Boş durma, boşa çalış…

Emre Aksoy
3 min readJan 30, 2017

--

Ankara’da buz gibi bir kış günü. Saat sabahın 7'si… İyice kasvetli olan kış sabahları devlet babamızın “enerji kaygıları’’ yüzünden yerini zifiri karanlığa bırakmış. Günaydın bile diyemeden sıcacık yatağımdan mesaiye yetişmek için kalkıp hazırlanmaya başlıyorum…

Alelacele bir kahvaltıdan sonra 8.30 gibi ofise geliyorum. Daha kimsenin afyonu patlamamış, herkes boş boş karşısındaki monitöre bakıyor. Ben de hayatımın hiç bir evresinde sabah insanı olmadım zaten, saat 11'e kadar kahve içerek kendime gelmeye çalışıyorum.

11.00 gibi kendime gelir gelmez raporuma odaklanıyorum, ancak 10 dakika bile geçmeden açık ofis oturumunun gazabına uğruyorum. Telefonda yüksek sesle konuşanlar, sağdan soldan yanıma yaklaşıp sorularıyla dikkatimi dağıtanlar, mutfaktan türk kahvesiyle gelip kahkahalar eşliğinde gıybet yapan ekipler… Odaklanmak imkansız, mahremiyet sıfır, arka planda devamlı bir beyaz gürültü…

Açık ofis oturumunun üretkenliği yok ettiği araştırmalarla kanıtlanmışken neden ısrarla buna devam ediliyor? Anlayamıyorum.

Kesintisiz beyaz gürültü ve sağdan-soldan gelen taciz ateşleri arasında iyi kötü bir şeyler karalayıp saati 18.00 ediyorum. Tam eşyalarımı toparlayıp ofisten çıkacakken patron arıyor, “yanıma gel bir toplantı yapalım” diyerek telefonu kapatıyor. Toplantıların %99'unun gereksiz olduğu gibi yine son derece lüzumsuz, konusu belli olmayan, süresi belli olmayan, plansız bir oturumdan sonra pert bir şekilde eve dönüyorum. Saat 21.00'i gösteriyor, vakit ayırmak istediğim hiç bir şeye vakit ayıramadan yemeğimi yedikten sonra dinlenmeye geçiyorum.

Ve bu iğrenç günün bir başka iterasyonu için yarın sabahın köründe tekrar kalkmam bekleniyor!

Sabah karanlığa uyanıyor olmak başlı başına depresyon sebebi, bunun yanında bitmek bilmeyen çalışma saatleri, konsantrasyon düşmanı çalışma ortamları, düzensiz beslenme zorunluluğu, sosyal aktivite eksikliği derken son derece keyifsiz bir hayat düzeni kurmak zorunda bırakılıyoruz.

Tüm bunların karşılığında çok iyi iş mi çıkarıyoruz peki? Keşke! Kendimi iyi hissettiğim bir yerde konsantre olup 3 saatte bitirebileceğim bir rapor için 1 hafta ofiste debeleniyorum.

Uzun bir süre remote working düzenine alıştıktan sonra yukarıdaki ofis döngüsüne geri dönmek herhalde yaptığım en büyük hatalardan bir tanesiydi. Bu yüzden ruh ve beden sağlığımı korumak adına 1 ay bile dayanamadan istifa ettim.

Bugün tekrardan remote olarak çalışıyorum. Sabah 9'da güneşi görmeden uyanmıyorum. Kendime sağlıklı bir kahvaltı hazırladıktan sonra gündemi okuyorum, sonrasında da sporuma gidiyorum. Son derece zinde hissederek ofisime gidip işlerime koyuluyorum. Eğer o gün daha samimi bir yere gitmek istersem ofisi pas geçip favori cafe’lerimden bir tanesine oturuyorum. Akşam üzeri 4–5 gibi bütün işlerimi tamamlamış bir şekilde günün geri kalanının tadını çıkartmak için kalkıyorum. Bazı günler gündelik işlerimle uğraşıyorum, çalışmayı geceye bırakıyorum. Hiç bir işim aksamıyor. Aileme, sevdiklerime ve arkadaşlarıma vakit ayırabiliyorum. En güzeliyse günümü kendim planladığım için diğer projelerime de vakit ayırabiliyorum.

Steve Jobs bilgisayarları bisiklete benzetirmiş. İnsanların kendi çabalarıyla yol kat etme kapasitesini katlayarak arttırdığı için. Gerçekten günümüz bilgi çağında bir insanın bilgisayarıyla üretebileceklerinin neredeyse sınırı yok. Geçmişe göre bir insanın üretkenliğinin 40–50 kat arttığı bir dönemde iş performansının 1890'lardan kalma uygulamalarla ölçümlenmesi ne kadar doğru?

Bizler beyaz yakadan da öte bilgi işçileriyiz (knowledge worker). Bizim yaptığımız işin verimliliği zamanla değil çıktılarla ölçümlenebilir. Bu nedenle çalışılan süreyi ve yeri başarı ölçütü olarak değerlendiren düzenler yerine üretilen çıktıyı maksimize edecek düzenlere geçiş yapmamız gerek. Bugün ülkemizden internet/teknoloji alanında yüksek katma değerli girişimlerin çıkamamasının altında yatan en önemli sebeplerden bir tanesi bu: eski kafalı şirketlerin yeniliklere adapte olmadan yenilikçi işlere soyunması.

Bu nedenle yeni şirketimiz roigle.com ‘da tüm şirket düzenini çıktılara dayalı ve uzaktan çalışmaya müsait bir şekilde kurguladık. Kısaca Roigle , “dijital pazarlama’da Über modeli” olarak özetlenebilir. Silikon Vadisi’nin en büyük şirketlerinde çalışmış, onlara iş yapmış yetenekli insanları bir araya getirip müşterilerimizin dijital pazarlama ihtiyaçlarını remote olarak projelendiriyoruz. Yapılması gereken işlerin her ayağı o işin uzmanı tarafından üstleniliyor, fiyatlandırma çıktılar üzerinden yapılıyor. Böylece çok daha düşük bütçelerle çok daha yüksek kaliteli çıktılar alınıyor. İşi yapanlar esnek oldukları için mutlu, işi veren firmalar maliyetlerini düşürdükleri için mutlu.

Bu yazıyı okuduktan sonra “benim işimi remote olarak yapma şansım yok ki” ya da “düzenimi sevmesem de bırakma lüksüm yok” gibi şeyler düşünmüş olabilirsiniz. Elbette ki bazı iş kolları için çıktı odaklı düzenler kurmak mümkün olmayabilir; ya da böyle bir düzene benim kadar rahat bir şekilde girip-çıkamayacak durumda olabilirsiniz. Ancak durumunuz ne kadar çıkmaz gibi görünse de Gandhi’nin “dünya’da görmek istediğin değişiklik ol” düsturunu benimseyip hayat kalitenizi yükseltmeye yönelik planlar yapmanızın önünde hiç bir engel yok.

Özellikle Y ve Z jenerasyonu bu konuda bizlerden çok daha talepkar. Üniversiteden yeni mezun olmuş, ilk işini arayan tecrübesiz gençlerin bile yazının başında bahsettiğim düzeni gördükten sonra “ben burada mutlu olamam” diyerek teklifleri kibarca reddettiğine o kadar çok kez şahit oldum ki… Aynı şeyi neden biz yapamayalım?

Hayat gerçekten kısa; mutlu olmadıktan sonra devam etmenin bir anlamı var mı?

--

--