Beklenti Laneti

türkay ürkmez
3 min readDec 25, 2016

--

Beklenti, tüm kötülüklerin anasıdır.

Hayatın akışını anlamanın illa ki bir formülü olmalı bence. Ne zaman ne yapman gerektiğini, ne zaman hangi cümleyi yazman gerektiğini bilmenin bir yolu olmalı.

Her şeyin bir yeri ve zamanı varsa eğer, o doğru yer ve zamanı bilmek benim en doğal hakkım. Aslında bu inanış, insanda büyük bir beklenti uyandırıyor bana kalırsa. Hani şu, bütün kötülüklerin anası olan beklentiden bahsediyorum.

Dünyaya geldiğin anda bir beklenti okyanusunun içine dalıyorsun. Öncelikle ebeveynlerin ve sonra etraftaki tüm büyüklerin bir beklentisi var senden. Ama işin can sıkıcı kısmı bu değil. Kendi yaptıklarından, bu yaptıklarının sonuçlarından oluşturduğun o beklenti dağı o kadar yüksek ki!

Eritmen gereken bir iş yığını gibi, tepeleme birikmiş arzulardan kurtulmanın kolay bir yolu olmalı. Bir çalışma modeli mi bulmalı yoksa bambaşka bir açıdan mı yaklaşmalı?

Çağın başarılı erkeklerinin ve kadınlarının hikâyelerini mi okumalı? Sabah kaçta kalkıyorlar? Nasıl egzersiz yapıyorlar? İnsanlarla nasıl bir dil ile konuşuyorlar? Hedeflerini nasıl belirliyorlar? Hata yaptıklarında başlarına ne geliyor?

Bir kaptan, kendinden önceki kaptandan çok şey öğrenmiştir muhakkak da dümenin başına geçmediği sürece, kendi seyir defterine yazmadığı sürece ne anlamı var ki? Hem ayrıca, tek tip olmak bizi bir makinenin aynı kalıplardan ürettiği robotlara benzetmez mi?

Bütün bu arzulardan kurtulmanın yolu uzun bir sırık bulup üzerinden atlamaksa peki? Böylece, gelmesi gereken özürlere ve duymak istediğin güzel cümlelere de ihtiyacın kalmaz belki. Görmeyi arzuladığın davranışlardan sıyrılmak, boynundaki zincirlerden birinden daha kurtarabilir seni.

Üstelik beklenti duygusu asla tek başına hareket etmez. O, hep korku ile birlikte yan yana yürür. Ayrıca birbirlerini de beslerler sürekli… Hiç anlamadığın bir anda, kıskançlık, memnuniyetsizlik, orada olmayı istememe ve çöküşe dönüşür bu birliktelik. Sıkışıp kalır, döngüye girersin.

O döngüyü kırmanın formülü, basit bir vazgeçişin içinde saklı olabilir mi? Arzularının en temelindeki arzudan vazgeçip, kendi varlığına bıraksak biraz dümeni. Biraz da kontrol etmeyelim hayatı canım ne olacak? Biraz da manzaranın tadını çıkaralım yani. Kendimizi daha fazla tanıma serüvenine daha fazla zaman ayıralım. Daha zor sorular soralım evrene dair. Daha zor soruların daha da zor sorular doğuracağını bilerek yapalım bunu üstelik.

Aksi halde, sınırlarımızı sadece biraz daha genişleteceğiz o kadar. Sınırları tamamen kaldırabilecekken, neden daha büyük kafeslere hapsolmayı tercih edelim ki?

Demek ki bir şeyi diliyorsan eğer, o şeye sahip değilsindir. Hadi bu kez dilemek yerine farklı bir şey yap, doğrudan ol. Belirli bir amaca ulaşmak için bir ilk adım yaratmaktansa doğrudan sonucu yaşa. Arzuyu ortadan kaldır. Beklentiyi ortadan kaldır. Korkuyu ortadan kaldır.

Yerine, anlama aşkını koy, yerine üretme zevkini koy, yerine ilham alma tutkunu koy. En nihayetinde var etme hazzını koy.

Eğer gerçekten kendini tanıma yolunda tatmin olabilseydin, nasıl hissederdin? Yüzünde nasıl bir ifade olurdu? Etrafına nasıl bir enerji yayardın?

Şimdi böyle olmamanın sebebi ne? Bu kez sondan başla, önce sonucu yaşa sonra nedeni bul. Önce amacın olan duyguyu yaşa. Mademki evrendeki her şeyi zihnimizle algılıyoruz, yani hem hisler hem de düşünceler zihnin yasalarının bir sonucu, o zaman bu yasaları da değiştirebiliriz. Önce duygu sonra, o duygunun kaynağı! Bence adil bir yasa!

O kadar basit ki, ulaşılabilirliği neredeyse imkânsız. Ah ne de tatlı şeysin sen, “olanı asla değiştiremezsin, olmayana da hiç ulaşamazsın” paradoksu.

Seviyorum seni.

--

--

türkay ürkmez

Düşünen, düşündüğünü yazan, yazılım eğitimleri veren adam…