. Çok fazla çiğ düştüğünden yer kuru görünse de fazlasıyla ıslak. Arkanıza dikkat edin. Maazallah üşütmemek lazım. Hava çökünce de dönüş yoluna geçip otele tekrar yerleştik. İki günlük macerada birbirinden güzel fotoğraflar ve bir çok anı ile böylece bitmiş oldu.

Gito Yaylası 2019

Batum / 14.10.2019

Batum’a bir hafta sonra tekrar geldim. Bir hafta önce geldiğimizde haberini aldığımız ve çok merak ettiğimiz yerel bir festival var. Avrupa Meydanı’nda düzenleniyor. Bugün o festivali ziyaret edeceğiz. Şimdilik onun heyecanıyla aç karnımızı doyurduk bile. Bu ser yanımda Hüseyin, Ömer Abi ve Eren var.

Yemek için Beticani adında bir yere geldik. Kaçakuri ve pizza söyledik. İki yeni bira denedim. Bavaria ve Krombach. Krombach gerçekten çok lezzetli bir bira yoğun bir aroması ve rahat bir içimi vardı. Bu sefer çok daha iyi bir kaçakuri geldi. Hem de daha önce yediğimden ucuz.

Yerel halkın çoğu İngilizce bilmediğinden dert anlatmak gerçekten bazen çileye dönüşebiliyor. Gerçi içimizde de adam akıllı İngilizce bilen yok. İngilizce’yi acilen halletmem lazım.

Genel olarak gittiğim hiçbir mekanda ıslık mendil yoktu. Çok enteresan. İnsanların çoğu mekanların iç bölümlerini tercih ediyor. Gerçi çok fazla insan yok ama mekan önleri baya boş. Bu arada bahşiş gittiğim her mekanda hesaba ek (yüzde on) olarak geldi. Hoş değil :)

Caddelerde “take awey” bir çok kahveci var. Viskili Americano denedim. Çok aradığım bir tat olmamakla birlikte rahat bir içimi vardı. Kafam biraz karışmadı desem yalan olur. Arada bir lezzet. Ne o ne o.

Daha sonra Central Park ve Gölet’e geldik. Manzara ve çocuklar çok keyifli. Yeşili ayarında korumuşlar. Gökdelen furyasını saymazsak tabi. Şehrin her köşesi başka bir dünya. Gecekondularla gökdelen ve modern binaların iç içi oluşu bir de üstüne Sovyet döneminden kalma tarihi binaların korunmuş olması hem çok hoşuma gidiyor hem de zaman zaman garipsiyorum. Hepsi nasıl bu kadar nizamlı ve iç içe olabilir şaşırıyorum doğrusu.

Parkta sarışın çocuk nüfusu o kadar fazla ki adeta ışık saçıyorlar. Bölgenin insanına dair iyi gözlem oldu. Bildiğim ve tanık olduğum demek daha doğru olacak.

Sheriton Casinosu’nun yanından uğramadan geçip yürüdüğümüz caddedeki binalar kesinlikle birer sanat eseriydi. Özellikle giriş katının İş Bankası olduğu bina kusursuz organik bir forma sahipti. Ondan hemen sonra ağaç ve bitkilerle kaplanan restaurantta keza bir o kadar keskin ve köşeliydi. Kaos diye buna derim.

Nihayet festivale geldik. Avrupa Meydanı’ndayız. Tanrının Annesi Kilisesi’nden dümdüz şehrin içine yürüdüğünüzde bu meydana ulaşıyorsunuz. Bir süre yöresel ezgiler dinledik. Müzik ve dans eden insanlar gerçekten çok keyifli. Şimdilik dolaşmaya devam edip akşam tekrar gelmeye karar verdik.

Dönüş yolunda kendi aramızda epey eğlendik. Yüzlerce fotoğraf çekildi. Özellikle içlerinden zıpladığım fotoğrafa bayıldım. Uzun süredir güzel bir karede bulunmamıştım sanırım. Bu da sevgili dostum Hüseyin’in marifeti. Fotoğraf çekmeyi gerçekten seviyor.

Tekrardan ufak bir şehir turu ve tabi ki Ali ve Nino. Gün batımında sahildeydik. O kadar yorulmuşuz ki sahilde herkes çöktü. Biraz dinlenip akşam için planlar yapıldı.

Nihayet akşam oldu. Festivaldeki tempo her geçen dakika biraz daha arttı. Yöresel biralar, yemekler, köy evleri derken, fıçılarda samanlarda oturur sohbet eder olduk. Eee buraya oturmaya gelmemiştik en nihayetinde :)

Grubumuz ikiye bölündü. Ömer Abi ve Hüseyin Prenses Gazinosu’na(hemen meydanın karşısındaki büyük sarı bina) Eren ve ben de dans pistine kurulduk. Yaş ortalaması çok çok düşük olsa da bu kadar eğlendiğimi hiç hatırlamıyorum. İçmeyeceğim ben abi deyip geldiğim Batum’da ulaştığım promilin haddi hesabı yok. Victoria adında bir kadınla saatlerce çılgınlar gibi dans ettim. Bu kadar iyi dans etmeleri takdire şayan. İşin özü Deep House’unda deep’ine vurduk. Bir süre yerde köpekler gibi süründük. Daha sonra 5–6 gençle içleriden sadece Muhammed’in adını hatırlıyorum bir süre sohbet ettik. Her neyse sohbet dil bilmezlikten sarpa sarınca kalktık ve Casino’ya geçtik.

Buradan sonrası kafam biraz yüksek olduğundan her şey kare kare yaşansa da 20 liralık jekpot oynayıp bizim çocukları kaybettim. Bir süre onları aradım dışarı falan çıkıp tekrar içeri girdim. Aslında on beş dakika gibi kısa bir süre geçmiş ama siz bir de bana sorun. Bizimkiler bana sinirlenip beni bıraktılar diye tribe girince yapacak bir şey yok Casino’ya sığınırım umuduyla geri döndüm. Bir baktım ki çocuklar rulet oynuyor. O an kendime uzun bir süre güldüğümü hatırlıyorum. Tabi bu olanları birkaç gün sonra anlattım bizim çocuklara :)

Eee sonrası taksi sarp Trabzon….

Unutmadan gümrükteki kaçakçı Gürcü Ablalar bizi dolandırmaya çalıştı. Girişte yardım etmek karşılığında dört paket sigara teklif ettiler fena fikir değil gibi gelince aldık torbaları geçtik bizim tarafa ama sigara paketini vermiyor. Zaten kafamda güzel bir sinirlen bağır çağır orda. Hüseyin, ikna etti sonra on dakika boş laklak edip yola koyulmuş olduk. İnsan göz göre aldatılınca kontrolsüzce sinirleniyor. Benimki de o hesap. Lüzumsuz bir andı ama olsun tuzu biberi efendim :)

Buraya kadar tahammül edip okuduysanız ne mutlu. Sevgiyle kalın.

Sabri Ocak

--

--

sabri ocak
Türkçe Yayın

bu blogda sinema üzerine denemeler, "nasıl yapmalı? bi' kısa film anatomisi" yazı dizileri ve seyahatlerimden bahsettiğim günlükler yer almakta. iyi okumalar.