Yeni Normaldeki “Yeni” Nedir?
Tarih kütüphanesinin, toz tutmuş sayfalarını incelediğimde, “Yeni Normal” kavramının aslında yeni bir kavram olmadığını öğrendim.
Kavramı ilk olarak kullananlardan biri, belki de birincisi; Kanadalı Henry Wise Wood.
Wood, 1.Dünya Savaşı sonrası dağılan çok uluslu imparatorluklar ve değişen ekonomi için 1918 yılında yazmış olduğu yazısında “The New Normal” kavramını ele alır.
Daha sonraları Dünya’nın tamamını etkileyen, 1929 Büyük Ekonomik Buhran(Çöküntü), 2.Dünya Savaşı, Soğuk Savaş ve tüm Dünya’yı etkileyen krizlerin ardından gelecek olan dönemi nitelemek amaçlı “yeni normal” kavramı birçok kişi tarafından kullanılmıştır. Bizler de şuan içerisinde bulunduğumuz pandemi dönemi sonrasını bu kavram ile açıklamaya çalışıyoruz.
Bugünü ve geleceği daha iyi anlamak için geçmişe dönmeyi tercih ediyorum. İlk defa 1947’de yayımlanan ve Albert Camus’a Nobel Edebiyat Ödülü’nün yolunu açan Veba romanının başarısı, sadece bir salgını özgün şekilde anlatmasından değil, salgına endeksli değişen sosyo-psikolojik durumları da hakkıyla sorgulamasından ileri gelir. 1947'de yayımlanan ve bence Albert Camus’un en iyi romanı olan La Peste / Veba. Farelerden insanlara geçen bir virüs ile başlayan, Cezayir kıyısındaki Oran adlı kurgusal bir kentin nüfusunun yarısını yok eden salgını anlatıyor.
Camus romanında şöyle diyor:
“Felaket insana yakışmaz, onun için felaket gerçekdışıdır; geçip gidecek kötü bir rüyadır.. Ancak her zaman da geçip gitmez, kötü rüyalar arasında insanlar geçip gider…
“Yurttaşlarımız da başkalarından daha az ya da çok suçlu değildi; alçakgönüllü olmayı unutuyorlardı ve kendileri için hala her şeyin olanaklı olduğuna inanıyorlardı. Bu durum da felaketlerin olanaksızlığını varsayıyordu. İşlerini yapmayı sürdürüyorlardı, yolculuklar planlıyorlardı ve düşünceleri vardı. Geleceği, yolculukları ve tartışmaları ortadan kaldıran bir vebayı nasıl düşüneceklerdi ki? Kendilerini özgür sanıyorlardı, oysa felaketler oldukça kimse asla özgür olmayacaktı.”
Gelecek Geldi mi?
Geleceğin neresindeyiz? Teknolojik olarak çoktan gelen ve daha da gelecek olan dönüşümün önemli olanı kültürel olarak da gelmesiydi. Bu kültürel dönüşümün de “korona” sayesinde geldiğini söyleyebiliriz.
İçinde bulunduğumuz bu dönemde kitlesellikten daha çok bireysellik akımının revaçta olmasını değişen kültürel dönüşüme bir örnek olarak verebiliriz.
Bu dönemde çok sık kullanılan bir kelime olan “İzolasyon” kelimesinin etimolojik kökenini incelediğimizde de izolasyon- izola- island(ada) yani ana kara parçasından kopmuş uzaklaşmış, tecrit anlamlarını bulabiliyoruz. Bu kelimenin her geçen gün kullanılımın artması, kitleselikten daha çok bireyselliğe yönelimi gözler önüne seriyor.
20.yüzyıl kitlesel bir zamandı ve bizler 20.yüzyılın bittiğini bir türlü kabul edemiyoruz. 20.yüzyıl hep daha, daha hele ki 2.Dünya Savaşı sonrası “daha” üstüne kurulu bir yer. “Daha” çok üretecek, savaş sırasında daha çok mermi, daha çok uçak şeklinde olan bir ideolojiye sahipti. Savaş öncesi üretilmiş olan uçaklar ve araçlar ile savaş sonrası değiştirilmiş ve güçlendirilmiş araçlar arasında görülen fark hep “daha” fazlası istenildiği için yapılabilmişti. Bundan sonra, hep en çok izlenen televizyon olmak, hep en çok satılan kitap olmak ve en çok takip edilen gibi sürtüşmelerin içerisine girilmişti. Hep daha fazlası, en çoğu, en iyisi ve en karlısı gibi işlevinin unutulduğu, büyüklüğünün göz önüne alındığı bir yapıya geçilmişti. Bu da kitleselin en önde gidişiydi.
İlk fütüristlerden olan Alvin Toffler, bundan yaklaşık 50 sene öncesinde çevik yeni Dünya’yı şu sözlerle tanımlamıştı; “21. yüzyılın cahilleri, öğrenmeyen, öğrendiği yanlışlardan vazgeçmeyen ve yeniden öğrenmeyenler olacak” der.
Dünya’yı saran pandemi salgını süresince asla değişemez dediğimiz, altını kalın çizgiler ile çizdiğimiz durumları gözlemleme fırsatı bulduk diyebiliriz. Şirket yöneticileri, çalışanlarını denetleyebilmek ve iletişim kurabilmek için en etkili yolun, bütün çalışanları olabildiğince ofiste, kitleler halinde toplamak olduğunu düşünüyorlardı. Ancak bu durum 2020 yılının ilk aylarında çok hızlı bir şekilde değişti.
Bir sabah uyandığımızda herkes evindeki bir köşeyi ofise çevirme ve ofisteki performansını yakalama telaşına kapıldı. Çalışan kesimin büyük çoğunluğu ev-ofis (home-office) çalışmayı istediklerini dile getirseler de, bir anda gelen bu dönüşüme hiç hazır değillerdi.
Kendimizi bir anda yemek masasının bir köşesinde, her sabah ekip liderleriyle toplantı yaparken bulduk. Gürültü engelleyen kulaklıklarımız, aylardır evlerde kalmak zorunda kalan ve sosyalleşemeyen çocuklarımızın sesini engelleyemezdi. Eskiden olsa gülüp dalga geçeceğimiz, toplantının ortasında kamerada beliren çocuklar, anneler, babalar artık normalimiz oldu.
Bu süreç; iş verenlere, çalışanların hepsinin ofiste olmasa da işlerin yürüyebileceğini göstermiş oldu.
“Yeni Normal” kavramındaki yeni aslında düşündüğünüz gibi çok da yeni değil. Ama her “Yeni Normal” diye nitelendirdiğimiz dönemlerde ortaya çıkan fırsatlar ve engeller yeni.
Siz, oluşabilecek bu fırsatları önceden öngörüp cesur kararlar alabilecek ve bu fırsatların üzerine gidebilecek misiniz? Yoksa, dönüşümün çarkları arasında ezilip gidecek misiniz?