Zincir Kıran

Enes Sekizsu
Türkçe Yayın
Published in
5 min readMay 3, 2020
© Erich Hartmann/Magnum Photos (1985)

Beş gün beş gece, aralıksız bir şekilde düşündüğüm planımın sonuçlarını elde etmemin vakti nihayet gelmişti. Her anımda, halihazırda basit olan planımı biraz daha kusursuzlaştırmak istiyordum. Bu işe öylesine kafa yoruyordum ki ne gündüzünde okul sıralarının gerekliliklerini ne de gecelerde göz kapaklarımın beklentilerini karşılayabiliyordum. Bu durumu bir takıntı olarak kesinlikle görmemek lazım. Yalnızca, kimi önlemlerimi hazırlamış olarak bu işe koyulmam gerekiyordu ve aslında çoktandır olması gereken bu olayı, hakkıyla gerçekleştirirken çıkabilecek kimi aksaklıklara önlem almamı okulumun şartları zorunlu kılıyordu. Bana kalmış olsa, bu iş çoktan bitmiş, konuşulmuş ve unutulmaya başlanmış olacaktı. Bir öğretmenin çantasından, ülkeyi karış karış gezseniz bile birkaç yerde belki bulabileceğiniz bir dolma kalemi yürütmek benim için doyumsuz bir haz yaratsa da başta pek sevgili edebiyat hocam olmak üzere diğer okul mensuplarında, hatta ve hatta işin büyümesiyle şehirdeki insanlarda, onun ardından da ülkenin her karışında aynı etkiyi yaratmayabilirdi. Kalemin ne denli mühim olduğunu anlıyorsunuz ya, hazırlıksız bu işe koyulamazdım. Bu iş için hatırı sayılır nedenlerim de vardı, hayatıma dair hiçbir şeyi nedensizlik içinde bırakmadığım gibi bunun için de pek mühim nedenlere sahiptim. Kalem, mutlaka onu hak eden bir insanın elinde yıllanmalıydı. Okulun yalnızca sigara içilmek için kullanılan tuvaletinin müdavimlerinden tutun da toplasan iki elin parmaklarını geçmeyecek kütüphane bağımlılarına kadar kime sorarsanız sorun, kalemi hak eden kişinin edebiyat hocamızın olmadığını öğrenebilirdiniz. Onlarla bunun üzerine konuşma fırsatım olmadı fakat öyle sanıyorum ki gerçekleri görme hususunda yalnız değilimdir. Hocamız olacak adamın, ismini anmak dahi istemiyorum, bu kalemi kullandığından bile şüpheliyim; oysa etrafına böylesine gün batımından kızıllıklar saçan bir dolma kalemin kapağı hiç kapalı tutulur muydu, bir bende olsaydı, yalnız ve yalnız yemek aralarımda kendisinden ayrı kalırdım ama şimdi üzülmenin lüzumu yok, yakın zamanda, birkaç güne benim ellerimden kağıtlara merhaba demeye başlayacak.

Bir hırsızlık olayının okulda duyulmasıyla ortaya çıkması gereken halin neler olduğunun farkındayım, fakat başarıları dillerden düşmeyen okulum, güzel ülkemin küçülmüş de şehrin bir kenarına sıkıştırılmış hali gibidir. Bunu idrak etmem ise ne yazık ki bir anda olamadı. Aklı ufak tefek dünya işlerine ermeye başlayan her insanın fark etmesi gereken fakat ne hikmettir ki, kimselerin ayırdına varamadığı bu durumu, ben de zamana yayılan kimi olayların silsilesi sayesinde anlamaya başladım. Gözlerimle görmesem bahsedecek değilim, üstelik o ana kadar kalemi izinsizce evimin ve defterlerimin daimî dostu yapma fikri de hiç aklımda yoktu. İşleyen zincirinin bir parçası olmak ya da zinciri kırmak, ama anlaşılan o ki zinciri kırmak için öncesinde zincirin bir parçasıymış gibi görünme mecburiyeti; işte bu da kalemi almamı kaçınılmaz kılan başka bir neden.

