Yedinci Mühür ve Ölüm Üzerine

Seval
Türkçe Yayın
Published in
5 min readFeb 6, 2022

Ernst Ingmar Bergman , İsveçli oyun yazarı ve film yönetmenidir. Papaz bir babanın oğlu olarak din dogmalarıyla yetiştirilmiştir. Dindar ailesinin baskıcı tutumları onu bulunduğu çevrenin tam aksine Tanrı ve dini sorgulamaya ardından da reddetmeye sürüklemiştir. Buna istinaden Bergman filmlerinde sert bir şekilde bireysel çatışmalara ve tanrısal sorgulamalara yer verir. Yani bir pazar günü oturup iyi hissetmek için izleyebileceğiniz filmler değildir bunlar. Sizlere bahsetmek istediğim ve beni çok etkileyen filmi Yedinci Mühür de Bergman’ın ölüm ve Tanrı ile hesaplaşmasını keskin sahneleriyle izleyici ile buluşturduğu bir film.

Yedinci Mühür (Det sjunde inseglet), Ingmar Bergman’ın yönettiği 1957 Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü almış bir İsveç filmi. Film Haçlı Seferleri’nden yanında yol arkadaşı bayraktarıyla dönen bir şövalyenin Tanrı ve din ile hesaplaşmasını konu alıyor. Vebanın ortaya çıkmasıyla 14. yüzyıl Avrupa’sında yaşayan insanların İncil’de bahsi geçen kıyametin yedinci alameti olan yedinci mühürün açıldığına ve kıyametin kopmak üzere olduğuna inandıkları bu dönemde başkahramanımız Antonius Block (şövalye) sefer dönüşünde kıyıya vurmuştur. Filmin bu sahne ile başlaması kahramanımızın doğumu ve bilincinin meydana çıkması olarak yorumlanabilir. Doğal olarak da Block adeta küçük bir çocuk gibidir. İlk sahneden itibaren evren ve yaratılış hakkında sorular sormaya, karanlığını keşfetmeye başlar.

-Kimsin sen?
+Ben Ölümüm
-Benim için mi geldin?
+Uzun zamandır senin yanındaydım
-Biliyorum.
+Hazır mısın?
-Bedenim korkuyor, ben değil.
+Bir dakika dur
-Hep öyle dersiniz ama ben süre tanımam.

Kasvetli gökyüzünde dolanan ölümün habercisi siyah kuşlar ile birlikte Antonius’un karşısına bir süre sonra Ölüm çıkar. Bahsettiğimiz ölümü ete kemiğe bürünmüş bir canlı olarak seyircilere aktarıyor Bergman. Şövalye o cesaretli ve savaşçı ruhuyla çok çabuk teslim olmak istemez ve Ölüm’e satranç oynamayı teklif eder. Oyun devam ettiği sürece, Antonius hayatına devam edecek ve Ölüm onun canını almayacaktır. Eğer ölümü mağlup etmeyi başarırsa da canı bağışlanacaktır. Ölüm, bu teklifi kabul eder ve oyun başlar.

Meşhur “Ölümle satranç oynamak” metaforunun işlendiği sahne.

Bu sahne bana ölümün insanın kaçınılmaz sonu oluşunu fakat insanın yaşamı boyunca ölümün bilinmezliğinden ürktüğü için ölümü düşünmemeye ve o yokmuş gibi yaşamaya meyilli olmasını hatırlattı. Ölüm ile burun buruna gelen şövalyenin yaptığı şey de tam olarak bu. Ölümün bilinmezliği ve tanrı sıkıntısı onu Ölümle bir anlaşma yapmaya; bu süreç boyunca ölümü, vebanın yarattığı tahribatta tanrının rolünü düşünmeye ve yaşam amacını keşfetmeye itmiştir. Elbette insanın ölümü somut bir gerçeklik olarak karşısından bulması bambaşka bir deneyimdir. Antonıus Block için ise bu bir şanstır. Çünkü kendi geçmişine dönüp baktığında anlamlı tek bir şey yapmadığını fark eder. Anlamı bulmak için zamana ihtiyacı vardır. Satranç oyununu da sadece zaman kazanmak için kullanır.

