Dindarlık ve pejmürdelik
YORUM | HAKAN ZAFER
“ Amaaan, kimse umurumda değil, Allah görüyor ya! “ diyebildikleri için dindarların bazı çekilmez halleri oluyor. Düzeltiyorum; bazı çekilmez hallerini bu yolla perdeliyorlar.
Vefat eden bir sahabeye mezar kazan bir diğer sahabeyi, bir parça topaklaşmış toprağı mezar içinde bıraktığı için uyaran, onun da “ Ölene ne zararı olur ki Ey Allah’ın Resulü!” demesi üzerine, “ Ölüye değil de dirinin gözüne zararı olur. “ diyenin, açtığı çığırdan kendisini takip ettikleri Peygamberleri (sav) değilmiş gibi.
Bile isteye yapanı da vardır elbet. Dönem dönem, “ Âlem kötü bilse ne yazar” diye melamet hırkasını dalına atıp ortaya atılan olmamış değil. “ Maksat erdemli bir hayat olsun da… “ diye diye bir köşede ömrünü geçirmiş kinikler gibi.
Yaşantısında dinî uygulamalara yer verme isteği olan bazı kimselerin kendinden gizlemeye çalıştığı bir ön kabulü var; yakışmazlık. Devamı, dindarlıklarını ya gizledikleri ya da terk ettikleri yabancılaşma hali ile noktalanıyor. Yerine göre davranan da var. Ortamını bulduğunda rüzgâr gibi esen, uzaktaysa öncesi ile asla yan yana getiremeyeceğiniz ikinci vesikalığı çektiren kimseler bunlar.
Çok sebebi var, birinin suyunu sıkıp her şeye nokta damlatamayız. Benim önemsediğim, sebep olarak bizzat dinî delillerin gösteriliyor olması. Şöyle ki;
Dinî bilginin nakli esnasında betonlaşması gibi bir sorun var. Hangi şartta, ne zaman, kime söylendiği vs. gibi bilgisi geri plana itilmiş bir takım pratiklerin devam ettirilişine dinden delil gösterme sorunu bu. Bazı hallerin sünnet değerini yitirmesi gerçeği gibi. Mesela; temizliği hedef alan bir pratiğin, uygulamanın nakli esnasında bir yerlerde, amaçlananın tam tersi sonuçlar vermesi, yani; temizleneyim derken kirlenen kimsenin, “ ben sünnete uygun davranıyorum “ demesi (sevabını bilemem, bilmek istemem, beni de ilgilendirmez) problemlidir.
Tarihin her hangi bir döneminden alınıp zihin dünyamızın vitrinine konulmuş, hatta basit müsamere nev’inden canlandırılması gibi bir zulüm gözümüze reva görülmüş tablolarda modern algılarımızla törpüleyeceğimiz, o olaya yapılan “zamansızlık zulmü” değil, taşıdığı anlamın kendisi oluyor maalesef. “ Ne dedin şimdi?” diyorsunuz diye size darılmam sevgili okuyucu. Zamansızlık zulmünden kastım; münasebet kuramayacak kadar körelmiş izanın, gerçeği israfıdır.
*****
İzahsız rutinleri var milletin. Garipsediğinizde, izah istediğinizde “ Nesi varmış!” diye iflahınızı kesecekleri. İğrenç olanın kılıfı olmaz olmasına da her ne kadar çok hoşlansak, istesek bile asalet, dinî delil olmaz. İşte asalet ve pejmürdelik arasına örebileceğimiz kaldırım; izah edebilmedir. Bilgi gibi izah da talep edilen cinstendir, öncedir. Telaşa gerek yok, isteniyor olması normaldir.
“ Tamam, iyi güzel de hiç olmazsa falanca gibi değilim. “ kıyasıyla paçayı kurtaran, pejmürde dindar görünümden beslenen, araya kaynama meslek yüksekokulundan mezun bazı dindarların da desteğini kazanmış modern yobazlığa malzeme olmak da var işin bir tarafında, Yüce Tanrı(!) yardımcınız olsun.
Hâsılı,
Yakışana karar veren merci ile iman ettiğinin aynı olmaması durumunda ortaya çıkan gerilimden inancın yara almasının kaçınılmaz olduğu bir hengâmedeyiz.
Yakışanın, fayda sağlayanın, itibar edilenin günah sınıfından olması durunda dindardan beklenen tutum ve onun sergileyeceği tavır ne olacak?
Asıl problem bu.
Originally published at http://www.tr724.com on July 28, 2019.