Âşık Yaşar Reyhani ile ilk atışmam…

Bekir Salim
Tr724
Published in
4 min readSep 27, 2019

YORUM | BEKİR SALİM

Ortaokul yılları ne güzeldi!

Henüz erkeklik konusunda bilinçsiz olduğumuz, genç kızların hiçbir tehlike beklemeksizin yaklaşıp birer abla şefkati ile yanaklarımızı makas ala ala kızarttıkları o yıllarda, minik kalplerimize hemen her sene birisini misafir eder ve bu fırtınalı aşklar yüzünden yemeden, içmeden kesilir, tatlı uykularımızdan olurduk.

Bir gün dersin ortasında karar vermiştim. Teneffüste Leylâ’ya ilân-ı aşk edecektim. Beklediğim an geldi. Etrafımdaki kalabalığa aldırmadan konuşmaya başladım. Leylâ’nın Almanya’da karate kursu gördüğünü, çok geç de olsa, işte o an öğrendim. Çenemin altından o kadar şiddetli bir yumruk attı ki, tâ iki metre ötedeki kapıya kadar sendeleyip kafamı kapının kenarına çarptım. Ondan sonrasını hatırlamıyorum. Uyandığımda, herhalde çarpmanın etkisiyle olacak (!) kafiyeli konuşuyordum.

Arkadaşlar bir kızdan dayak yediğim için dalga geçe dursunlar, ben kalemi, defteri toplayıp okulu terk ettim.

Eve gidiyordum. Ancak, ayaklarım beni o sırada Erzurumlu Halk Ozanlarının program yaptıkları Gölbaşı mevkiindeki kahvehaneye götürdü. Cesaretime hâlâ hayret ederim; Âşık Yaşar Reyhanî ile atışmak istiyordum.

Kapıdan içeri girdim. Henüz program başlamamıştı, ama Reyhanî orada idi ve kalabalık bir topluluk ile sohbet ediyordu. Selâm verdim; dönüp baktılarsa da cevaba lâyık görmediler. Öyle ya! Birbuçuk metre boyundaki bir çocuğun selâmı da alınırmıymış! Daha sert bir ses tonuyla selâmımı tekrarladım. Sadece; zekâsına, bilgisine, sanatına hayran olduğum, kırk yıllık ozanlık hayatı başarı ve ödüllerle dolu, o büyük insandan cevap geldi:

“-Merhaba evladım, hoş geldin, buyur, otur.”

Benim beklemeye tahammülüm yok… Okuldaki o nâhoş olayın etkisiyle moralim çok bozuk ve bir an önce birilerine çatmak istiyorum. Gözümün önünden bir sürü dörtlük geçiyor. Kendimden çok eminim:

“-Ben buraya oturmaya değil sennen (seninle) atışmaya geldim.” dedim.

Sözlerim herkeste hayret ve şaşkınlık uyandırmıştı. Zira, bu, çok orijinal, nadir hadiselerdendi. On üç yaşında bir çocuk kırk yıllık ozana meydan okuyordu.

Reyhanî tebessüm ederek sorduğu sorularla beni tanımaya çalışıyor, gazinodaki misafirler de büyük bir merakla konuştuklarımızı dinliyordu. Ben duvardaki sazı istedim ve kısa bir akordu müteâkip, “Âşıklar kendilerini âşıkça tanıtırlar.” diyerek söze başladım:

‘Tanımayan Reyhan’ Usta dinlesin,
İsmim Bekir Sıtkı SALİM’dir benim.
Otuz bir Aralık Altmış Dört yılı,
Cüzdandaki doğum yılımdır benim.

Kışları soğuktur, budur tek zorum.
Yazları serindir, karışık durum.
Dadaşlar diyarı şirin Erzurum,
Öz be öz vatanım, İl’imdir benim.

Şiir yazmak dünyada tek sırdaşım.
Spor yapmak şimdi üvey kardaşım.
Resim, heykel samimi arkadaşım,
Müzik tutunacak dalımdır benim.

diye, şu an hatırlamıyorum, sanırım yedi-sekiz kıt’a ile kendimi tanıttım. Ustanın çok hoşuna gitmişti. Bir saz da O aldı ve uzun uzun on altı-on yedi yaşlarındayken Bardızlı Âşık Nihanî’ye meydan okuduğu atışmayı anlattı. Tam bir ziyafet olmuştu oradakiler için… Usta, “-Haydi yavrum, başla bakalım.” diyerek bana yol verdi. Herhalde önceden hazırlık yaptığımı düşünüyor, mahçup olmamı istemiyordu.

Büyük bir heyecanla sazın teline vurdum :

Usta gülerek gözlerimin içine baktı ve olgun bir eda ile :

Bu sözlerde bir küçümseme vardı:

Cevabımın salondakilerin çok hoşuna gittiğini kahkaha ve alkışlardan anlamıştım. Hiç farkında değilim; herhalde biraz şımardım ki ayak ayak üstüne atmışım. Usta çatılan kaşlarına rağmen taşlamaya girmek istemediğini açıkça ifade etti.

Ben tahrik edip taşlamaya, kavgaya sevk etmeye çalışıyorum. O, olgunluğa verip alttan alıyor.

Birden, “-Ben senin yufka yüreğini taş etmesini bilirim. Sandalyene de kalmadım.” dedim ve ayağa kalktım:

dedim, ama, demez olsaydım. Seyirciler gülmekten kırılsa da Usta çok bozuldu ve kafiye düzenini, makamı değiştirerek, bana sırtını dönüp, ağlamaklı bir tarzda, seyircilere hitaben:

Evet, istediğim olmuştu; kızdırmıştım, ama, küfür edeceğini hiç ummuyordum. Zira atışma geleneğinde “veled-i zina” gibi hakaretâmiz ifadelere yer yoktu. Oradaki bir başka âşık da (Sanırım Ali Rahmanî idi) bu söze çok kızmış ve Ustayı özür dilemeye zorlamıştı. Ben rahat dururmuyum. Reyhanî çok ihtiyarmış gibi düşünüp oradan saldırdım:

Herhalde ne demek istediğimi anlamadı, zira, tepki görmedim. O da ikazlara uyarak özür diledi :

Deyince gözlerimin önünde bir ışık yandı, söndü. Gene dayanamadım, güya küsmüştük ama, ustaya dönüp;

“Ya Usta, aklıma bir şey geldi; diyeyim ama kızma he mi!” diye izin istedim. O da gözlerini kısarak tebessüm etti ve kulağıma eğilip ama herkesin de duyabileceği yüksek perdeden bir fısıltıyla bir şeyler söyleyerek izin verdi. (Tabi burada yazamam ne dediğini)

Bu sözü duyar duymaz bana döndü, başladı sesli sesli gülmeye. “-Peki, şimdi cahili, kültürsüzü anlayacağız.” dedi ve “muamma” dediğimiz atışmanın en zor bölümüne geçti… Yazı çok uzadı; atışmanın bu sorulu cevaplı bölümünü haftaya anlatalım….

1977/ERZURUM

Originally published at https://www.tr724.com on September 27, 2019.

--

--