Büyük Şehirden Kopamayan Bireylerin Dramı — Yabana olan özlem.

Manifesto
5 min readAug 12, 2015

By The Photographer

“Tanrı Kırları, İnsanlar da şehirleri yarattı” (Cowper)

Büyük şehirler… İnsanlığın ve modern yaşamın bel kemiği. Peki gerçekten de bu kadar modern bir görünüm takınmış, insanlara sınırsız olanaklar sağlayan bu yerleşkeler gerçekten insanlar için bu kadar paha biçilemez mi?

Kendi hayatım ve duygularım üzerinden yazıma yön vereceğimden şunu başta belirtmemde fayda varki hiç bir zaman 3–4 günden fazla köy gibi bir yerleşkede bulunmadım. Bu ziyaretlerimin de sebebi genellikle cenazelerdi. Hiç bir zaman, maalesefki tatilimi bir kesim insanlar gibi köyde geçirmedim.

Muhakkak kondüsyonu iyi ve güzelce bir evde ikamet etmek bir çok insanın rüyasıdır ancak gerçekten de şaşalı bir şekilde döşenmiş bu evlerde günlük hayatın stresini atacak bir sosyal alana sahip oluyor muyuz yoksa kendi ellerimizle döşediğimiz — eminimki köyde yaşayan insanlar için küçük saray diye nitelendirilebilecek — evlerimiz adeta bir hapishaneye mi dönüşüyor? Gerçekten de yıllarca emek vererek biriktirilmiş paralarla ya da bir şekilde aileden kalması suretiyle elde ettiğimiz bu evler verdiğimiz parayı hak ediyor mu?

Sizin yaşadığınız evleri bilemem ancak bir Ankaralı olarak ailemle beraber kaldığım evin değerinin sadece bulunduğu lokasyondan dolayı yüksek bir değere sahip olduğunu söyleyebilirim yoksa bana sorarsanız 100–110 m2'lik bir ev üç kişi için bence pek de yeterli bir alan değil. Böyle düşünmemin altında yatan sebep ise insanların sosyal bir canlı olmasının yanı sıra kendini geliştirmeye açık olmaları. Bir bireyin resim yaparken, diğerinin spor yapması, bir diğerinin ise bir başka sanatla ilgilenmesi bence imkansız ki zaten şu bir gerçek, şehirde yaşam süren insanların bir çoğu ya bu tarz etkinliklerden elini ayağını çekip kendini televizyona veriyor ya da bu tarz aktiviteleri gerçekleştirmek için gelirinin hiç de hafife alınmayacak kısmını sanat atölyelerine vermekle kalmadığı gibi ulaşım için saatlerini harcıyor.

Diğer bir tarafta — kırsalda — insanların bu açıdan daha şanslı olduğunu düşünmekteyim. Her ne kadar şehir hayatına alıştığımızdan köy gibi gelişmemiş denebilecek bir alanda yaşamak elbetteki bir çoğumuz için ıstırap olarak nitelendirilebilecek bir yaşam tarzı. Bence bu tarz bir görüşe sahip olunmasının sebebi biz şehir hayatına alışkın bireylerin farklı bir kültüre maruz kalarak yetişmesi. Örnek olarak, bir çok şehirde yetişmiş çocuk gibi ben de şehir kültürüne ve daha çok pop ve batı müziğine maruz kalmış bir bireyim. Bundan kaynaklı olarak sevdiğim — sazın dahil olduğu — şarkı gerçekten çok azdır. Hatta genellikle düğünler benim için ıstıraba dönüşür. Peki köy kültürüne maruz kalmış olsak bu durum yine böyle mi olurdu? Pek sanmıyorum. Ayrıca köylerde de aynı şehirlerdeki gibi insanların sosyal etkileşimde bulunabileceği alanlar mevcut (Eminim bu cümlem insanların aklında Facebook, Twitter gibi sosyal ağları da çağrıştırmış olmalı.). Örneğin insanlar kahvelerde gazeteler okuyup oyun oynayabiliyorlar. Ayrıca emin olun çaya da bizden az para veriyorlar.

Büyük bir ihtimalle kahvehanelerden bahsetmem bir çok insanın aklına sosyal eşitsizliğin olduğu bir ortamı da çağrıştırmıştır ancak bu durum her yöre için aynı değil. Örnek verecek olursam, bildiğim ve gördüğüm kadarıyla bugün Nevşehir, Mazı köyünde kadınlar bırakın kahvehaneye girmeyi, köy merkezindeki köy kahvehanesinin önünden geçerken erkeklere görünmemek için küçük bir tepeciğin etrafından dolanıyorken; Ordu’nun Yeşilce köyünde, kahvehanede erkekler ve kadınlar bir arada oyun oynayıp oturabiliyor. Bu yüzden bu durum topluma ve yöreye göre değişmekte ki zaten şehirler de aynı durumda değil mi sizcede? Bugün İzmir’de insanlar lafın gelişi kızlı — erkekli gezmesi bir problem olmazken; bu durum Anadolu’da probleme dönüşmekte.

Ayrıca köy hayatında ne kadar bale, jimnastik gibi batı kültürüne ait mozaikler olmasa da her yörede bunların yerini alacak farklı mozaikler muhakkak bulunuyor.

