Futbolu sarsan belgeler

Topsuz Alan
Topsuz Alan
Published in
5 min readDec 11, 2018

The Black Sea’den Zeynep Şentek’in anlatımıyla Football Leaks: “kulüp yetkililerinin, federasyonların, menajerlerin ve yatırımcıların gizli anlaşmalar ile dünyanın en sevilen sporunu nasıl yozlaştırdığını ortaya çıkaran uluslararası bir araştırmacı gazetecilik projesidir. Proje haberleri 3.4 terabaytlık 70 milyondan fazla elektronik belgenin aylarca incelenmesinin ardından yazıldı. Bu, gazetecilik tarihinde görülmüş en büyük sızıntı. Alman Der Spiegel’in European Investigative Collaborations (EIC) gazetecilik konsorsiyumuyla paylaştığı bu belgeleri incelemek için Avrupa’nın her yerinden 15 medya kuruluşu ve 80’e yakın gazeteci bir araya geldi.

Futbol dünyasını çalkalayan bu sızıntı için öncelikle sızıntının kaynağı olan ve adını vermek istemeyen ‘John’ a ve sonrasına Der Spiegel, EIC ve dünyanın çeşitli basın organlarından 80 kadar gazeteciye teşekkür etmek gerek.

Bu gelişmelerle ile birlikte Avrupa futbolu ikinci dalga sızıntı dalgasıyla çalkalanmakta. Almanya’nın yüksek tirajlı haber dergisi Spiegel’in ve çeşitli medya kuruluşları ile internet sitelerinin derleyip kategorilendirdiği bu sızıntılar başta FIFA Başkanı Gianni Infantino olmak üzere, birçok üst düzey futbol yöneticisinin de dahil olduğu oyunu kirleten hileli işlemleri barındırıyor. Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri kaynaklı sermayelerin sahibi olduğu PSG ve Manchester City kulüpleri de finansal doping yoluyla FFP (Financial Fair Pay) regülasyonlarını dolanma ve ihlal etme iddialarıyla karşı karşıya kalmış durumda. Sızıntıların kapsamı bunlarla da sınırlı kalmayıp, birçok farklı kulüp ve yöneticisinin 2010 yılında kabul edilen FFP kurallarını delmek için farklı ekonomik yöntemler kullandığını ve bunun örtbas edilmesi adına UEFA’nın üst düzey yöneticiler ile iş birliğine gittiği iddia ediliyor.

Akıllara gelen ilk soru FFP regülasyonları yürürlüğe girdiği zaman futbol piyasasında yüklüce para harcayan, PSG ve City ile beraber yarattığı parıltıyla kendilerine yer edinen ve futbolun tepesine yerleşen Arap sermayesinin sektöre sağladığı nakit akışına ve ekonominin büyümesiyle bulundukları konumu korumaya çalışan “yetkililerin” bu durumu kişisel çıkar için mi yoksa futbol için mi yaptıklarıdır.

Bu konu hakkında şu an için bahsedebileceğimiz tek şey ortaya atılan iddiaların gerçekleştiği dönemde dönemin UEFA Genel Sekreter’i ve şu anda dünya futbolunun en tepesinde bulunan Infantino hakkında yıllardır dolanan söylentiler. Bu yazıda bahsedeceğimiz konu: Ortaya çıkan belgelerde yaşanan olayların futbol dünyasına nasıl bir etkisi olacağıdır.

Futbol piyasasına çok hızlı giriş yapan iki kulüpten bahsediyoruz; Manchester City 2008 senesinde Şeyh Mansour tarafından satın alınmasından sonra yalnızca ilk iki sene içerisinde 300 milyon Euro’dan fazla para harcadı ve 2018 senesine kadar yalnızca savunma oyuncularına 52 ülkenin savunma bütçesinden fazla para harcadı. Paris Saint Germain’in satın alınması hikayesi ise daha farklı. France Football’un haberine göre Katar’ın Dünya Kupası’na ev sahipliği yapması için Paris Saint Germain’i satın alması ve Fransız spor kanalı Canal Plus ile rekabet edecek yeni bir spor kanalı kurması tavsiye edilir. Bunun üzerine Katar Spor Yatırımları 2011 senesinde PSG’yi satın alır ve çok geç olmadan Bein Media grubunu kurar. Sarkozy’nin Manchester City’nin ceza almaması adına yaptıklarını da Der Spiegel sayfalarında işlemektedir.

