“Üzgünüm Olcayto, korkarım istediğini yapamayacağım.”

Asistanımı Nereye Koydum?

Olcayto Cengiz
7 min readJun 2, 2016

--

“Bundan en fazla 5 yıl sonra, tıpkı şu anda cep telefonlarımız için kendimize sorduğumuz gibi, “Dijital asistanım olmadan önce nasıl yaşıyormuşum ben?” diye soracağız kendimize.”

“Asistan”

Bu asistan kelimesi genelde zengin insanların hayatında olan bir iş tanımı olarak kabul görmüştür. Çünkü o çok paralı insanların çok paralı olmalarını sağlayan çok işleri, çok toplantıları vardır ve bunları hale yola koymak için ihtiyaçları olan şey bir asistandır. Tercihen akıllı ve güzel kadınların oluşturduğu bir topluluk olan asistanlar zaman içinde çoğu şirkette evrilmiş ve neredeyse genel müdür seviyesinde yetki ve donanım sahibi bir hal almışlardır.

Tıpkı laptoplar gibi.

Bu laptop denilen hadise de eskiden çok parası, çok işi ve çok toplantısı olan adamların bütün bu çoklar arasında mobil halde hareket ederken çok önemli excel tablolarını yanlarında taşımalarına imkan veriyordu. Kocaman kasası ve ekranı ile normal halkın kullanıdığı bilgisayarlardan çok daha ufak tefek, çok daha teknolojik ve çok daha pahalıydılar. Tercihen yüksek hafızalı ve hızlı siyah ufak çanta biçimde cihazların oluşturduğu bir topluluk olan laptoplar da zaman içinde evrildi ve kullanıcısından daha donanımlı bir hal aldı.

Laptopların bu üst düzey hükümdarlığı; kablosuz internetin doğuşu ve üstüne Steve Jobs’un “iBook” konsepti ile “Öğrenciler yanlarında o kadar defter kitap taşımasın, dünyadaki bütün bilgiye ulaşabilsin” vizyonu sayesinde bir anda en aşağılara, gençlere iniverdi.

İnternetin sahibi ya da bir hedef kitlesi yoktu, o zaman bilgisayarların neden olsundu ki?

Böylece diğerleri de bu pazara girdi, fiyatlar düştü, teknoloji arttı ve gerisini biliyorsunuz.

Bilgisayarlar cebe girdi.

Peki asistanların bütün bu süreç ile alakası ne?

Asistanların çalışma saatleri zaten yoktu, artık hepten iptal oldu. Ama tüm bu süreçte, tıpkı bilgisayarların evrimi gibi bir başka gerçek daha ortaya çıktı:

Çok uluslu bir şirket yöneticisinin gündelik yapılacaklar listesi; 2 çocuklu bir ev annesinin gündelik yapılacaklar listesinden az değildi.

Tıpkı laptopların halka inmesi gibi, asistanların da aslında halka inmesinin vakti geldiği ortaya çıktı. Üstelik teknoloji de her geçen gün buna izin veriyordu.

Sesli dikte programları epeydir ortalardaydı, sesle arama da Google ile çıtayı bir tık daha yukarı taşıdı. Ve sesle arama sonuçlarında insanların sorularının çoğunun zincir sorular olduğu gerçeği ortaya çıktı. Yani sadece soru/cevap şeklinde olanlar dışında, cevaba göre aksiyon almak isteyenler çoktu. Zaten insanın soru sormasının ana amacı bu değil miydi ki?

Dolayısıyla “dijital asistan” kavramı ilk filizlerini vermeye başladı. Ama isterseniz önce bu dijital asistan işinin kısa geçmişine de bir göz atalım.

Kişisel Dijital Asistan” tanımı ilk defa Apple tarafından ortaya atılmıştı. Ama aklınıza ilk gelen seçenek olan iPhone olarak değil, çok öncesinde, 1987 senesinde yaratımı başlayıp 1993 senesinde satışa sunulan ve “ilk el bilgisayarlarından” kabul edilen “Newton” ile. 7 Temmuz 1992 senesinde dönemin CEO’su John Sculley, Las Vegas’ta yapılan CES’de (Kullanıcı elektroniği fuarı) Newton’u tanıtırken bu terimi kullandı. Kişisel Dijital Asistan. Personel Digital Assistant. “PDA

Apple Newton

Palm markası buradan bayrağı alıp uzun süreler de gayet yukarıda taşıdı, sonra bayrağı Blackberry’ye teslim etti. PDA’lerin en önemli özellikleri el yazısını tanımaları, takvim ve e-posta ile entegre olabilmeleri, ses kaydı yapabilmeleriydi. Sonrasında işin içine internet girince yetileri çok daha fazla genişledi.

