Zero | Sıfır

Neslihan Karalök
Türkçe Yayın
Published in
10 min readJun 18, 2020

Gidebildiğin en uzak nokta neresi?..Vardığın en yakın nokta nerede?..
Ne kadar uzaklaşabildin?..
Ne kadar yakındasın?..
Nerede duruyorsun?..

Hayata nerede başladın? O muamma; başlangıç noktası..

Doğduğun yer mi başlangıç noktan? Yoksa doğduğun zaman mı?.. Ne zaman doğdun?.. Doğum, anne karnından çıktığın an mı?.. Yoksa zamanda bir an gerçekten var olduğunu hissettiğin o an mı? Nerede başladın hayata?.. Nerede?..

Hayat, ortaya bazı denklemler koyuyor, o denklemlerin içinde yaşatıyor kendini. Bir A ve B noktası.. A noktasından B noktasına ulaşmaya çalışıyormuşçasına gidiliyor hep.. A neresi, B neresi bilmeden.. Bu A ve B noktaları içinde deneyimleniyor tüm o hayat denilen süreç de. Hayatın ortaya koyduğu tüm denklemler, hepsi bu doğru üzerinde. Bu iki nokta arasında insan kendine özgü, sahip olduğu diğer minik noktaları da tarifleyebiliyor; o zaman AB doğrusu da daha anlamlı hale geliyor. Belki A’ya dönmeye çalışılıyor belki de B’ye varılmaya… Belki A da B de aynı nokta; bu da bilinmiyor. Bilinen tek şey bir yerden başlanıp bir yere gidilmeye çalışıldığı.. Peki nereden başlanıldı?.. Nereden başladık?.. Nereye gidiyorsun?..

Hayata başladığın nokta, anne karnından doğduğun an mı sahiden? Bundan ne kadar eminsin? Yoksa bir arzunun sendeki doğum anı mı? Hayata bir arzu doğurduğunda, onun peşinden gitmeye başladığın o an mı başladığın yer?.

Arzunun peşinden gitmeye başlandığında; zaman, mekan veya duyguda da yol kat ediliyor. Kat edilen yolun ölçü birimi de gidilen kilometre değil; gidilen zaman, yada duygunun ruhta doldurduğu hacim oluyor belki. Arzun A noktası; varmak istediğin yer B.. Birçok AB doğrusu tarifi yapmak mümkün; ancak hepsinin çıkış noktası bir arzu.. Bu arzu neye benziyor? Bazen yumuşacık hayaller, bazen de sıcak evler.. İçinden nehirler geçen sıcak yerler.. Sıkıca tutunduğun, hiç düşmeyeceğini bildiğin, hep güvende hissettiren o sıcacık yerler.. Bu sıcak yerlere ulaşmak istediğin için çıkıyorsun sen de belki o yola çoğu zaman; kim bilir..

Bazen de orada ne olduğunu dahi bilmeden çıktığın oluyor yola; sadece bir hisle..

Neden gidiyorsun o yola?.. Bir şey mi arıyorsun?.. Yoksa sadece gitmeyi mi arzuluyorsun?.. Yada sadece yolun üstünde olmak mı senin için her şey?..

Zamanda bir an sana, var olduğunu hissettiren bir his.. Her şeye başladığın yer o his mi? O mu her şeyi başlatan?..

İnsan, hayatın içinde çok farklı hislerle karşılaşıyor. Çok farklı formlarda hisler.. Bazıları var ki; yeni bir yer tarifliyor içeride bir yerlerde. Sanki yeni bir yere gelinmiş gibi.. yeni bir sayfa açılmış gibi.. Zamanda bir an işte insan orada yeniden doğduğunu hissediyor. Her şeye yeniden başlıyor gibi.. Zamanda bir an gerçekten sana var olduğunu hissettiren bir his.. var olduğunu hissettiren bir yer..

