Yeni Bir Yaşam Felsefesi Olarak: Yavaşlık

Duygu Esen
Türkçe Yayın
Published in
4 min readJul 11, 2018
Fotograf “www.trendingus.com” sitesinden alınmıştır.

Bir süre önce Medium’da ‘Hız’ın modern insan üzerindeki etkilerine bir yazı yazdım. Tamamlayıcı olacağını düşündüğüm yavaşlık felsefesi ile ilgili bir şeyler yazmak istiyorum bugün.

Günlük hayatın stresinden, büyük şehrin keşmekeşinden, koşuşturmacasından bunaldığımız; zamanın çok hızlı aktığı 24 saate sığamadığımız anlarda günün birinde “evi, arabayı satıp sahil kenarına yerleşmek” ile ilgili hayaller kurarız pek çoğumuz.

Rönesans, Sanayi Devrimi, hızlı teknolojik gelişmeler, bilgi çağı derken aslında her gerçek “modern” birey gibi olabildiğince hızlı yaşamaya ve hızlı tüketmeye başladık. 3 dk.da mikrodalgada pişen yemekler, 10 günde 30 ülke gezdiren turlar, hızlı okuma kursları, haldur huldur yapılan sporlar, özetleştirilmiş cep kitapları vs. ile hızlı olmanın her şeyden önemli olduğuna dair mesajlar alıyoruz sürekli. Yavaşlık felsefesi ise tam tersi olarak hızlı yaşama ve olabildiğince hızlı tüketmenin bireyin ruhunu da tükettiğini, faaliyetlerin bir kaygıyla yerine getirilmesi nedeniyle ‘an’ın keyfinden, şimdiki zamanın hazzından uzaklaştırdığını söylüyor. Durup biraz mola verebileceğin, ruhunu dinlendirecek etkinlikler içinde bulunmanın, bireyin yaşam kalitesini artırarak psikolojide mindfulness denilen bilinçli farkındalık felsefesinin yolunu açacağı inancına dayanıyor.

Yavaşlık her şeyi gerçek hızında yapmayı amaçlıyor. 5 dk. hazır olan yemekler yerine yemeğini kendin pişirmeyi, 10 günde 30 yer görmek yerine gidilen yerin kültürünü anlamayı, her şey dahil tatil seçeneğiyle otele tıkılı kalmak yerine yerli insanlarla iletişime geçmeyi, günde 100 sayfa okumak yerine anlayarak, özümseyerek, sesli olarak kitap okumayı kısacası zamanın insan üzerindeki baskısından sıyrılarak anın farkına vardığı zaman dilimleri yaratmasını öneriyor. Yavaşlık felsefesi, aynı anda çok şeyle uğraşmak yerine bir şeye derinleşmenin bizi daha üretken, iç ve dış doğamıza uyumlu, kendinin anın farkında bireyler olarak zorluklarla daha kolay mücadele edeceğimizi söylüyor.

Aslında bu kavram yeni değil. Milan Kundera’nın Yavaşlık” isimli kitabıyla yavaşlığa dair güzellemeler yaptığı kitabı yayınlandı 1995 yılında mesela.

Milan Kundera kitabında hız ve yavaşlık ile ilgili şu muhteşem analizi yapar:

“Yavaşlık ile anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki vardır. Gözümüzün önüne en sıradan bir durum getirelim: Bir adam sokakta yürüyor. Birden bir şey anımsamak istiyor, ama anı uzaklaşıyor. O anda kendiliğinden yürüyüşünü yavaşlatıyor. Buna karşılık az önce yaşadığı kötü bir olayı unutmaya çalışan insan, hala çok yakınında olan zamanda, sanki bulunduğu yerden hemen uzaklaşmak istiyormuş gibi elinde olmadan yürüyüşünü hızlandırır.
Varoluşun matematiğinde bu deneyim iki temel denklem biçimine girer: yavaşlığın derecesi anın yoğunluğuyla doğru orantılıdır; hızın derecesi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır.”

