Çince Odası ve Yapay Zeka

Adem Efe Devrez
TechSheet
Published in
5 min readJun 11, 2023

Diyelim ki bir gün bir odaya götürülüyorsunuz. Odada bir masa, bir kitap ve iki tane küçük pencere var. Masaya oturuyorsunuz ve kitabı açıyorsunuz. Kitapta Çince harfler ve her bir harfin yanında başka bir harf bulunuyor. Sizi odaya getiren görevli “Birinci pencereden içeri bir kağıt girdiğinde kağıdı al ve Çince her bir harfin yerine bu kitaptaki harfi yaz, sonra kağıdı ikinci pencereden uzat.” diyor, siz de tamam diyorsunuz. Çince bilmiyorsunuz ancak bir harfin yerine ne yazacağınızı bildiğiniz için bu sorun değil.

Birinci kağıt geliyor ve siz her bir harfin karşılığı olan kelimeleri yazıp veriyorsunuz. Ardından başka bir kağıt geliyor, siz yine aynı şeyi yapıyorsunuz ve bu böyle gidiyor. O sırada dışarıda olan ve sizle Çince konuşan kişi “Vay be, içerideki kişi gerçekten de Çinceyi çok iyi konuşuyor.” diyor. Ama aslında siz Çince bilmiyorsunuz. Yalnızca size verilen verilere uygun çıktıyı yazıp veriyorsunuz. Ne konuştuğunuzu dahi bilmiyorsunuz.

İşte bu, bu yazımda bahsetmek istediğim Çince Odası düşünce deneyi. Bu deney bize Yapay Zeka hakkında ne anlatıyor? Güçlü ve Zayıf Yapay Zeka nedir? Bilgisayarlar gerçekten düşünebilir mi?

Çince Odası Deneyi

Bilimkurgu eserlerinde gösterilen Yapay Zeka’ya hepimiz aşinayızdır: bazen insanlara karşı isyan ederler, bazen uzay gemilerini yönetirler, bazen de dünyayı ele geçirirler. Tıpkı insanlar gibi düşünebilen, duyguları olan makinelerdir bunlar. Hatta çoğu zaman insanlarla aralarındaki tek fark insan değil robot olmalarıdır, yoksa tamamen aynıdırlar. İşte bu yapay zeka tanımına Güçlü Yapay Zeka denir: işlediği veriyi aynen bir insan gibi anlayan ve özümseyen, insani bir bilince sahip olan, neredeyse makinenin ruhudur. Peki bu tanım gerçekle ne kadar uyuşuyor?

Yapay Zeka’nın bilincine, “ruhuna” karşı çıkan insanlar, bu anlayışın kurgusal ve eğlence değeri olsa bile gerçek yapay zekayla uyuşmadığını savunurlar ve Zayıf Yapay Zeka tanımını ortaya atarlar. Bu tanıma göre Yapay Zeka kendisine verilen bilgiyi işler ve belirli bağlantılar kurar ancak bu işlem sırasında herhangi bir anlayışa varamaz, herhangi bir niyet sergileyemez. Basitçe kendisinden beklenen davranışı sergiler ve bu bundan ibarettir: hatta bu yüzden adı Yapay Bilinç ya da Yapay Ruh yerine Yapay Zeka’dır, çünkü zeka budur.

Bu yazının başında anlattığım Çince Odası düşünce deneyine geri dönelim: siz Çince karakterlerin karşılıklarını yazıp veriyorsunuz ancak ne yazdığınızı, karşınızdaki kişi ile ne konuştuğunuzu biliyor musunuz? Bu konuda herhangi bir anlayışa sahip misiniz veya konuştuğunuz konuda bir niyetle hareket edebiliyor musunuz? Cevap hayır, hayır ve hayır. Dışarıdaki kişi her ne kadar “İçerideki kişi ne kadar da güzel Çince konuşuyor.” diye düşünse de bu bir yanılgıdan, bir ilüzyondan ibaret. Aynı şekilde biz ne zaman bir yapay zekaya bakıp “Ne güzel de makale yazmış, roman yazmış, program yazmış.” diye düşünsek de ortadaki tek şey o yapay zekaya verilen veri setlerinden doğan bir sonuçtan ibaret.

Bu neden önemli? Pek çok sektörde ama özellikle de yazılım sektöründe ilginç bir sorun var: her gün yeni Yapay Zeka teknolojileri üretildikçe özellikle bu sektörlere yeni başlayacak insanlar “Neden bu sektöre dahil olayım ki, beş on yıla yapay zeka yüzünden bu sektör bitecek.” tarzı düşüncelere kapılıp heveslerini kaybediyorlar. Çoğu zaman bu yüzden hedeflerinden vazgeçiyorlar ve sektör bir kişiyi daha kaybetmiş oluyor. Peki yapay zekalar gerçekten de işimizi elimizden alacak mı?

