HOŞDENG — BEN NASIL GÖRDÜM?

Kübra Tıraş
3 min readAug 31, 2018

--

Her geçen gün yepyeni kadın tarifleri veriliyor. Fırından taze çıkmış sorumluluklar, sınırlandırmalar üzerlerimize yükleniveriyor. Peki; kadınların hareketlerini, bedenini ve benliğini bu denli tartışmaya açık yapan şey ne? Virginia Woolf, Kendine Ait Bir Oda’da gözünde kadınları eleyen bir akademisyeni anlatır. Ve şöyle der: Eğer profesör, kadınların üstün olmadıklarını biraz fazla vurguladıysa, büyük olasılıkla kadınların üstün olmadıklarını değil, kendi üstünlüğünü düşünüyordu. Profesörün kanıtladığı gibi ayrımcılığı uygulayanların onları tatmin eden farklı motivasyonları vardır. Bu motivasyonlarsa kadının tekil olarak var olmasına ket vurur. Virginia Woolf bireyselliği simgeleyen odayı tasvir ederken çoğu kadın insanların hırsla ve hınçla dolup taştığı, herkesin üstüne çıkabildiğine saldırdığı bir odaya mahkûm kalır. Bu küçük dünyayı aşılacak yapan da gücünü yetirebildiğini değiştirmektir. Çünkü değişim, seslerin yavaş yavaş kesilme ihtimalini doğurur. Hoşdeng ise; bu inançla yola çıkmış, oğlunu farklı kılmak/sevmeyi öğretmek için didinen bir kadının hikâyesi olarak sahneye taşınıyor.

Hoşdeng, Ezgi Çelik’in yazdığı ve oynadığı tek kişilik yeni oyunu. Şiddete doğmuş, şiddetin içinde büyümüş bir kadını merkezine alıyor. Hoşdeng, hayatını onun adına verilen kararlara uyarak geçirmiş. İstediklerini ve inandıklarını yaşayamamış. Oyun boyunca yinelediği gibi konuşamamış. Adını değiştirmesi de buna dayanıyor. Kendi için yapılan ilk seçimi yıkıp ‘Hoşdeng’ adını sesinin güzelliğine yakıştırıp sahipleniyor. Her şeye dayanıyor görünmesinin altında büyük gayesi yatıyor: şiddet döngüsünü kırmak. Başka bir deyişle, Hoşdeng bir başkasını onun gibi olmaktan kurtarmaya çalışıyor. Bu yüzden oğlunu dövüp kıranlardan değil, âşık olanlardan yapma arzusu ile dolup taşıyor. Oyun boyunca ‘Kıymetlim!’ diye seslendiği çocuğuna sarılmayı, sevmeyi gösteriyor. Hatta kimi zaman fazla sarmalamaktan oğlunu hoşnutsuz ediyor. Elinden geldiğince yaşadıklarını saklıyor ki oğlu için şiddet olağan olmasın. Oyun, Hoşdeng’in tüm çabasının altında kaygıyla taşıdığı sorusunu deşiyor. Bir annenin gücü oğlunu her gün gördüklerinden korumaya yeter mi? Armudun dibine düşmediği bir hayat kıymetlisi için mümkün mü? Zaman geçtikçe, oğlunun iplerini kaybeden Hoşdeng, sorularına da yanıt bulmaya başlıyor. İşte o zaman, onun için tünelin sonundaki ışık da sönüp gidiyor. Fakat oyun, odak noktasına oğlun babaya evirilişinden daha önemli bir şeyi koyuyor. Seyirciye hayatı öfkeli insanlar arasında savrularak geçen bir kadının -kızgınlıktan uzakta- peşinde olduğu çareyi gösteriyor. En karanlık anı yaşarken onun sağduyusunu, çabasını ve var olma mücadelesini sahneliyor. Bu sebeple Hoşdeng, isyanı ile seslerin kesileceğine dair ümitsizliğime merhem olup gidiyor.

Oyun, tek perdeden -75 dakika- oluşuyor. Dekor olarak Hoşdeng’in hayatının geçtiği yerlerin –okul, ev ve hep yürüdüğü sokak gibi– küçük maketleri kullanılmış. Bu tasarım karakterin hiçbir zaman özgür kalamadığı, dış dünyaya açılamadığı gerçeğini vurguluyor. Bir yandan da o kapana kısılmış hissiyatını seyirciye geçiriyor. Işık tasarımı ise, soğuk ve umutlu anların net çizgilerle ayrılmasını sağlıyor ve sahneyi –dekor azlığının önüne geçerek– çok daha gerçekçi kılıyor. Ezgi Çelik’den karakterin ruh hali değişimlerini izlemek oldukça zevkli. Zaman zaman kelimeleri telaffuz ediş şeklinin değiştiğini hissedebiliyoruz ki bunun oyun sahnelendikçe aşılacağını düşünüyorum. Hoşdeng, metni ile yepyeni/bilinmeyen bir şeyi değil, var olduğuna şahit olduğumuz kadınları anlatıyor. Tam da bu yüzden, yaşananlar bir gün geçmiş olarak anılsın diye çabalayan ekibi seyretmek gerekiyor.

Eğer yeterince şanslı(!) bir kadınsanız, çocukluğunuzun belli bir kısmını ayrımcılık ve eşitsizlikten habersiz geçirirsiniz. Fakat dışa açılmaya başladıkça değerinizin, yeteneklerinizin ve kapasitenizin küçümsenmeye başladığını hissedersiniz. Ya da belki de daha acısı, hiç sorgulanmadığınızı çünkü bir rakip olarak görülmediğinizi anlarsınız. Tiyatroda, dizilerde ve filmlerde erkek hikâyelerini ve onları küçük noktalardan etkileyen yan rol kadınları seyredersiniz. Ve eğer yeniden şansı yakalarsanız, “Neler oluyor?” diye ayağa kalkarsınız. Hoşdengler için çalar söyler, değerinizi bas bas bağırırsınız. İşte o zaman, şansa ihtiyacımızın kalmadığı günlere kavuşuruz. Hayatında iki kere dans eden Hoşdeng’in yaşama, sokakların ise kadın kahkahalarına doyduğu günler olsun! 8 Mart, kadın olmanın kaygısını mücadelesine katıp yol alanlara armağan olsun.

Originally published at www.tiyatro101.com.

--

--

Kübra Tıraş

Tiyatro101 | BOUN “Sevip yaşayanlar oldu, sevdi yaşadılar.”