Böyle bir kaleme uzun yıllar hatta belki de hayatım boyunca sahip olamayacağımı düşünerek derin derin iç çekerdim. Bu halde dolandığım günlerin birinde, ki aslında derste olmalıydım, idareye ait olan koridorun normal zamanlardan daha sessiz olduğunu fark ettim. Sıradan bir günde mutlaka bir idareciyi değişik vaziyetlerde görebildiğiniz bu yerde şimdi yeller esiyordu. Bazen yeni iş bağlamışçasına zaferle el sıkışan esnaf, bazen yüksek faizleriyle kredi vermiş bir bankacı ve buna benzer bin bir hal ile sizlere gözükebilirlerdi. Bu sessizliği, müdür odasının neye benzediğini öğrenmenin vaktinin geldiğine dair bir işaret olarak gördüm ve koridorun dibine doğru yolculuğa çıktım. Öğlen yemeğine ek olarak yeni bir saatin okulumuzdaki varlığını o gün öğrendim; koridordan gelen yemek kokularının bazılarını evvelden tatma şansına sahip olmadığımdan isimlerini tahmin edemedim. İçlerinden bildiğim bazı yemeklerin hayaliyle müdürün kapısına iyice yaklaştım, vardığımda ise sohbetin en güzel yerini yakalamış olmanın mutluluğu bütün o yemek hayallerimi silip atmıştı.

— Eee… İrfan Bey, ne diyorsunuz bu işe? Herhangi bir sorun çıkmaz umarım.

— Yok, yok… Sizin içiniz rahat olsun, yeter ki yazdığınız çeki tahsil ederken bir sorun yaşamayalım. Gerisi kolay iş. Bir dilekçe yazıp durumu anlatacağım ardından yeni kitaplar hemen yola çıkmış olur zaten. Bu iş kâğıt üzerinde ne yazıyorsa öyledir, kitap az gelmiş yazıyorsa az gelmiştir.

— Pekâlâ, o halde her dönem böyle yapamayacağımıza göre şimdi fırsatımız varken belki de biraz daha yüklenmeliyiz bakanlığa, ne dersiniz?

— Yok, yok… Hiç gereği yok. Siz bana bırakın. Akıllara başka bir şey getirmeyecek şekilde düzenliyorum evrakları. Kaç yıllık tecrübem var, rica ederim güvenin biraz bana.

Konuşmaları duyduktan sonra odanın neye benzediğini görme isteğim saman alevine döndü. İçeride var olan düzeni tahmin etmek pek güç değildi artık; bir saraydan herhangi bir odayı andıracağına emindim. Ne işlerin döndüğünü anlamam için üzerine biraz düşünmem gerekti. Dönüş yolumda, birkaç dakika içinde nasıl becerdilerse, yemek kokularından eser yoktu. Bu adamlar bizimle iki saat öncesine kadar yemekhanede olan adamların başka suretleri olsa gerek, yoksa bu denli aç olan insanları doyurmaya kimin gücü yetebilirdi ki.

Bu okulda geçen dört yılımın ardından kimi dönemler aklı biraz çalışan insana bile saçma gelecek bir nedenden dolayı derslerin geç başladığı o günler aklıma geldi. “Çocuklar, bakanlığın gönderdiği kitaplarda ne yazık ki bazı eksikler var. Bir hafta içinde kitaplarınız gelecektir, siz hiç merak etmeyin.” Düzenin nasıl işlediği anlamak için üzerine biraz daha düşündükten sonra nihayet zihnimde taşlar yerine oturmuştu. Çarkların böyle döndüğünü öğrenmemle, adı gereksiz herifin çantasında süs eşyasından öteye gitmeyen dolma kaleme sahip olma süremin düşündüğümden daha az olduğunu anlamam bir oldu. İçimde, günden güne dizginlenemez bir heyecan yükseliyordu. Demek ki bazı şeyleri elde etmek için kitapta yazmayan kuralları geçerli saymak gerekiyordu. İnsanların saygın bir kişi olarak gördüğü Müdür Bey şimdi gözümde gerçekten bir öğretici olarak yükseliyordu.