İnsan içinde bir yerlerde bir boşluk varsa, o boşluğun da farkında oluyor her zaman. Belki sadece adlarını bilemiyor, ama o boşlukların yerini her zaman biliyor, sancısını hep hissediyor. Bu boşluk bazen eksik bir parçası oluyor; onun peşinde koyuluyor yola. Onu aramak, yeniden tamam olmak için gidiyor.. Bazen ise bu boşluğa bir isim dahi bulamıyor, şeklini şemalini bilmiyor; açtığı boşluğu biliyor sadece ve o boşluğu doldurmaya çalışıyor. İşte bu sebepten yolda o da.. O boşluğu doldurana kadar gidiyor.. gidiyor.. Belki de bu yüzden hala gidiyor.. Onun ne olduğunu bilmediği için hiç bulamıyor belki de.. Yada onun için de bulmak değil, yol üstünde olmak arzulanan.. Belki de o yüzden hala gidiyor; yolda olmak için..

Neden hala gidiyorsun?.. Aradığını bulamıyor musun?.. Arıyorsun ve hala! bulamıyor musun?.. Buna rağmen hala gidiyor musun?..

Aranan her bulunamadığında ne oluyor?.. Dönüp dolaşıp aynı yere mi geliniyor?.. Bazen böyle hissedilmiyor mu; dönüp dolaşıp aynı yere geliniyormuş gibi.. Bu his nasıl beliriyor? Nasıl aynı yerlerden geçilebiliyor?.. Muammalı sular..

Dünyanın dümdüz olduğu savunuldu uzunca bir süre. Ardından Galileo’yu ömür boyu ev hapsinde tutacak olan o ‘Dünya yuvarlaktır!’ fikri geldi. Ama Galileo’dan çok önce yaşanılanlarla keşfedilmişti bu düşünce. Eratosthenes, Mısır’da Nil Nehri sorunlarını çözmeye çalışırken diktiği çubukların gölge boyları arasındaki farka bakarken çoktan çözmüştü Dünyanın yuvarlak olduğunu; ama bilmiyordu bunu. Her şey bir yolculukla başlamıştı. Kristof Kolomb, Amerika’yı keşfettiği yolculuğunda dünyanın bir gizemini daha deneyimleme yoluyla keşfetmişti. Dünya yuvarlaktı.. Dünyanın neden yuvarlak olduğunu düşünmüştü?..

Ferdinand Magellan 1500'lerin başında bir yerden yola çıktı ve yine aynı yere vardı.. Gidebildiği en uzak yer yine en yakın yeri oldu. Dönüp dolaşıp aynı yere geliniyordu, sadece dünyada değil; kendi hikayelerinde de. Başladığın da vardığın da aynı yer mi senin de?.. Sanki bir çember çiziyorsun hayatta; başını ve sonunu bilmediğin bir çizginin üzerinde. Bu çizginin üzerinde dönüyorsun hayatı. Belki bu sebepten yine aynı noktalardan geçiyorsun. Bir arzunun peşinde çıkıyorsun yola; onu gerçeklemek için gidiyorsun.. gidiyorsun.. Ona ulaşana kadar gidiyorsun. Ona ulaşamadığın yere kadar gidiyorsun.. Aramak için gidiyorsun.. Gitmek için gidiyorsun..Yol; çizgin, çemberin.. Belki defalarca aynı yerden geçiyorsun; ama fark etmiyorsun. Hep ileri doğru gidiyormuş gibi gittiğinde belki de aslında hep geriye doğru gidiyorsun, kim bilir. Bu çember başı ve sonu olmadığında, arzunun biçimlendirdiği bir yolmaktan başka ne şimdi?.. Zaman bile geçmiyor belki.. Belki geçen sadece sen.. Bu çember öyle bir çemberken, başını sonunu tayin etmek nasıl mümkün olabilir ki?..

