Ben ve Kendim
Türkçe Yayın
Published in
5 min readMay 27, 2017

--

YEVGENİ ZAMYATİN — BİZ

“Şu an evrenin neresinde olduğunu bilmediğim okuruma sesleniyorum.”

Ben’den vazgeçip Biz olmak… Yöneticilerin ve kolektivist öğretilerin yüz yıldır kurduğu bir hayal. Sanki bir macera. Yevgeni Zamyatin, Biz kitabının sonunda insanda düş gücünü yenecek bir yol bulmadıkça bu hayalin gerçekleştirilemeyeceğini gösterir. Bunu belki de bir yol gösterme olarak anlayan yöneticiler, çağın iletişim araçlarını kullanarak ve eğitim kalitesini düşürerek bunu gerçekleştirme çabası içerisindeler.

Bunlaaaar…

Biiiiiiizzzzzz…

Siiiiiiiz…

Zıt!

Ben, mahalle yanarken saçını tarayan orospu artık. Fazlası veya azı değil. Ne de güzel. Gündemden, politikadan, magazin çöplüğünden kendini soyutlamayı bir şekilde başarmış ve bunların alternatifini yaratarak kaliteli vakit geçiren bir avuç Ben. Biz olmayacak, kendi aralarında ve diğerleriyle pek az ortak noktası olan Ben’ler. İstisnalar.

Geri kalanlar, savunduğu değerler farklı ama savurdukları tehditlerle yöntemlerinin temelinde şiddet bulunan kitleler. Birçok kitle, birçok Biz. Herkese Siz, Biz, Bunlar, Onlar diye hitap edişimiz bundan. Tahammülsüzlüğümüz, müdahaleciliğimiz bundan. Her bir kitle tarafsız kalan ben’leri kendine katmak istiyor. Tüm kitlelerin en büyük düşmanı da onlar. Mesela, Biz’in yazarı Yevgeni Zamyatin devrimden önce çarın polisi tarafından takip ediliyordu; bolşevik devriminden sonra ise hapisteydi.

“Ferdi niteliklerin ortak özellikler durumuna gelmesi, kalabalıkların yüksek bir zeka isteyen işleri niçin beceremediklerini bize gösterir. Seçkin ve çeşitli sahalarda uzman kimselerden kurulan, bir meclis tarafından alınan genel öneme sahip kararlar, bir ahmaklar topluluğunun vereceği kararlara asla üstün değildir. Zira bu meclisler ancak herkesin sahip olduğu bu orta derece nitelikleri birleştirebilir. Kitleler, zekayı değil, vasat şeyleri bir araya toplarlar. Bir toplum Voltaire’den daha fazla zeka sahibi değildir.” — Kitleler Psikolojisi

Mütevazı görünmek için kendisinden “biz” diye bahseden insanları biliriz. Antipatik olduğu kadar, yalnızlığın ve bir başınalığın güçsüzlüğünü saklamak ve kalabalık görünmek için tekrarlanıp duran bir refleks belki de. Çoğunluk olmanın güçlü olmakla özdeşleştirildiği bir toplumda bu anlaşılabilir. Diğer dillerde durum ne bilmiyorum. Akademik metinlerde fena durmasa da günlük hayatta rahatsız edici. Belki de kutsal olduğu zannedilen metinlerde, tanrı sürekli olarak “yaptık, ettik” dediği için bazı insanlar kendilerini yüceltme anlamında da kullanıyor olabilir.

Roman, bana Ned Block’un ünlü “Çin beyni düşünce deneyi”ni hatırlattı.

Tüm Çin ulusunun dev bir robot beyni haline geldiğini düşünün. Neler yaşanırdı? Çin’de bulunan her bir kişiden, bir beyindeki bir sinir hücresini taklit etmesi istenilerek, muazzam bir “Çin beyni” oluşturulsaydı. Nöronların birbiriyle iletişimine benzer şekilde, bu deneye katılan her bir kişiye iki yönlü bir telsiz verilseydi. Bazı insanlar “efektör nöron” rölünü oynayarak dev robotun kontrolünü sağlayan parçaları olurdu, tıpkı bizim sinir sistemimizdeki bedensel hareketlerimizi kontrol eden motor nöronları gibi. Robotun hareketleri ağırkanlı olabilirdi, fakat teoride yürüme, kavga ve uyku gibi davranışlar gösterebilirdi. Çin’ in nüfusunun bazı maymun türlerinin beyinlerindeki sinir hücresi sayısı ile denk olduğu göz önüne alındığında robotun davranışlarının, bir maymunun davranışları kadar karmaşık olmasını bekleyebilirsiniz! (Kaynak: noroblog.net)

Romanda bunun kadar özgür iradeden yoksun bireyler yok tabii. Ama nihai hedef bu. Herkesin tek bir bedenin hücreleri gibi hareket etmesi isteniyor. Ya da nöronları. Sonlara doğru insanların beyinlerinde gerçekleştirilen bir ameliyat ile hayal güçleri ellerinden alınıyor. Ve tabii dolaylı olarak özgür iradeleri.

