Çok Meşgulüm Çok

Duygu Aktan
4 min readSep 19, 2016

--

Ben kimim? Önceden kimdim? Neydim, ne oldum, ne olacağım; hiçbirini bilmiyorum. Hepsiyle ilgili de ayrı endişeleniyorum. Bazıları bu sorulara cevap bulmak için Burning Man’e gidiyor, ayahuasca seanslarına katılıyor, ne bileyim düzenli gittikleri bir terapistleri ya da hiç olmadı çığır açtığını iddia ettikleri bir bitki çayları var. Alternatifte sınır tanımıyor yine ademoğullarıyla havvakızları…Peki ya ben? Ben eşsiz bir performans sergiliyorum. Bir tane temel cevap bile bulamıyorum ki alternatiflerim olsun. Kitap yazacağım diye yola çıkmış, işimi bırakmıştım oysa ki. Şimdi en nefret ettiğim soru haline geldi “Eee kitap nasıl gidiyor?”

Gitmiyor tatlım. Senin hayatın gibi. O da hiçbir yere gitmiyor. N’apıcan?..

Ondan sonra gel de yaz sıkıysa, “küfürlü içerik”. Bir de eylemsizliğimle nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum ama küfretmeyi çok seviyorum. O da bir eylem. Yazarken mesela aq yazmaktan hoşlanmıyorum. Fazla hafif, uçucu bir kokusu var. Ben öyle bir küfredeyim ki banyo yaptıktan sonra bile geçmesin kokusu istiyorum. Birine (bazen kendime) öyle bir küfredeyim ki yıllar sonra geri dönüp o anı hatırladığında bir anda etrafı küfür koksun istiyorum.

Valla kötü bir insan değilim. Tutkuluyum sadece. Kadınım ve küfrediyorum. Yine uyamıyorum hemcinslerime. Onlar genelde küfürden köşe bucak saklanıyor, tü kaka diyor, küfredeni küçümsüyor, etmeyeni…Onu sallamıyordur heralde. Elif Şafak da yazmış tanrıyla bozduğu son kitabında. Erkekler ancak kadınlar etrafta yokken rahat rahat küfrediyor ve puro içiyormuş. Kadınlar varken nedense aynı tadı vermiyormuş bunların hiçbiri. Küfür duyunca tuzla buz olup atmosfere mi karışıyoruz biz n’oluyor? Küfür de öylesine bir kelime işte. Sıradan olabilir, niye bu kadar özelleştiriyoruz. Bak şimdi fırlattım bir tane, valla bir şey olmadı. Hayatım küfretmeden hemen öncesiyle birebir aynı inanır mısınız? Sadece belki azıcık daha rahatlamış hissediyorum. Hiç sofistike değilim yalnız, o yüzden mi kitabımı yazamıyorum ki…

Kadına bir ağız tadıyla küfür bile ettirmiyor toplum, bırak istediği işi korkusuzca, çekinmeden, kırarım, dökerim, üzerim ederim diye düşünmeden icra edebilmeyi. Ulan kalktım taa New York’lara taşındım özgür olacağım diye. Oldum mu? Yine olamadım. Demek ki tutsaklık Ankara’dan değil, benden kaynaklanıyormuş. Bizzat ben kendim kendimi tutuyorum, tutsak ediyorum, hapsediyorum kendi sınırlarım içine. Büyümek, genişlemek, geniş alana yayılmak istemiyorum sanki, küçük kalıyorum. Erkek idealindeki kadın bedeni 34'te (ama koca memeli) kapana kısılıyorum. Halbuki korkmasam, salsam gideceğim 40, 50 allah ne verdiyse. Basen değil hedefim; genişlesin istiyorum benliğim, ruhani varlığım. Yayılsın, sınır tanımasın, uzay olsun.