Peki o geçip giderken, bu noktalardan hep aynı mı geçiliyor?.. Aynı yerden geçmek mümkün gibi görünse de oralardan aynı geçebilmek ne kadar mümkün?.. Noktalar sabit kalıyor farz ederken, kendimizi de sabit bir nokta olarak tanımlamamız mümkün mü? Etrafta bu kadar olay olurken ne kadar aynı kalınabilir ki.. Her temasla bir şeyler değişmiyor mu içeride.. Gördüklerinle, hissettiklerinle bir parça daha büyüyor, onlarla çoğalıyorsun ve dönüşüyorsun zamanla birlikte.. Zaman, sen ve hissettiklerin.. Bu da işte senin denklemin.. Her bir değişkenin birbirine bağlı olduğu bir denklemler zinciri.. Çoğaldığından emin olduğun bir düzlem.. Etrafta bu kadar şey görüyorken çoğalmamak nasıl mümkün olabilir ki.. İzlediğin bir film sende iz bırakırken, Taşkışla gibi bir binada dolaşırken, İstanbul’un birbirinden farklı sokaklarında gezinirken, yumuşak rüzgarlı bir havada güneşe bakarak yürürken, deniz kenarında biriyle birlikte suya doğru şiir okurken çoğalmamak nasıl mümkün olabilir ki.. Sen hep bir değişim içinde.. Deneyim dediğin her şey çoğalışın, şu andaki haline dönüşümün.. Her daim bir değişim içindeyken nasıl aynı noktadan geçilebiliyor?. Her şey değişirken bu yer nasıl aynı kalabiliyor? Yada asıl soru belki de; neden aynı kalıyor?..

‘’Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıdır.’’

Başladığın yerin neresi olduğunun ne kadar farkındasın?.. Yine aynı yerdeyim dediğin o yer mi yoksa?.. O yer nasıl bir yer? Alıştığın, güvendiğin, sarmalandığın bir yer mi? Yoksa seni acıtan biri mi? Orada ne var ki sen hep oradan geçiyorsun? Orada ne var?..

Çözülemeyen matematiksel sorularda biraz zaman geçtikten sonra yeniden o soruya geri dönülmesi söylenirdi çözüm yöntemi olarak. O zaman o soru çözülebilir hale gelirdi. Bu soru bazen bir türev sorusuydu bazen de bir analitik geometri. Yöntem, zihinde o sorunun sindirilmesiydi sanırım. Biraz zaman geçtikten sonra, o ilk esnada çözülemeyen soru bir parça çözülebilir hale geliyor. Hayatta da olan biraz böyle bir şey olsa gerek; çözülemeyen bazı şeyler oluyor ve bu çözümsüzlük hali ortamdan uzaklaştırıyor kişiyi. Ardından zaman geçiyor; o düşünce zihinde sindirildikten sonra çözümüne dair bazı alternatifler oluşuyor ve kişi oraya, yarım bıraktığı yere dönmek istiyor elindeki çözümlerle. Bazen bilinçli olarak bazen de bilinçdışı. Her zaman böyle mi bilinmez ama hayatın bir kısmında bu yaşanıyor.. Yarım kalan yer tamam olmak istiyor.. Yarım kalan yer, zihinde sindirildikçe nasıl tamam olabileceğine dair çözümler buluyor.. Yarım kalan yer sadece tam olmak istiyor.. Bu yüzden bazen dönüp dolaşıp aynı yerlere geliniyor..

Tüm mesele bu çizginin üzerindeki o yolculuk belki sadece.. Seni yolculuğa çıkaran o arzu ne?.. Bazen bir düşünce.. bazen de aşk belki de.. Her yolculuğun özünde sadece aşk vardır belki sadece.. Kim bilir.. Aşk’la başlayıp aşk’a mı varmaya çalışıyoruz?.. Yolda bulduklarımız yine aşk mı oluyor?.. yoksa her şey aşk’tan mı oluyor?.. Aşk ne?.. Belki de tüm soruların cevabı burada saklı. Arzulanan her şey aşktan mı yoksa?.. Arzulara duyulan bağlılık.. onları çok isteme.. onlara ulaşmaya çalışma serüveni.. yol.. Sanırım hepimiz bilmeden bir yolculuktayız sadece. Magellan Portekiz’ın kıyısından başladı yolculuğa, en büyük arzusunun peşinden. Kolomb da öyle. Kolomb, ne kadar uzağa giderse gitsin en başa döneceğini ispat etmeye çalışıyordu.