Filmde bağnaz yaşantıların, soyguncuların, tacizcilerin ve hayatın anlamını keşfetmek yerine ölüm ve yaşamdan eğlenceye düşkünlükleriyle kaçan karakterlerin aksine, gezici tiyatro yapan sevgi dolu bir aileyle karşılaşırız. Bu aile, film boyunca bizi sarıp sarmalayan ölüm korkusunun ve sancısının karşısında yaşamı anımsatır. Saf ve birbirine bağlı bu aile şövalyenin karanlığına ışık olmuş, varoluşun hafifliğini ona hissettirmiştir. Bergman burada hayatın anlamının sevgi olduğunu ve insanın her ne kadar Ölüm karşısında aciz bir varlık olsa da sevginin bu acizlikten üstün geleceğini bizlere göstermiştir.

Tanrı’yı hissiyatımızla tasavvur etmek o kadar mı zor? Neden boş vaatlerin ve görünmez mucizelerin arkasında saklanmak zorunda? Daha kendimize bile inanmıyorken inananlara nasıl inanacağız? Bizlere, inanmak isteyip de inanamayanlara ne olacak? Ya da inanması imkansız olan ve asla da inanmayacak olanlara ne olacak? İçimden Tanrı’yı neden silip atamıyorum? Neden içimde acılar vererek ve beni aşağılayarak yaşamaya devam ediyor? Kalbimden onu söküp atmak istiyorum ama gene de kalıyor ve benimle dalga geçiyor ve ondan kurtulamıyorum.

Söylediğim gibi film beni gerçekten çok etkiledi. Bunun nedeni kendimi ve yaşantımı sorguladığım bir dönemde izlemiş olmam da olabilir tabii ki. Şöyle ki benim için ölümün kaçınılmazlığı karşısında her zaman hayatımı nasıl şekillendireceğim ve neye uygun olarak (bir din veya düşünce akımı olabilir) yaşayacağımı düşünmek çok fazla kaygıya neden oldu. Yaşantımı belirli kurallar ile sürdürmenin hem o anımı güzelleştireceğine hem de ölümden sonraki yaşam için karlı olacağına inandırmıştım kendimi. Ancak çok fazla din ve düşünce barındıran bu yaşamda neye tutunacağıma karar veremediğim için Tanrı’ya tutunmak ve bunu onda aramak daha mantıklıydı. Tanrıyı nerede arayacaktım? Gökte, yerde, insanlarda, toprağın üzerinde dolaşan karıncada, ağaçta, tenimde ya da kendimde mi? Hiçbiri beni tatmin etmedi açıkçası. Bu sorunun cevabı Yedinci Mühür’de de olduğu gibi muallak benim için. Antonius Block ve diğer kahramanlar gibi hepimiz tanrıdan eskiden olduğu gibi bir mesaj bekliyoruz. Gerçeği öğrenmek istiyoruz. Fakat birçoğumuz içimizin tamamen rahat edeceği bir cevap alamadık ondan ve sonra şu soru belirdi zihnimizde: Dünya acılarla doluyken tanrı niye bunu sessiz sedasız izliyor?

Dünya acılarla doluyken Tanrı niye bunu sessiz sedasız izliyor?

Ölüm ile kendimizi bağdaştırdığımızda sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşıyoruz fakat ölümün farkındalığıyla bunun korkusunu da sırtımızda bir yük gibi taşıyoruz. Bu çıkmaz aslında günlük yaşantımızdaki birçok çatışmanın da sebebi bence.

Yedinci Mühür’ün kişisel potansiyelinizi geliştirmenizde ve büyük bir rol oynayacağını düşünüyorum. Elbette daha fazla anlam ve hikaye barındırıyor tüm sahneler. Film hakkında daha kapsamlı bir bilgiye ulaşmanızı da ayrıca tavsiye ederim çünkü ben burada filmin genel hatlarıyla konusundan ve bana düşündürdüklerinden bahsettim.

Jöns: “Bunları neden çiziyorsun?”
Kilise ressamı: “İnsanlara ölümü hatırlatmak için.”
Jöns: “Bu onları mutlu edecek bir şey değil ki.”
Kilise ressamı: “Neden sürekli onları mutlu etmek zorundayız ki? Onları arada sırada korkutmak da akıllıca olabilir.”
Jöns: “O zaman resimlerine bakmazlar.”
Kilise ressamı: “Evet, bakarlar. Bir kurukafa çıplak bir kadından daha ilginçtir.”
Jöns: “Eğer onları korkutursan…
Kilise ressamı: “O zaman düşünürler…
Jöns: “Ya sonra?..”
Kilise ressamı: “Sonra daha da korkarlar.”

BİTTİ.

--

--