PSG ve Man. City; bu kulüplerin ortak noktası bir anda kendilerini Avrupa’nın hatırı sayılır kulüpleri arasında bulmaları ve bu yerleri yüklü bir Arap sermayesiyle edinmiş olmaları. Biri 2008 diğeri 2011 yılından itibaren sansasyonel ücretlerle yaptıkları transferler ile futbol dünyasında yer edinmeyi başardılar. Ancak bu ilerlemenin devam etmesinin önünde büyük bir engel vardı: UEFA’nın 2014 tarihinde uygulamaya koyduğu FFP kısıtlamaları. Ancak iddialara göre bu regülasyonlar onlar için bir sorun teşkil etmedi, kendi yöntemleriyle yatırımlarına hız kesmeden devam ettiler ve futbola karşı ilk ihlali gerçekleştirdiler. Bu kurallar hakkında Manchester City CEO’sunun yaptığı iddia edilen çok önemli bir açıklama da mevcut: “Bu kuralları aşmak için çok dikkatli bir yol izlemeyelim yoksa futbolun istenmeyen adamları oluruz.” Sanırım bu sözler bugün bulunduğumuz noktayı açıklamaya yeterli olacaktır.

Söz konusu FFP kurallarını dolanma çok ayrıntılı ve ciddi bir yapılanma neticesinde meydana gelse de kısaca anlatmak gerekirse bilanço oynamaları ve değerini kat be kat aşan sponsorluk anlaşmaları ile “finansal doping” terimiyle açıklanabilir. Başta bu iki kulübün gerçekleştirdiği finansal dopingden daha kötü olan durum ise bu yönteme karşı UEFA’nın üst düzey yetkililerinin gösterdiği tutum.

UEFA’nın bu finansal dopinge göz yummamasının o dönemde büyüyen futbol ekonomisine çok büyük bir darbe vuracağı kesin. Kısa vadede iki dev sermaye futboldan uzaklaşacak ve uzun vadede futbola yapılacak yatırımlar azalacak ve sermayeler futboldan soğuyacaktı. Bu durum şüphesiz, futbol kulüpleri, federasyonlar ve sponsorlar için istenmeyecek bir senaryo. Ancak bu noktada önemli bir soru ortaya çıkıyor: Son yıllarda arka plana itilen taraftarların istediği ve son yıllarda her ne kadar anılmamaya başlansa da futbolda her zaman kendine yer edinmiş bir slogan olan “Temiz Futbol” mu yoksa eşitlik ilkesini yitirmiş tamamen sermayelerin, yatırımcıların ve fonların oyuncağı haline dönüşecek “Kirli Bir Düzen” mi? Endüstriyelleştiğini artık herkesin kabul ettiği futbola en sert eleştirileri getirenlerin haklı çıktığı bir durumla karşı karşıyayız. Maalesef yanlış kişilerin yanlış konumlarda bulunması ile futbol oldukça kirli bir şekilde karşımıza çıkmakta. Sporun kendine has oyun kültürü ve rekabet duygusu bu tarz dış müdahalelerle taraftarın elinden alınarak, futbol sermayenin oyuncağı hale getirildi. Bu noktada bizlerin yapması gereken nedir; sermayenin bu oyuncaktan sıkılmasını bekleyip bir köşeye atılacak olan futbola sahip çıkmak için beklemek mi yoksa Temiz Futbol sloganını tekrar yükseltmek mi?