Akıllı telefonların çıkışı ile, daha doğrusu özellikle iPhone ile beraber Palm ve Blackberry gibi PDA özellikli ancak son derece iş kaynaklı telefonların çağının sonuna gelmiş olduk. “Akıllı telefon” olarak adlandırılan bu grup PDA’leri sildi süpürdü.

Günümüze geri dönersek, akıllı telefonlarla beraber belki de onlardan çok daha kıymetli bir şey girdi hayatımıza; “App Store”. Yani uygulama marketi. Burada yazılımcılar kendi sınırlarını zorladılar, yapılabilecekleri daha da yukarı taşımaya başladılar. Cihazın özelliklerini en efektif şekilde kullanmayı hedefleyen bu uygulamalar teknolojinin kendisini üreten Apple, Google ve Microsoft gibi şirketlerin de hem kendilerini geliştirmelerine hem de yeni kulvarlara açılmalarını sağladı.

Bu süreçteki belki de en önemli adımlardan bir tanesi 28 Nisan 2010 tarihinde gerçekleşti. Sesle çalışan bir asistan uygulaması olan ve Siri Inc. tarafından üretilmiş olan bir uygulama iPhone App Store’da ciddi kullanıcı sayılarına ulaşmıştı. Sadece Apple’da çalışan bu uygulamanın Android ve Windows Phone’da çalışan versiyonlarının da yolda olduğunu duyurmasından kısa bir süre sonra Siri Inc., Apple Inc. tarafından satın alındı. Android, Windows gibi diğer platformlar tamamen rafa kalktı ve 4 Ekim 2011 tarihinde tüm dünya bu küçük uygulamanın artık yeri sarsılmaz bir biçimde Apple ekosistemine dahil olmuş versiyonu ile tanıştı: Hello Siri.

“Siri, who is your daddy?”

Siri sizin yerinize arama yapan, hava durumunu söyleyen, hatta sorabileceğiniz komik sorulara aynı şekilde komik cevaplar verebilen bir sanal asistandı. Bir sürü aksayan yönü olduğu bir gerçekti ama Apple tıpkı Newton’da olduğu gibi yine yeni hedefi gösteriyordu.

Apple’ın bir numaralı rakibinin buna cevap vermesi çok geç olmadı. Yukarıda da belirttiğim gibi Google zaten sesle arama özelliği olan Voice Search’ü 2008 senesinde ortaya çıkartmıştı. Aslında çıkışı 2002 senesi idi, Google Labs bünyesinde bir eklenti olarak çalışıyordu ama mobil cihazlarla 2008 senesinde etkileşime girmişti. Böylece Sauron’un gözü gibi Google’da bakışlarını bu alana kaydırdı ve önce tasarım anlamında da çok önemli bir değişimin habercisi olan Google Now’ı 9 Temmuz 2012’de duyurdu. Arkasından 2014 senesinde Google Voice’a dil seçenekleri ekledi, arama ve etkileşimi son derece hızlı ve akıcı bir hale getirdi. Siri kadar espriden anlamadığı bir gerçekti ama sonuçları çok daha verimliydi. Böylece mobilde sanal asistanlar ilk varlıklarını göstermeye başlamıştı bile.

“Ok Google. Bugün hava nasıl?”

Fillerin tepişmesinde çimen olmak istemeyen ve bir varlık göstermeye çalışan Microsoft’un bu yeni dalgaya kayıtsız kalması beklenemezdi ve böylece 2 Nisan 2014 tarihinde “Cortana” doğmuş oldu. Microsoft kökleri sayesinde tüm ofis uygulamalarıyla, Xbox platformuyla ve diğer Microsoft yazılımları ile doğal olarak iletişim kurabilen Cortana Android ve iOS için de yazılımını pazara sundu ancak Apple ve Google hegemonyasında yetersiz mobil platformu Windows Mobile ile istenilen yayılımı sağlayamadı. Söz konusu Microsoft olunca bitti denmeden bitmeyeceğini hepimiz gayet iyi biliyoruz ancak rakipleri karşısında kullanım olarak epey geride olduğunu şu an için söyleyebiliriz.

“Neden bu kadar ciddisin Cortana?”

Bu arada tamamen işin mobil kısmından uzak, Prof. Cynthia Breazeal tarafından Indiegogo’da Ağustos 2014'te bir kişisel asistan ortaya çıktı. “Jibo” adındaki bu asistan cep telefonunuzda değil masanızda, sehpanızda durması için tasarlanmıştı. Hatta sadece sorularınıza cevap vermiyor, çocuğunuzla oyun oynuyor, size gülümsüyordu da. Bu proje duyurulur duyurulmaz aradığı fonu hedeflediğinden 26 gün önce topladı ve şu aralar halen ön sipariş almakta.

Jibo. Star Wars setinden kaçmış gibi.

