Photo by Meritt Thomas on Unsplash

Zolf!

Rumeysa Bulut
Türkçe Yayın
Published in
3 min readOct 12, 2023

--

Bu insanlar içinde ben, diye düşünüyorum tren garında benimle bekleyen güruha bakıp; insan olduklarına iman eden ama insanca yaşamayı bilmeyen bu insancıklar ya da aslında insanlık mefhumunun tadına bir kere bile varamamış kadar zavallı insan taslakları yahut bir eksikliğin, boşluğun farkında olarak hayatını sürdüren ve ne aradığını, içten içe neyi özlediğini bilmeden insanlığın nahif sevgisi ve merhametine aç olan zavallıcıklar; tüm bunların yanında en arkada, ötelenen, ötekileştirilen, zaman zaman nefret edilen bir nüsha, yaşamanın tadına varıp onu arayanlar; ne olduğunu bilmeyen, bilse de uygulayamayan, uygulasa da anlamayan, anlasa da korkan bu bucaksız topluluğa ha alçaktan ha yukarıdan bakan o kaşifler.

Yerlerimizi almadan önce düşünüyorum ki ben hangisindenim bu nev’ilerin? Benim kavmim nerede, nereye yerleştirmeli beni?

Bu bir tren. Bu bir yol.

“Ölüyoruz demek ki yaşanacak.” dizeleri kazınmış tren vagonlarının her penceresine. Bizden önceki yolcuları tanımıyorum ama yol, şimdiden üzerimde bir ağırlık yapıyor.

“Yola çıktık, demek ki gidilecek.” diye düşünüyorum. Benzerlik tüylerimi ürpertiyor. Kafamda kavramların savaşı cereyan ediyor. Jung’dan İsmet’e, dualizmden pragmatizme, hatta Şeyh Galip’ten Bach’a koşuyorum.

Benim kavmim nere? Benim adım ne? Benim galibiyetim nerede?

Tüm yolcuları bilirim, hepsini sever aynı zamanda nefret ederim. Biri benden az ben, biri benden çok ben diye, birinin adı var ve kavmi güçlü diye, daha aydın daha karanlık diye…

Bu insanları tanırım: yol arkadaşlarım. Annem, babam, atam, bilinçli bilişim, bilmeyişim oldular.

Bir ıslık duyuldu. Yan kompartımandan biri atıldı, bir adam girdi içimize koşarak. “Berbadem!” diye haykırdı.

Ermişler geldiler, bir kalem kâğıt verdiler bana da. Payıma düşen, onca şey içinden yalnız bir kalem bir kâğıt mı olacak dedim. Yol arkadaşlarım indiler teker teker. Yalnızlıktan kendimi doğurdum. Benden bir tane daha, sonra bir tane daha oturdu yanıma. Kavga ettik, seviştik, bir olduk üç olduk. İntihara teşebbüs ettik, yolculuğu menzile varmadan bitirmek istedik. Ben koşmayı öğrendim, bir ben susmayı öğrendi, bir diğer ben düşünmeyi öğrendi.

İçinizde en yaramaz benim, dedim.

Berbadem, dedim

Bir şarkı tutturduk sonra.

Yol akıp gidiyordu.

El salladık arkalarından; gözyaşlarımız ağıt yakarken diğerleri sustu, ben de sustum.

Yol içimde çöle doğru çevirdi rotasını. Hiç mi vaha yoktu bu içimdeki yolda?

Bu kadar yol gitmiş belki bir o kadar daha gidecektim.

Bir damla bile su yok muydu içimdeki sahrada benim?

Tren duracak gibi oldu. Biz inecek gibi olduk. İnseydik de ayağımı vursaydım kuma “SardarKu!” diye haykırsaydım fışkıracaktı şehrin damarlarını keserek öfkem kuzguni saçlarından sahranın.

Oysa biz inemezdik. Şehrin damarlarını kesemezdik.

Ermişler gelirdi arada, dize getirmek için silkerlerdi aklımın köşelerine bulaşan tozları. Bir şarkı çalardı sürekli. Biz kavga ederdik: ben, ben ve yine ben.

“Bu geleni tanımazsın.” dedi bana ben. “Bu şehre koşarak girenlerden. Bu kendini siper edenlerden. Haklı olduğu davaçün gökyüzüne mızrak gibi dikilenlerden. Denizi bir balığın karnı gibi yaranlardan. Tacı tahtı bırakanlardan. Fikrimizde filizlenen bir beyaz el, o. Kimisini trenden atılmadan önce yakalayan şifacılardan. Firdevs’in kapısına nakşolunanlardan. Kalbini kurban edebilenlerden…”

Bu şarkı bizimdi ama. Bu nisyan, bu çığlıklar bizim saksağan ruhlarımızda.

Birimiz sustu, şarkı tüm bunlar olurken devam ediyormuş onu anladık. Henüz kimse inmemiş, ben hiç doğurmamışım başka bir ben.

Sadece altı dakia geçmiş belki de altı yüz yıl.

Tanıdık yolculardan biri haykırdı camdan sarkarak “Bakın,” dedi “Bir adam girdi şehre koşarak…”

Tren durdu, ermişler bizi götürmeye gelmediler. Çünkü bir adam girdi şehre koşarak.

Ve bu adam biz değildik.

Hayır, biz şehirdik o ulağı için için bekleyen.

(Nisan 2019, Sebilürreşad dergisinde yayımlanmıştır.)

--

--