Hepimizin çıktığı yollar var; anlamaya çalıştığımız yada anlamlandırmaya.. Yolun üstündeyiz bazen, bazen de ta en başında.. Gittikçe başa döndüğümüz zamanlar da oluyor, yada hep geri geri gittiğimiz.. Bizleri yola koyanın ismi ne bilinmez ama bunun bir arzudan olduğu aşikar.. Arzunun kendine şekil bulduğu hali olan ‘’duygu’’ ise bizleri yola çıkaran kendi hayatlarımızdaki başlangıçları tarifliyor. Bu başlangıçlar her birimizin sıfır noktası.. Her şeye başlanılan nokta.. Zamandan mekandan bağımsız, belki de sadece bir duyguya bağlı olan o nokta.. Tek değişkenin duygu olduğu bir yer.. Yere sağlam basan, bastığı haliyle de bir yer tanımlayan senden bir parça. Geri dönüşlerin de yine kendinden olan o parçaya doğru.. Her duygu bir sıfır noktası buldu; her sıfır noktası kişiye özgü bir yer oldu. Sıfır aslında oldukça basit haliyle, sana bir yer tarifledi; ‘’başlamak’’ isteyen için bir başlangıç noktası..

Sıfır noktası; her şeyin herkese göre başladığı bir noktada. AB doğrusunun kişiye göre başladığı farklı sıfır noktaları.. Herkesin kendi sıfırları oluştu hayatta. Magellan için Portekiz kıyısı, Kolomb için İspanya. Oradan başladı doğru üzerinde akmaya. Bu sıfır noktalarının isimleri değişti; hayatlara göre anlamları değişti; ama koordinatlar hiç değişmedi. Her tökezlenildiğinde, her yeni bir şey yapılmak istendiğinde, her umut doğduğunda, her umut öldüğünde, herkes kendini hem bu kadar aynı, hem bu kadar farklı bir sıfırda buldu. Sıfır; temizdi.. duru.. dingin ve sakindi.. Herkesin baktığında kendi rengini gördüğü yerdi.. Aradığını bulduğu sığınak.. Yeniden başlama noktası.. En başa dönüp yeniden deneme şansı.. Sıfır her şeyin durduğu nefes aldığın, düşündüğün zaman.. Sen nasıl yorumlarsan, ne umarsan işte orası.. Hayallerini inşa ettiğin bir nokta. Sıfıra ne kadar yakınsın?..

Sıfırı ilk kimin bulduğu net bilinmiyor kaynaklara göre. Avrupa’da ilk kez İtalyan matematikçi Leonardo Pisano Fibonacci’nin kullandığı söyleniyor. O dönemde Hindistan’ın matematikte çok ileride olduğu bilinir. Hint felsefesi açısından sıfır çok önemlidir. İçi boştur; yani temizdir. Çevresindeki çember ise hayat döngüsünü simgeler.

Zero yani sıfır; içinde birçok anlamı barındıran, ilham veren bir nokta.. Aynı anda hem hiç hem her şey olan yer.. Her olasılığa, her fırsata, her şeye eşit mesafede bulunulan özel bir konum.. Nötrlüğü sayesinde bu noktada bulunan kişi, her zaman kendi şansını seçtiği yönde tarifleme olanağına sahip. Her olasılığa eşit mesafede bulunulmasından da önünde birçok ihtimale sahip olma şansını da tanıyor.

Sıfır; X,Y,Z koordinat düzleminde orjini tarifler. Her üç boyutun kesiştiği başlangıç noktası. A noktanın neresi olduğunu hala bilmiyorsun belki de; ama 0 noktanın neresi olduğunu sen belirliyorsun. Her şeye başladığın yerin neresi olduğunu sen kendin inşa ediyorsun. Peki o yer neresi; ne kadar biliyorsun?.. Bulabildin mi kendi sıfırını?.. Sana ilham veren her şeye yeniden başlayabildiğin o yeri?..