Bu öyle bir olay ki, mutlaka devamını gerektiriyordu. Kalemi almış olmakla her ne kadar bir huzura kavuşacak olsam da bunun daimî olması için başka ihtiyaçlarım da olacaktı. Gecenin bir vakti, ansızın mürekkebimin bitmesiyle bende meydana gelebilecek sinir krizlerinin önüne geçmek için bolca mürekkep şişesi depolamalıydım. Benzeri bir durumu, kağıtlarımın bitmesiyle de yaşamak istemezdim. Gelin görün ki, benim gibi beş parasız bir öğrenci için bu saydıklarım ciddi yükler anlamına geliyordu. Bu sorunları aşabilmem için düzenin oturmuş olması en önemli noktaydı. Herkesin alıştığı bir hal aldıktan sonra hiç kimse bu eşyaların eksikliği yüzünden kapımı çalmazdı.

Planın ilk aşaması en kritik noktasıydı. Dönem sonu sınavlarının başlamasına sayılı günler kaldığında öğretmenler odası tüm yüksek not meraklısı öğrenciler ile dolup taşardı. Bu kalabalıktan herkes nasibini alırdı, özellikle öğle vakti kimsenin başını kaşımaya bile fırsatı olmazdı. Ben ise bu esnada usul usul öğrencilerin arasına girecek ve birkaç dakika içerisinde elimi, adı lazım gelmeyen hocamızın çantası içinde gezdirmeye koyulacaktım. Ah, kalemin tenime ilk değdiği anda yaratacağı ürpertiyi plan aklımda dolanırken bile hissedebiliyordum. Bu esnada yakalanma ihtimalimi çok düşük görsem de olur da bir disiplin kurulunun karşısına çıkarsam sakinliğimi koruyabileceğime emindim. O an geldiğinde, disiplin kurulunun pek sevgili beş üyesi, öncekilerde görmeye alışık olduklarını bu sefer göremeyecekti. Başım, halının üzerinde gezinen böcekler var mı yok mu diye aranmak yerine, -ki okulun uyduruktan bir odasında ne diye böylesine haşmetli bir halı olur, hiç anlamış değilim- kara, uzunca masalarına sıra sıra kurulmuş bu beş kurul üyesine doğru olacaktı ve herhangi birinin dolma kalemin ne denli mühim olduğu konusunda idrak sahibi olduğunu düşünmediğimden, gelecek olan cezamın da üst seviyelerden olmasına şaşırmayacaktım. Bu kalem olması gereken yerde olmalıydı.

İşte, şimdi eminim ki, gelecek günlerde, bu dolma kalemle yazdığım tefrika romanı gazeteye yollamak için gecenin ıssız bir vaktinde hocalara gelen mektuplardan neden pul aşıracağımı daha iyi anlıyorsunuzdur. Sonu gelmeyen bu bataklıktan çıkmak adına bir uğraşın son adımlarına yaklaşıyorum. Biraz güçlendikten, kendi ayaklarımın üzerinde yere olabildiğince sağlam bastıktan sonra, çarktan ayrılacak ve artık çarka çomak sokmam için gereken adımları atmaya başlayacaktım. Birkaç evi, biraz arabayı, bazı banka hesaplarımın izinin sürülemez hallerini ve yeri çok mühim olmasa da denize kıyısı olmasıyla pek mutlu olacağım birkaç Ege bölgesi arazisini çarkın benden götürdüklerine kefaret olarak sayacağım, elbette ki buna hakkım vardı.

--

--

Enes Sekizsu
Türkçe Yayın

En sevdiğimdir güvenmek maviye. Sonrasında, bir maviyi suya katmak. Öyküler.