Yukarıda anlattığım gibi, Yapay Zeka bir bilinç veya bir ruh değil, basitçe kendine verilen işi yerine getiren bir programdır. Eğer yaptığınız iş yaratıcılık ve inovasyon gerektirmiyorsa bu işi bırakın yapay zekayı, basit bir yazılım bile otomatikleştirebilir ve sizi işinizden edebilir. Ama eğer işiniz birazcık olsa dahi anlık kararlar alabilmeyi, risk alabilmeyi, yeni yöntemler deneme cüreti göstermeyi gerektiriyorsa merak etmeyin; Yapay Zeka dediğimiz şey Makine Ruhu olana kadar güvendesiniz. Bu da oldukça ama oldukça uzun bir süre boyunca mümkün gözükmüyor çünkü daha biz tam olarak bilinci, ruhu bilimsel olarak tanımlayabilmiş ve ölçebilmiş değiliz.

Ayrıca yazılım özelinde konuşmam gerekirse Yapay Zeka’nın sizin işinizi elinizden alabilmesi için müşterinin ne istediğini tam olarak, açık ve net bir şekilde ifade edebiliyor olması lazım. Yani biz çok uzun bir süre güvendeyiz.

Creation of AI

Yazıyı bitirme faslına sıra geldi sanırsam. Bahsettiğim konu ile ilgili kendi fikrimi sunarak bitirişi yapacağım, o yüzden isterseniz okumayı burada bırakabilirsiniz. Ama kalmayı tercih ediyorsanız…

Sanat bilimi, bilim de sanatı besler ve bu herkesin yararına olan bir döngüdür. Normalde bu tarz döngüleri anlatmak için kısır döngünün tam tersi olan doğurgan döngü terimi kullanılır ama henüz bunu teyit edecek bir kaynak bulamadım o yüzden döngü diyip geçelim. Yapay Zeka kavramı doğa felsefesiyle ortaya çıkmış ve oradan sanata, oradan da teknolojiye, sonra teknolojiden sanata, sonra da sanattan teknolojiye sıçramış ve bu paslaşma ile anbean evrilmiştir. Teknolojiye kıyasla sanat insanlara daha yakın olduğundan -teknolojinin aksine insanlar tarafından anlaşılmayı daha öne koyduğu için- biz de Yapay Zeka gibi bir kavrama bilimkurgu eserlerinden aşina oluyoruz. Bu kötü bir şey değil, aksine herhalde gerçek Yapay Zeka ile ilgilenen herkes bu sektöre dair ilgi alakasını en başta bu eserler sayesinde kazanmıştır. Lakin bu durum Yapay Zeka ile aktif olarak, profesyonel olarak ilgilenmeyen çoğunluğun da bu sektördeki gelişmeleri bazen hayranlıkla, bazen mistik hislerle, hatta bazen de Lovecraftian bir varoluşsal korku ile karşılamasına ve yaymasına neden oluyor. Yapay Zeka’nın dünyayı nasıl ele geçireceğinden, işlerimizi elimizden nasıl alacağından, artık hiçbir şeyin anlamı kalmadığından bahsedip duruyoruz. Ancak tarım insanlığı nasıl şekillendirdiyse, sonra sanayi devrimi bu işi ondan nasıl devraldıysa, ondan sonra da internet ondan devraldıysa; yani şekillendirdiğimiz teknoloji bizi nasıl şekillendirdiyse ve bu doğurgan döngü insan dediğimiz şey varolduğu sürece devam edecekse, o halde bu ilerlemelere karşı karanlık çağlardaki gibi korkuyla ve yok etme, şu anki varlığımızı ilelebet muhafaza etme güdüsüyle hareket etmemeli; aksine bu yeniliklere açık olmalı, adapte olmalı ve üstüne bir kat da biz çıkmalıyız. Bu yetiye ancak akıl ile sahip olabiliriz ve Frank Herbert’tan alıntılamam gerekirse: “Korku aklın katilidir”. Eğer bu korku da Lovecraftian ise, yani bilinmezlikten doğan bir korku ise bu korkuyu bilgi ile yenebiliriz. Bu metodoloji ile hareket etmeyi kabul ederek bu yazıyı kaleme almak, Yapay Zeka’ya dair sanattan doğan algımızın bilimden doğan gelişmelerden faydalanmamızın önüne geçmemesi kastıyla yaptığım bir eylemdi. Buraya kadar okuduysanız teşekkür ederim. Bir kişiyi dahi etkileyebilmişsem ve gerek yazılıma, gerekse Yapay Zeka’ya dair çekincelerine yönelik bir cevap bulmasına yardım edebilmişsem bu benim mutluluğumdur. Sonraki yazılarımda görüşmek üzere, hoşça kalın!

--

--