Biz’in oluşmasını sağlayanın, liderlik edenin ve çoğu zaman mensuplarının en büyük korkusu, Biz’in eleman sayısının azalmasıdır. Dinden çıkmanın cezası ölümdür. Partiden ayrılmanınki siyasi hayatın sona ermesi veya itibarsızlaşma. Taraftarı olduğun takımdan vazgeçmek düşünülemez bile.

Romandaki en büyük korku da bu. Tek Devlet, Biz topluluğunun numaralardan oluşan üyelerinin cam fanusun dışındaki bilinmeyen dünya ve insanlarca ayartılacağından korkar. Sistem gayet düzenli çalışır ama dişlinin tekindeki en ufak aksaklık çöküşe neden olabilir. İnsanların hangi saatte yemek yiyeceği, çalışacağı ve hatta sevişeceği bellidir. Düzen meraklıları her dakikanın ayarlandığı bir toplum hayali kurar.

Ahengin ve düzenin yanında olmak demek, ayrıksı otları yolmak demektir. Yabanlığın dehşet veren kanatlarıyla yükselmenin tadına varan bir beden zincirlenemeyeceği gibi, korunmak için dahi olsa camdan fanusa koyulamaz. Bedeni bu operasyonu kabul etmez, haplarla uyuşturmak ve reddetmesini engellemek gerekir. İnsan, baharda rengarenk çiçek açmayı dert edinmişse bir kere, kara çarşaflar düşlerine mani olamaz.

Otoriter rejimler toplumu bir süre sonra eğilip bükülen ancak asla kırılmayan bir cisimmiş gibi düşünürler. Aleyhe yükselen hiçbir sese tahammül edemedikleri için pratikte kendilerine de bir faydası olmayan işlere girişirler. Ancak bir gün o şey kırılır. Daha evvel yapılanların yanında gayet önemsizmiş gibi görünen bir konuda yaşanır bu üstelik. Bükülen ve eski haline geri dönen plastikte bile büküm yerinde bir iz kalır. Her bükmede bu ize yeni izler katılır ve derinleşir. Zamanla tüm o çatlaklar tek bir çatlağa dönüşür. Artık kırılma için gereken, güçlü olmasına lüzum olmayan yeni bir büküştür.

“Kendimi duyumsuyorum. Ama sadece içine kirpik kaçan göz, şişmiş parmak veya çürük diş kendini duyumsar, bireysel varlığının bilincine varır. Sağlıklı göz veya parmak ya da diş varlarmış gibi görünmezler. Yani gayet açık, değil mi? Kendi kendinin bilincine varmak hastalıktır.”

Özgürlüğümüz kötülüğümüze mi? İyiliğe ve kötülüğe gidecek birçok yol varken bir iradenin bizim için bir takım yolları elemesi bazı riskler taşır. Hangi kıstasa göre karar verecek? İnsanlar başkası için iyi olanı bildiklerini iddia ederler ama kendi hayatlarından sürekli şikayet ederler. Bireyin mutluluğu arama hakkı gibi, iyiliği arama hakkı da kısıtlanamaz. Ve ortak iyi için bazı insanların zararına hareket edilemez.

Hemen burada aklıma Facebook’un, Google’ın vb. reklam ve içerik algoritmaları geliyor. Takip ettiklerinizin arasında bile bazılarını daha öncelikli olarak size gösteriyorlar. Aslına bu hep hayal ettiğimiz “benimle aynı zevklere sahip birisi veya klonum, benim yerime filmleri izleyip kitapları okusa da ben de onun beğendiklerini tüketsem, böylece beğenmeyeceğim içerikle hiç vakit kaybetmesem”in gerçekleşmiş hali. Fakat insan yine de bu teknolojiye bir türlü güvenemiyor. Yönlendirildiğini veya bir şeyleri kaçırdığını düşünmekten kendisini alamıyor.

Kitabı 1921 yılında Rusya’da hapishanedeyken yazdı. Gizlice Almanya’ya gönderilen kitabın ilk baskısı Çekçe yapıldı. Ertesi yıl İngilizce’ye çevrildi. Yazar, kendi ülkesinde kitabı üzerindeki yasağın kalkmasını 1987’ye kadar bekleyemedi çünkü yaşadığı sefil hayat 1937’de Fransa’da sona erdi. Ülkesini terk etmesine Maksim Gorki yardım etmişti.

Romanın tüm büyük distopyalara ilham kaynağı olduğunu söylemeye gerek yok.

Her kitap gibi okuyucusuna ayrıcalık hissini tattırmak istiyor. Bu yüzden henüz önsözünde, “Ben yürümenin, marş adımı atmanın ötesine geçip uçabilenler için yazdım.” diyor.

Yaşasın birinci tekil şahıs.

--

--

Ben ve Kendim
Türkçe Yayın

Oyun ve film incelemeleri daha önce başka yerlerde yazdığım metinler. O yüzden sıralamaları ve yayımlanma tarihleri alakasız olabilir.