Valla bilemiyorum…Kariyer koçları var, koç gibi para istiyorlar. Versem o parayı da kurtulsam bu dertten. Belki çıkar ortaya bir kitap ne bileyim…Yazarlar kitap yazarken kendilerini dış (ve iç) dünyadan tamamiyle soyutlayabilmek için offline oluyorlarmış. Kapatıyorlarmış bağlantıları her şeyle, herkesle…Kapatayım beyni gideyim diyorum ben de…Internetin olmadığı bir yere…

Ama öte yandan internet bahane, yazmamak şahane ne de olsa…Yani dediğim o ki, istedikten sonra insan herhangi bir şey yapmaya (ya da benim durumumda yapmamaya) binlerce bahane bulabiliyor. Ben Trump başkan seçilebilir çok endişeliyim deyip işini gücünü aksatan adam tanıyorum. Saçmalardan seçmeler der annem. Benimki de öyle işte; boyuna zihnime taşınıp kira bile ödemeyen saçmalıklar arasından günlük favorilerimi seçiyorum. Her güne ayrı macera.

“Bugün n’apıcan aşkım?”
“Ay sorma! Çok işim var! Planlarım tavan.”
“Hadi ya? Süper! Ne gibi?”
“Şimdi bir kere eve yeni misafir gelecek, onun odayı hazırlamalıyım. E tabi bütün evi de süpürmem gerek. Bulaşıklar var…Aslında yok da ben yaratırım yani. Sonraaa sattığım kıyafetleri paketleyeceğim, postaya vereceğim. Yenilerini satmaya çalışacağım. Onlar satıldıkça eksilen dükkanıma yeni parçalar eklemek için alışverişe çıkacağım. E tabi kedi bütün gün tek başına evde sıkılıyor. Onunla oynamalıyım. Sonra bir de facebook, instagram, snapchat ve twitter’da anlamsızca 902 saat geçirmem gerek. Yoklama alıyorlar malum. Her gün gelen 1038 tane email’in 1037 tanesini tek tek silmek ve bir tane işe yarar maile de 54 saat cevap vermemek gibi mühim bir işim daha var ayrıca. Sorma yani koca…İş çok bende.”
“Anladım. Kitabın üzerinde çalışabilecek misin peki?”
“Yani…Vakit kalırsa tabiki! Çok isterim.”
“Oldu.”

Kitap yazma süreci

Derken derken bakacağım 96 yaşına gelmişim. O zaman da 100 olayım öyle başlayacağım derim herhalde. Geç olsun da güç olmasın…

Anne Dillard’ın da dediği gibi:
“How we spend our days is, of course, how we spend our lives.”

Yani koskoca hayatımız sadece her gün yaptıklarımızın toplamından ibaret.

Lütfen yapmak istediklerinizi ertelemeyin. Ben ettim siz etmeyin. Kitaplarınızı yazın, şarkılarınızı besteleyin, start-uplarınızı kurun. Hedeften şaşmak çok kolay. Hatta bütün dünya bir olmuş sizi hedefinizden saptırmaya çalışıyor. Her gün, dur durak bilmeksizin...Bir tek siz varsınız hedefe geri kitlenebilecek ve sonunda ona ulaşabilecek.

Tek desteğiniz olan kendinize de sırtınızı dönmeyin. Sonra siz meşgulken hayat bitiyor. Önce bir yıl geçiyor, sonra bir buçuk ve sonra geriye ne kalmışsa hepsi birden.

Şahsen ben bugün evi süpürmedim, kediyle de oynamadım. Oturdum yazdım. Yarınsa yeni bir gün ve ben yine umutluyum. Bu sefer olacak galiba aq.

Bu yazı hoşunuza gittiyse sol alt köşedeki minik kalbe basın ki daha fazla kişiye ulaşsın. Hayat paylaşınca güzel.

Duygu Aktan Ankara’dan çıkma New York sakinidir. Gezer tozar, üstüne utanmadan yazar çizer. Yazılarının tamamına bir de hayatının kaosuna www.duyguaktan.com adresinden ulaşılabilir. Takip etmek isterseniz size haftalık e-postalar bile atar.

--

--

Duygu Aktan

Partner at Ango AI || Accelerating the development of AI applications