Yine bu yazılımsal mobil savaşları sürerken, bir de pek diğerlerinin ürün olarak takmadığı “Fire” adıyla telefon ve tablet çıkartan bir Amazon belirdi. Amazon’un da Fire cihazlarında kendi sanal asistanı Alexa çalışıyordu. Ancak Amazon burada yine Amazonluğunu yaptı ve oyunun kurallarını değiştirdi. Telefonunda tuttuğu Alexa’yı telefonundan çıkartıp bir vazoya koydu. Böylece Jibo’nun tam mutluluktan göbek atma animasyonu göstermesine ramak varken 6 Kasım 2014 tarihinde dünyanın ilk “Ev tipi sanal asistanı”nı duyurdu. Jibo’dan farkı; proje değil bitmiş üründü.

Hayatta yaptıklarınız, Echo’da yankılanır!

Amazon Echo ile sanal asistanı ete kemiğe olmasa da devreye ve forma sokmuş oldu. Nesnelerin interneti (IoT) ile giderek daha “akıllı” olan evlerde tüm bu nesneleri birbirine bağlamayı ve bir yandan da soruları cevaplayıp aksiyon almayı hedefleyen bu siyah silindir bana inceden 2001: Uzay Macerasını hatırlatsa da, geleceğin evinin ilk sinyallerini verdi.

Echo? Yanlış geldim galiba.

Bu arada masadaki başka bir büyük oyuncu sessizliğini bozdu ve konuya bambaşka bir yerden yaklaştı. Şu günlerde “Chatbot” dediğimiz kavramla bu alandaki ağırlığını hissettirmeye başlayan ve data analizi konusunda gerçek bir deneyim küpü olan Facebook, Ürün Tasarımcısı Jeremy Goldberg’in aşağıdaki tweet’i ile dünyaya sanal asistan oyunundaki yeni oyuncusunu duyurmuş oldu; Facebook M.

Hem bağımsız proje Jibo, hem de Amazon’un Echo’su ortalığı alevlendirince son yıllarını tamamen yenilikçi ürün geliştirmeye adamış ve Google ne kadar yazılım tarafında Apple’ın kabusuysa, mobil taraftaki en büyük kabusu olarak hayatına devam eden Samsung da oyuna dahil oldu ve 27 Nisan 2016 geliştiriciler konferansında zaten kullandığı “S Voice” özelliğinden birikimi ile Otto’yu görücüye çıkardı.

Otto. Kimse seni sevmese Pixar sever.

Bu durumda kim yerinde duramadı dersiniz? Tabi ki yine Google. Bir şeyi kopyalayıp olması gerekenden daha iyi seviyedeki halini ürün olarak sunmak gibi bir mottosu olduğuna yürekten inandığım Google bu hareketleri beğendi ve 18 Mayıs 2016 I/O konferansında oda nemlendiricisi kılıklı yeni ürünü Google Home’u tanıttı.

Her eve lazım. Akıllı vazo.

Gördüğünüz gibi tüm bu gelişmeler 5 yıl içerisinde oldu. Basit bir mobil uygulamadan evin köşesinde duran ve sizinle konuşan, etkileşen, cep telefonunuzda sizinle yazışan asistanlar. Oyuncuların şimdilik isimleri belli; Apple, Google, Microsoft, Google, Facebook, Samsung...

Sanal gerçeklik ve artırılmış gerçekliğin gümbür gümbür geldiği günümüzde 5 yıl sonra önemli olan cep telefonunuzun değil sanal asistanınızın şarjı olacak gibi geliyor bana.

Bu durum gelecekte neleri ne kadar değiştirecek merakla bekliyorum. Markaları, pazarlamayı ne ölçüde etkileyecek?

Örneğin uçak bileti almasını istediğim dijital asistanım aynı saatte kalkan iki uçak arasında hangi havayolunu neden seçecek? Reklamcılık ve iletişim artık sadece insanlara değil sanal zekalara da mı yapılmaya başlanacak?

İşe giden yoldaki trafik durumunu sorduğumuzda bize saf mantık ve data ile en mantıklı ve kısa yolu mu önerecek sadece, yoksa alışkanlıklarımızı analiz edip “Motorla gitmek için manzaralı yollar” da önerecek mi?

Her şeyi en doğru ve hızlı şekilde yapmaya programlanan bu yapay zekalar duygular geliştirebilecek mi?

Ben kendi adıma elimden geldiğince süreci yakinen takip ediyorum, kullanıyorum, deneyimliyorum.

Size de tavsiye ederim.

Kabul edelim ki; “Ex-Machina” ya da “Her” ürkütücü gelse de, “Her eve bir Jarvis” fikri oldukça baştan çıkartıcı.

Jarvis. Bana mutluluğun resmini çizebilir misin?

--

--

Olcayto Cengiz

Father, idea vending machine, respirator, keynote speaker, educator and advisor. Passionately curious.