Devlet, insan ve domates

Talha Ocakçı
Mühendis kafası
Published in
5 min readDec 28, 2016

Topraktan geldik, bitkilerle ve toprakla aynı mineralleri içeriyoruz; sadece ana bileşenlerimiz değil, davranışlarımız da çok benziyor.

Bir fidanı söktüğümüz zaman, toprağın, topak halinde kökün üstünde kaldığını görürüz. Bitki, toprağı önüne çeker, ihtiyacı neyse alır ve bırakmaz, toprağın o bölgesini sahiplenir. Su azaldıkça köklerini daha derine salar, su çoksa kökleri fazla gelişmez. En zararlı parazit bitki de yapar bunu, meyveleri dünyayı doyuran bitkiler de…

Bitkiler gibi insanlar da kök salmak ister. Kimimiz daha kılcal, daha güçsüz köklerle bağlanırız toprağa, kimimiz daha güçlü, daha odunsu bağlarla. Etrafımızdaki kaynakları önümüze çeker, sahiplenir ve bırakmayız.

Doğa, kök salan bitkinin kim olduğuna bakarak, “senin kök salmaya hakkın yok” demez. En basitinden, en hızlı yayılan ve kimseye faydası olmayan ayrık otlarını, “sen işe yaramıyorsun” diyerek yok etmeye kalkmaz. Bu durumda, ayrık otları büyük bir alanı ele geçirebilir, “işe-yarar” bitkilerin toprağını çalarak onları besinsiz bırakıp yok edebilir. (mi acaba)

İnsanoğlu, hangi bitkinin işe yaramaz, hangisinin işe yarar olduğuna karar verip ona göre davranabilen, toprağı ehlileştirebilen tek ırk… Dolayısıyla doğanın aksine, bir bitkinin yaşama hakkı olup olmadığına karar verebiliyor.

İşe-yarar… Kime göre neye göre?

“İşe-yarar” tabiri burada çok önemli. Neden ayrık otu işe yarar değil de bir ıspanak “işe-yarar”? Neden ıspanak gördüğümüz yerde sinirlenerek söküp atmıyoruz da ayrık otlarını “bakım” yaparken söküp atıyoruz?

Olay basit. Bir bitkinin, karnımızı doyuran ya da konforumuzu sağlayan herhangi bir şeyi yok ise “işe-yaramaz” diyerek söküp atıyoruz, yakıyoruz, yok ediyoruz.

Domatesler, kimin işe yaramaz olduğuna karar verebilseydi

Domates, güneş ışığına çok ihtiyaç duyduğundan, bir çam ağacının gölgesinde yetişemez. Eğer domatesler bilinçli olsaydı ve onlara yeterli güç verilseydi, çam ağaçlarının oksijen ürettiğini bilmeden, gölgelerinden rahatsız olarak çamları katledip sonlarını getirebilirlerdi.

Ve domatesler böyle bir davranış sergileseydi, insanlar olarak karşı çıkardık değil mi? Çünkü doğanın dengesini bozduklarını, oksijenimizin azalacağını bilirdik. Kafamızı kullanarak derdik ki, “birbirinizi öldürmek zorunda değilsiniz, ayrı yerlerde de yaşayabilirsiniz. İkiniz de bu dünyaya (ya da bize) lazımsınız!

Toprakları bölmek

Aynı toprağın üstünde bütün bitkiler birlikte yaşayamaz. Bilinçli tek canlı ırkı olarak, bunları farklı bölgelerde taşıma, ayrık otlarını yok etme görevini üstlendik.

Daha sonra bu gayet doğal görünen mantığı insanlığın kendisi için de uygulamaya başladık.

Bitkiler gibi, yaşayabilmek için bizim de toprağa ihtiyacımız olduğu için kaynakları önümüze çektik ve kesin sınırlar belirledik. Önce toprak parçalarını böldük, sonra birlikte yaşayamayacak insanları birbirinden ayırdık, sonra bu arazilerin güvenliğini sağlamak için devlet diye bir mekanizma kurduk. Böylelikle hem “domateslerin” hem de “çamların” güvenliği sağlanmış oldu.

Diğerleri

Fakat bir de diğerleri vardı. Ne domates ne de çam olabilenler. Ne domateslerin, ne de çamların istedikleri… Ayrık otları…

Doğal denge için, “faydalı” bitkilerin yaşayabilmesi için var olmaması gerekenler… Kazara var oldularsa da öldürülmesi gerekenler…

İnsanlar, öldürme yetkisini kendisinde görerek “faydalı” olmayan ayrık otlarını kökünden söktü, yaktı, kül etti.

Ve ayrık otlarının yok edilmesine hiçbirimiz karşı çıkmadık. İşler böyle yürüyordu.

Yine “diğerleri” meselesi

Topraklar bölündü. Belki alttürlerin ihtiyaçlarına bakılmadan, insanın açgözlülüğü hesaba katılmadan üleştirmeler yapıldı. Anlaşmazlıklar çıktı, topraklar tekrar bölündü. Domatesler ve çamlar yer değiştirdi. Arada çoğu telef oldu.

Bu süreçte diğerleri, ayrık otları, hep dışardaydı. Yine köklerinden sökülüyor, yakılıyor, kül ediliyordu ve kimse buna karşı çıkmıyordu. “İşe yararlar”ın yaşaması için faydasızların öldürülmesi gerekiyordu. Bu görevi devlet üstlendi, “işe-yaramaz” insanların öldürülmesi de devletin görev tanımına girdi.

