Nesterosa / 2 — Leyl

Medeni Baykal
tozlu mavi defter
Published in
3 min readJan 27, 2016

Nesterosa, bitiyoruz. Bizden hiç kalmadı. Yaşamaya yetecek kadar umudumuz yok artık. Nesterosa bitiyoruz ve bunu bizden başka hiç kimse bilmiyor. Her şeyin sonuna koyacak bir noktayı bırak, virgülümüz bile kalmadı.

En acısı da, gün dahi kurtaramadı bizi, kar bile izinle güzeldi. Ay bile yok biz biterken, oysa biz hep Ay’dık. Güneş desen zaten hiç yoktu. Bitiyoruz… Ne olur, artık büyüme kalbimizde, kalbimizde bize yetecek yer kalmadıi (10 Haziran 2007 Pazar 12:46.00)

Sessizlik ve sensizlik bizi bir Zümrüdüanka kuşunun pençelerinde Kayıp Ülke’ye götürüyor sanki. Biz biliyoruz ki, sensizlikle başlayan hiçbir hikâye mutlu sona ermeyecek. Nesterosa, bitiyoruz ve bitiyorsun. Belki henüz bilmiyoruz Zümrüdüanka’nın sonunu ama her şeyin zamanı var.

Tam da ortasından vurmuşsun kalbimizi. Bırak, bitsin dediğin zaman; sanki her şey bitmişti. Konuşacaktık, konuşmaya harfimiz yoktu; yazacaktık kalemimiz yoktu. Sen nokta koy dediğin zaman koyacak noktamız bile yoktu. Bir sevdadan, diğerine atlamış ama tutunamamıştık ve uçuruma doğru, Newton’un bile hesaplayamayacağı kadar hızlı düşüyorduk. Çok acıtmıştın.

O kadar ahmakmışız ki, sen bitsin dediğinde sana “en azında ikimizin de kimseye söyleyemeyeceğimiz bir sırrımız var artık” demiştik. (09 Eylül 2007 Pazar 22:22:42) O kadar ahmakmışız ki, senin arkanı dönüp gidişin bile anlatamamış bize o acı gerçeği. Gerçeği anlatamamış, parmağının meşgul tuşu üzerinde pusuya yatması bile. Oysa haliç bile temizdi artık. İstanbul’da hayat daha güzel olmalıydı. Haliç bile temizdi artık ve artık güllerin dikenleri olmamalıydı.

Rahat mısın şimdi? Tüm ayrıntıları ile bir hayatı berbat ettin. Yerini kimse dolduramıyor. Adın hep orada ve biz onu silemiyoruz. Sağına, soluna, üstüne ve altına isimler yazıyoruz; ama üzerine bir isim yazmadıkça tüm isimler sanki hiç yazılmamış gibi oluyor. Üzerine de yazamıyoruz ki! Hep daha yeni bir kalem gerekiyor ve biz yeniliklere alışık değiliz. (13 Ekim 2007 Cumartesi 00:40:17)

Oysa bilmiyor muyduk ki çölde her adımımız toz kaldırıyor ve her çabamız daha çekilmez kılıyor bu hayatı. Biz mi batıyoruz, ufuk mu hep biraz daha alçalıyor. Her adımımız toz kaldırıyor, hava biraz daha çekilmez oluyor. Çölde güneş oluyorsun, biz kavruluyoruz.

Seni anlatmadık hiç. (17 Ekim 2007 Çarşamba 01:14:33) Gökyüzünü anlattık belki, belki bir düşü anlattık; ama seni anlatamadık hiç. Tam ağzımızı açacakken, bir hışımla susturdun bizi. Tam hayatına adımımızı atacakken, tüm girişlerine engel koydun hayatının. Biz, hep, köşede duran ve sömürülmesi gereken bir dekorduk sana göre. Bir değeri yoktu senin için dünyamızı sel götürmesinin… Grevdeydik sanki ve sen kalbini kapatmıştın bize.

Anlamadın, oysa haliç bile kokmuyordu artık. Bir şeyler hep daha iyi oluyordu ve biz farkındaydık. Çok zekiydik ya, her hareketimiz planlıydı
. Seni seven o saf kalbimiz vurulan her zincire tepki gösteriyordu. Tüm saklama çabalarımız bir itiraf haykırışıydı aslında.

Merkezine seni koymuştuk hayatın ama yine de anlaşamıyorduk seninle. Bizce tek hatamız, aynı dili konuşmamamızdı; biz sevginin acı dilini, sen ise gururun kör dilini konuşuyordun. Biraz daha heyecanlandıkça, sen hep uzaklaşıyordun.

Hiç öğrenemedik ki senin dilinde sevgiyi. Hiçbir sözlükte yoktu. Sanki daha bitmemiş bir roman gibiydi sözlüğün. Talihsiz Serüvenler Dizisi. Hiçbir zaman bulamadık sevgiyi sende. O saf düşüncelerimizle nereden bilebilirdik ki sözlüğünde; onu, tatmin ile yalan arasına sıkıştırdığını.

Bilemezsin. O kadar acıtıyor ki adını bile ağzımızdan kaçırıyoruz. O kadar acıtıyor ki…

Adında bir kara büyü var, adın bir aşk iksiri. Sadece adın bile yetiyor bir insana ısınmamıza. Biz biliyoruz ki, onları hiç tanımasan da ya da görmesen de adın onları şereflendiriyor.

Aslında seni suçlayamayız. Her ne kadar bir aşkı tatmin ile küçültmesek de, yalanlar ile gölgeliyoruz. Kendimizi, kötü rüzgârın bir iskambili savuramayacağına inandırıp; seni yalanların iskambil kalesine hapsediyoruz… Bu hapsediş, seni unutturmuyor. Sadece endişeli gözlerle bir rüzgâr beklememize sebep oluyor ve biz düşünemiyoruz. Aklımız, yalanlarla o kadar dolu ki, bazen adını bile unutuyoruz. Belki de o yüzden takma isim kullandık?

Belki de o yüzden takma isim kullandık? Belki de her önümüze çıkan kızla yerini değiştirmeye çalışmamızdan kaynaklanıyor? Yoksa sana neden Feryal dedik? Nesterosa dedik? Rüya dedik? Belki de hepsi pis bir kurmacaydı. Kendimizi çok zeki sanıyoruz, tüm mesele bu olsa gerek, ne dersin? Her yazıya, aptalca sırlar gömmeye çalışmak gibi saçmalıklarla başka kim uğraşır? Hepsi sana hava atmak için, ama senin tek tepkin; yazdıklarımıza arabesk demek oluyor.

Yoksa biz de mi bu sevdayı tatminle kirlettik, farkında olmadan. Yazıklarımızı okutup, tebrik almak bizim için bir tatmin sebebi mi? Belki gözümüzü senden ayırmayışımız, kendi hatalarımızı görmemize engel oluyordur?

Ve haliç temiz değildir belki, yüzeyine bakmamız bizi kandırıyordur. Nereden biliyoruz ki, dibinde Bizans altınları yerine dışkı bulmayacağımızı? Şairin Tiryandafila’ya olan aşkı bile kurmacaydı; neden Leyla’ya inanmalıydık ki?

Düşünüyoruz; öyleyse neden seviyoruz? Kime inanacaktık, Aslı’ya mı? Üçayağı yalanlarla dolu bir şey nasıl gerçek olur ki? Aşk yalan!

Aşk, yalan! Sadece insanların birbirlerine karşılıklı söyledikleri yalanlar bütünü. Herkes yalanın farkında; sadece işlerine gelmiyor…

(19 Ekim 2007 Cuma 03:46:16 gece)

--

--