Milan Kundera’nın diğer çoğu kitabı gibi bu kitabı da üniversite yıllarında okudum. Kundera’nın kitapları hayatımda sahiden derin izler bıraktı, kitaplarında yer alan ve benim için ilk olan bu fikirler günlerce sarhoş gibi ortalıkta dolanmama neden oldu. Ancak “Yavaşlık” isimli kitabının ardındaki fikri o zamanlar bugün bulunduğum noktadan bakınca yeterince anlayamadığımı görüyorum. Geçen zamanda yaşadığım şeyler, hissettiklerim, düşündüklerim ise yeniden bu dizeleri hatırlamama neden oldu.

Bu doğrultuda kendi hayatımda da içten içe beni huzursuz eden şeylerden uzaklaşıp an’ın hazzını duyumsayabileceğim, öz farkındalığımı artırabilmek adına arayışa girdim. Samimiyetle söylüyorum “ooo burada yeni bir şey varmış alırım bi dal” düşüncesiyle olmadı bu değişiklikler. Kendiliğinden gelişti. Bedenimin durmasına karşın ruhumun sürekli koşması bu değişikliğe itti beni.

Kendime sorular sorduğum, sorduğum sorulara yanıtlar aradığım, değiştirmek ya da güçlendirmek istediğim yönlerimi yazdığım, hissettiklerimi not ettiğim bir defter aldım mesela. Her gün düzenli bir şekilde yazmayı deniyorum bu deftere. Bu gerçekten daha önce fark etmediğim ama gözümün önünde bulunan şeyleri görmemi sağladı. Bir şeyi dağınık halde düşünmek ve zihninde yer alan sorulara yanıt aramak ile bizzat üzerine düşünerek yazdığın şeylere yanıt aramak arasında anlamlı bir fark var. Yazınca gözünün önünde duran şeyi görmezden gelemiyorsun, cevap bulmaktan başka seçenek kalmıyor. Yazdığın şeylere aklından geçenlere hayret ediyorsun zaman zaman. Bu defter, benim yavaşlamamı, kendime dışarıdan bir gözle bakmamı biraz daha kolaylaştırdı.

Son zamanlarda hayatımdaki bir diğer değişiklik ise yogaya başlamak oldu. Bu yaşıma kadar yogaya hep mesafeliydim. Spor dediğin koşulur, engelden atlanır, cirit atılır, kürek çekilir filandı benim için. Böyle bakınca yoga benim için fazla yavaş, ağır, sıkıcı bir spor dalı gibi görünüyordu. Uzun zamandır düzenli gitmeme rağmen fitneesdan boyun ağrılarım için bir türlü sonuç alamayınca doktorumun önerisiyle yogaya başladım. Başladıktan sonra inanılmaz bir konsantre gerektiren, çok güçlü kondisyonun ve esnekliğin gerektiği bir spor olduğunu görünce ön yargılarım uçup gitti. Spor esnasında kan ter içinde kalmama rağmen spor bittikten sonra rahatlamış hissettim kendimi ilk defa.

Fotografçılığa ilgi duydum, bir makine aldım. Çok zaman ayıramadım, haliyle instagram için ‘çok cool’ fotograflar çekemedim belki ama fotografçılık içinde bulunulan anın keyfini yeniden duyumsamama yardımcı oldu. İleriki zamanlarda daha çok zaman ayırmak ve geliştirmek istediğim bir uğraş olacak bu. Acelem yok, yavaş yavaş : )

Dediğim gibi herkesin ilgi alanı, merakı, yeteneği hobisi doğrultusunda farklılaşabilir. Mühim olan bu anın keyfini hissetmek için felsefeye açık olup bol kitap okuyup vakti anlamlı kılacak faaliyetler içinde yer almak.

Sözlerimi Milan Kundera’nın sözleri ile bitireyim:

“Yavaşlığın keyfi neden yitip gitti böyle? Ah nerede şimdi geçmişin aylakları? Halk türkülerinin tembel kahramanları neredeler?”

Sevgiler.

Podcast| Youtube | Slack | Facebook | Twitter | Instagram | Kodcular

--

--