2. Dünya Savaşı sonrası Almanya’da oluşan ruhsal tahribat sonrası bir grup ressam halkın acısını bir parça olsun azaltmak için sanat işleri üretmeye başlıyorlar. Kendilerine Zero diyorlar. Birkaç yıl önce Sabancı Müzesinde sergilerini izleme şansım olmuştu. Uzun saatler sürmüştü serginin tamamını görmek. İşlerin çokluğundan değil; derinliğindendi bu uzun seyir.. Halkın acısını anlatan ve bu acıyı iyileştirmeye çalışan işler.. Heinz Mack, Günter Uecker ve Otto Piene öncülüğünde bir araya gelmeye başlamış sanatçılar. Her şey en baştan başlayabilirdi onlara göre de. Hedeflenen, her şeye yeniden başlanabileceğini göstermekti. Sanat da baştan başlayabilirdi. Savaş bitmişti, hayat da yeni bir sayfa açılarak başlayabilirdi. Bunu anlatmak istemişler uzunca seneler. Kullandıkları en büyük araç da ışık.. Bu oluşuma dünyanın her yerinden sanatçılar eklemlenerek devam etmiş akımları ve dedikleri de olmuş yepyeni bir sayfa açmışlar istedikleri yerde. Bazen her şey tek bir fırça darbesiyle başlar.. Hepimizde var o fırçalardan..

‘’Zero sükunettir.

Zero başlangıçtır.

Zero yuvarlaktır.

Zero kendini döndürür.

Zero aydır.

Güneş Zero’dur.

Zero beyazdır.

Çöl Zero’dur.

Gökyüzü Zero’nun üstündedir.

Gece Zero akar.

Göz Zero’dur.

Burun.

Ağız.

Öpücük.

Süt yuvarlaktır.

Sessizdir.

Süzülendir.

Ben Zero yerim, Zero içerim, Zero uyurum, Zero uyanırım, Zero’yu severim.

Zero güzeldir.

Dinamo dinamo dinamo. Baharda açan ağaçlar, kar, ateş, su. Deniz.

Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, indigo, mavi, pembe Zero.

Zero gökkuşağıdır.

4 3 2 1 Zero.

Altın ve gümüş.

Ses ve duman.

Harikalar sirki.

Zero sükûnettir.

Zero başlangıçtır.

Zero yuvarlaktır. Zero

Zero’dur.’’

Her şeye yeniden başlamak mümkün.. Günler kendi içinde birer döngü.. Gündüz başlıyor; gece bitiriyor ve yeniden gündüz başlıyor; gece bitiriyor.. Her gün bu döngü bir başlayıp bir biterek kendini tekrar ediyor. Her gün, yeniden başa dönüyor.. Biz de günlerle birlikte yeni sayfaların başına dönüyoruz. Bu sayfalarda kendi başlangıçlarımızı arıyoruz.. Bu bazen umut oluyor, bazen hayallerin oluyor, bazen de bir aşk.. O esnada neye ihtiyacımız varsa; sıfır, o oluyor. Bu yüzden sıfırı doğru okumak lazım.. Her şeyin mümkün olabildiği zamanda tek an orası belki de.. En cesaretli olduğun, belki de en çok korktuğun, yada en mutlu olduğun yer.. Çıktığın yolda, her kaybolduğunda seni kendine geri çekip başladığın yerin neresi olduğunu hatırlatan bir yer.. Seni sen yapan, her şeye başladığın yerdir çünkü. Başladığını hissettiğin yer.. Nefes almaya başladığını, hissettiğini, yeniden umutlandığını, bir şeylerin daha farklı olabileceğini, yeniden sevebildiğini, şimdi kazanabileceğini, kaybetmenin yeni bir şey denemene fırsat tanıdığını hissettiğin yer.. Bir şeye başladığın yer işte, en cesur olduğun yerlerden biri.. sırf başlayabilme cesaretini gösterebildiğin için.

Sıfır, nötr bir yer. Aynı anda hem her şeye hem de hiçbir şeye sahip olduğun nokta. Tüm olasılıklara eşit mesafede. Her yere aynı mesafede, seçimin sana ait olduğu bir yer.. Her bir seçime eşit uzaklıktasın, hangisini seçeceksin şimdi?.. Burası özgür olduğun bir nokta; istediğini seçebilirsin.

Sıfır dendiğinde insanın algısında olumsuz hisler oluşturuyor ya bazen; bu, sıfırı hangi noktasından tuttuğunla alakalı.. Sıfır, bu esnada seni yansıtıyor işte. Sen hangi yolu seçiyorsun şimdi?..

--

--