Bir diğer boyut ise tüketilen gıdaların tazeliği, doğallığı ve tedariği. Bugün şehir hayatında yaz meyve-sebzesi, kış meyve-sebzesi demeden sınırsız bir meyve sebze tüketebilme şansına sahipken köylerde bırakın bu kadar çeşitli meyve-sebze tedarik etmeyi, tüketebileceğiniz temel gıdalar, meyve-sebzeler yöreye göre değişmekte. Tabiki bakıldığında şehirde büyüyen bir çocuk tükettiği farklı gıdalarla daha zengin bir besin kaynağına sahip olsa da bu gıdalar genellikle ya yeteri kadar taze olmuyor ya da süpermarketlerdeki raflara ulaşıncaya kadar bir çok işlemden geçip bir çok ilaca ve katkı maddesine maruz kalıyor. Diğer bir tarafta iste köy hayatında skalası daha dar bir gıda çeşitliliğine sahip çocuk ya da birey hiç olmazsa daha doğal, daha sağlıklı ve daha taze gıdalar tüketiyor. Bugün bakıldığında gıdalarla vücudumuza giren toksin maddenin sınırı yok. Daha sonra da şifayı doktorlarda, antioksidan haplarda ve çeiştli detox ve kürlerde aramaktayız.

Bir diğer değinilesi büyük farklılıklardan biri ise ulaşım. Bugün büyük şehirlerde özellikle de İstanbul’da (Son yıllarda Ankara’da da büyük bir problem.) insanlar saatlerini ev ve iş arasında geçirmekte. Artık insanlar şehirlere sığmamakta. İnsanlar, iş için, sosyalleşmek için, alışveriş için ya da yakın çevrelerini ziyaret için kmlerce yol kat etmekte. Ancak bu durum-gördüğüm kadarıyla — köylerde bu şekilde işlememekte. İnsanlar bu aktiviteleri gerçekleştirmek için bırakın zamandan feragat etmeyi ulaşım için saat kaçta bulundukları yerden yola çıkmaları gerektiğini bile hesaplamamakta.

Eminim ki şehir hayatını savunacak insanların büyük bir kısmının en büyük tezlerinden biri de insanların para kazanmak için şehirlerde genel olarak fiziksel güçten ziyade aldıkları eğitimlerle uzmanlıklarından yararlanmaları. Ancak bunu yapan biz şehirdeki insanlar da daha sonraları enerji harcayıp rahatlamak, daha sağlıklı olmak ya da spor yapmak, hareket etmek için gidip klimalı kapalı spor salonlarından yararlanıyoruz. Ancak doğa ve köy hayatı hiç öyle mi? Egzoz dumanına maruz kalmadığın gibi paranı kazanıp, ekmeğini edindiğin işini yaparken aynı zamanda sporunu da yapıyorsun. Bugün baktığımızda bir doktor yüzü bile görmemiş köylü dedeler nineler, şehirlerde ikamet eden yaşlılarımızdan her manada daha sağlıklı.

İnsan hayatının dörtte üçünü yapacağı şeyleri istemekle geçirir. (Anonim)

Tüm bu üzerine düşünmeye değer noktaları göz önüne alıp tartınca insan, aslında şehir yaşamının bize kendini sunduğu o şaşalı altın, gümüş, pırlantalarla kaplı, o geceleri yıldız gibi parlayan ışıklarının yanı sıra mental ve fiziksel bozukluklar da sunduğunu göremiyoruz. Belki hırsımıza yenik düşüyoruz belki de ailemiz tarafından bu hayatı yaşamaya dayatılıyoruz. Yoksa eminimki bir çok insanın hayallerinden bazıları dünyayı gezmek, müstakil bir kaç katlı bahçesi olan bir eve yıllarca verdiği emeğin, sağlığın ve çile içinde geçen yılların sonucu olarak edinmek ya da yazlık bir kıyı şeridine yerleşip şehir hayatında kaybettiği sağlığını emeklilikte kazanmaya çalışmaktır.

Ancak hayat böyle işte. Bir sisteme dahil oluyor ve o sistemin içerisinde mutlu olmaya çalışıyoruz. Hiç birimiz, ne bu yazıları okuduğumuz elektronik cihazlardan kopabiliyor ne de bu sosyal paylaşım platformlarını bırakmak istemiyoruz. Yoksa eminimki benim gibi güzel sessiz yeşilin her tonunu barındıran bir bölgede büyük bir ağaç eve ya da yamaca kurulmuş manzaraya bakan boydan boya camı olan bir evi bir çok insan ister?

Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Düşüncelerinizi dile getirmenizden memnuniyet duyarım.

Saygılar.

NOT: Eminim bir çok kişi izlemiştir ancak konuyla alakalı olarak yazımın kapak fotoğrafının da alıntısı olduğu Sean Penn’in yazdığı ve yönettiği, üniversiteyi derece ile bitirmiş bir gencin şehirden yabana olan kaçışının anlatıldığı, “Into The Wild” filmini izlemenizi öneririm.

Bazı insanlar güzel çiçeklere erişmek için uğraşırlarken ayaklarının altında ezilen papatyaların farkına bile varmazlar. (Anonim)

--

--