İnsanın öldürme yetkisi

Aslında doğanın dengesinin bir parçasıdır öldürmek. Bir vahşi doğa belgeseli izlerken kimse ahlaki eleştiriler yapmaz. İnsanın bitkiyi öldürmesi de ahlaki bir karşı çıkışla karşılanmaz. Doğadan gelen bir öldürme yetkisi vardır çünkü.

Bir yetki alınmışsa, bilinçli olarak mutlaka genişletilir ve kötüye kullanılır.

Kötüye kullanım, bazı ahlaki karşı çıkışlarla karşılanabilir. Bu durumda yetkiler, “göklerden gelen bir karar” ile genişletilmeye çalışılır.

Şu an ismini vermek istemediğim bazı dinler, insanoğluna gereğinden fazla değer atfediyor. Bütün canlıların “ona hizmet etmek için yaratıldığı”na inanıyor. Bu noktada insan, hizmetkarları olan canlıların hangilerinin yaşamaya layık olduğunu belirleme yetkisine sahip oluyor.

Yetki genişletilmeye ve insanlar üzerinde de kullanılmaya başlıyor. Devlet, basit açgözlülük hisleriyle ya da crusade, cihat gibi dinden gelen motivasyonla yetkisini, kendi arazisini korumaktan diğer arazileri ve halkları yok etmeye kadar genişletiyor. Biraz daha ötesine gidince işi kendi arazisindeki farklı alttürleri temizlemeye vardırıyor.

Hangileri ayrık otudur ve yok edilmesi gereklidir?

İnsan olmasaydı, doğa, kendi kendine ayrık otlarının ve bilimum diğer “işe-yaramaz” otların yok edilmesi için ekstra bir çaba sarf etmezdi. Doğa kendi kendine “şu otlar yararsızdır” diyerek onlara karşı topyekün savaşa girişmez. Doğanın kanununda topyekün bir mücadele, gruplaşma yoktur.

Ama dedim ya insan, doğanın bilinç kazanmış marazi türü olduğu için kendine böyle bir görev biçti ve bitkilerin kendisi için yaratıldığı önkabulüyle onları sınıflara ayırdı:

1- Meyvelerini yediği

2- Kendisini yediği,

3- Gözüne güzel görünenler ve güzel kokanlar

4- İşe yaramazlar (yok edilmesi gerekenler)

Devlet ve dolayısıyla insan, önce son gruptakileri, sonra da diğerlerini yok etmeye başladı.

Devlet politikası

Marazi insanın marazi yapısı devlet, insanların kendisi için yaratıldığı ön kabulü ile insanları da benzer bir sınıflandırmaya tabi tuttu ve işe yaramazları yani yok edilmesi gerekenleri belirledi. İşte buna “devlet politikası” dendi. Devlet politikası insanları şöyle gruplandırdı:

1- Üstünden para kazanılabilecekler

2- Yetkilerini güçlendirecekler

3- İşe yaramazlar

Gruplar bunlar. İşinize gelirse… Göklerden gelen bir karar bu.

Bir domates ülkesinde ya domates olmak zorundasınız ya da araziyi terk etmek… Üçüncü bir seçeneği zorlarsanız, öldürülürsünüz.

Eğer birinci ya da ikinci gruptaysanız ve üçüncü gruptakilerin öldürülmesini ahlaki olarak yanlış buluyorsanız devlet size bunun doğa kanunu olduğunu kanıksatmaya çalışacaktır. Devlet, örneğin, patlıcanların da ayrık otu olduğunu size kabul ettirmeye çalışacaktır.

Kısaca devlet, “ayrık otu” tanımını kafasına göre yapacaktır.

Yani devlet, bazı dinler gibi, insanın kendisi için yaratıldığını düşünüyor. İnsan da zaten toprağın, bitkinin ve hayvanın kendisi için yaratıldığını düşünüyor. Mantık bilimi gereği; toprak, devlet için yaratılmış oluyor.

Devlet -> İnsan -> Toprak, bitki, hayvan

Toprak, uğrunda ölen varsa vatandır ya, modernizm için, yol için her ormanı yok edebiliriz ya, hayvanları katledebiliriz ya; işte hepsi bu denklemin bir sonucu.

Ya her şey tam tersiyse?

Denklemin ilk hali devletle insanın arasındaki ilişkiyi yanlış tanımlıyordu. Zira insan devlet için yaratılmamış, devlet insan için yaratılmıştır. Denklemi tersyüz edince bu ilişki düzeldi. Bana kalırsa doğa ile insan arasındaki ilişki mantığı da düzeliverdi.

Toprak, bitki, hayvan -> İnsan -> Devlet

Bu denklem şunu söylüyor:

İnsan; toprak, bitki ve hayvan için yaratılmıştır (ya da varolmuştur), devlet insan için yaratılmıştır (ya da varolmuştur.)

Ya insanoğlu sadece polenlerin taşınmasını sağlayan, yaşarken hareket edip ölünce çürüyerek topraktaki minerallerin taşınmasını sağlayan, toprağın sürekliliği için yaratılmış bir canlı türüyse…

Ya da doğanın kıyamayıp yaşamasına izin verdiği fakat aşırı üreyerek kontrolden çıkan ayrık otlarının ta kendisiyse…

Bir selde, bir volkan patlamasında yok olabilecek bir tür olarak çok fazla kibirli değil miyiz?

--

--

Talha Ocakçı
Mühendis kafası

Yazılarımda bazı şeyleri yanlış anlatıyor olabilirim. Kesin yanlış anlatıyorumdur.