UEFA, FFP regülasyonlarını açıkladığında Avrupa’nın önde gelen kulüpleri ile diğerleri arasında günden güne açılan makasın kapanacağı, doğru yönetim ilkelerini uygulayan kulüplerin başarılı olacağı ve çeşitliliğin artacağı bir futbol dünyasına dair bir umut ışığı belirmişti. Yıllarca yüklü miktarda paralar harcayarak organik veya inorganik şekilde büyüyen kulüpler en iyi oyuncuları, en iyi teknik adamları, en iyi tesisleri bir bir bünyelerine katarken ödedikleri ücretlerle piyasayı yükseltmiş ve ekonomik olarak onlar kadar güçlü olmayan takımları zor durumda bırakmıştı. Futbola yapılan bu denli büyük bir yatırım beraberinde dev sponsorluk anlaşmalarını getirmiş, yayın ihalelerinde ödenen ücretler tahmin edilemeyecek seviyelere gelmişti. Ancak bu dev sponsorluklarından bazıları herkesi şaşkın bırakıyordu. Bu durum futbol dünyasını memnun etmekte ve herkes futboldan keyif almaktaydı. Futbol altın çağlarından birini yaşıyordu.

Bu durumda bir terslik olduğu UEFA’nın ilk cezaları 2014 yılında açıklamaya başladığında akıllarda yer edinmişti. UEFA kurallara aykırı harcamaları sebebiyle PSG ve City’e 60’ar milyon euroluk ceza keserken küçük ölçekli takımların da — buna ülkemiz kulüplerinden Bursaspor ve Karabükspor da dahil — aynı sebeple lisanslarını iptal ederek Avrupa Müsabakalarından belli bir süre ile men etmişti. Bu işte bir terslik olduğu ortadaydı. İlk olarak verilen cezalar eşitlik ilkesine aykırıydı. Ayrıca PSG ve City’e kesilen bu cezalar cezanın kendi içindeki mantığına da tersti. Çok fazla para harcayan ve denk bütçeyi ihlal eden bir kulübü onlarca milyon euro ile cezalandırmak! Ayrıca belgeler de ortaya koydu ki UEFA bu anlamsız kararların acılarını kendilerine patron bulamayan kulüplerden çıkartmaktaydı. Böylece UEFA ve kurulları Avrupa Futbolunun kurallara uygun ilerlediğini, en ufak imtiyazın tanınmayacağını ve FFP regülasyonlarının sıkı bir şekilde uygulandığını (!) ortaya koyuyordu.

O dönemki hakim durum son yıllarda iyice konuşulmaya başlanan “sahiplik” modelini insanların sorgulamasına sebep oldu. Belki de onlar da bu cezalardan korunmak için kendilerine bir “Sahip” bulmalılardı. Evet futbolda her zaman paralı başkanlar revaçta olmuştur çünkü kulübün ihtiyaçları vardır ve kabul etmek gerekir ki futbol kaynak ister. Ancak bu başkanlar ne kadar kendilerine makam ve saygınlık getirse de o kulübün taraftarlarıydılar ve ortaya koyduğu kaynakları mülkiyet duygusundan bağımsız olarak kulübe sağladılar. Şu an gelinen nokta ve ortaya atılan iddialar bizlere göstermekte ki sermayedarlar kişisel hırsları ve elde etme güdüsüyle hareket ederek kuralları belirleyen kurumlarla kurdukları ilişkileri de kullanarak oyunu kirletmekten geri adım atmadılar.

Football Leaks skandalının ardından bir kez daha ortaya çıktı ki hepimizin aklında yer kaplayan sevdiğimiz oyun futbol maalesef eski dokusunu kaybetti ve kaçınılmaz olarak yaşaması gereken dönüşümü geçirirken başarısız oldu. Kurallara uyan ve futbolunun kendine has yapısını korumaya çalışan kulüpler başarı endeksli bir ortamda belki de eşit oyunu hiçe sayarak benzer adımlar atmalıydı.

Özgür KılıçMehmet Can Avcı

--

--