Doğmamış Bebeğe Don Biçmek

Tugce C.
4 min readFeb 5, 2017

--

Oğlumu okuldan alacağım. Asansörü bekliyorum, kırmızı ışığı yanıyor, 4,3,2…Kapı açılıyor. Elimdeki telefona değil de, karşıya baksam göremeyeceğim ufaklıktaki bir sarışın bomba duruyor ayağımın tam yanında. Kollarını iki yana açmış, ipin üzerinde dengede durmaya çalışıyor sanki. Yürümek o an onun için en büyük eziyet; suratındaki ekşimtrak ifadeden, dudaklarını büzüşünden belli. Annesi arkasında, ben önünde bekliyoruz. Az sonra tek başına asansörden çıkabilmenin zaferini kazandığını anlıyor, mavi gözlerindeki ışıltı nasıl oluyor bilmiyorum ama etrafa yayılıyor. O an anneliğim kabarıyor, eğilip kucaklamak, öpüp koklamak istiyorum onu. Ancak Berlin’deyim, annesinden papara yerim diye tırsıyorum. Sevmeler de hava gibi, soğuk azıcık buralarda. O ayrı konu da…Hayırdır diyorum kendi kendime, ne oluyor ayol yıllardır çocuk yapmak istemeyen, hormon deyip geçtiğim savunma mekanizmama?

Biraz düşünüyorum. Sonra kendime yönelttiğim soruyu unuttuğum için cevabını da hiç eşelemiyorum. Sokakta yürüyorum; yanımdan geçen, annesinin kucağında bir bebek. Gülümsüyorum, karşılığında kahkahayla “Ehe” yapıyor. Ah be yavrum, ne diye bakarsın bana öyle. Kaç kere söyleyeceğim, bak yineliyorum sana da ; İkinci çocuk bana şimdi küfür gibi geliyor.

Egoya bak! Yok daha neler dana. Yapmak istesem olacak eminim ya, atıp tutuyorum bol keseden hem de tövbe bismillah Allah’a karşı ağzımı yamulta yamulta. Ama gel gör ki sebeplerim var. Belki şimdi oturup yazarsam daha net görünür çok uzak sandığım ya da yanlış algıladığım, iki çocuğumun altında ezilirken kahkaha attığım gelecekteki fotoğraflar.

Bir kere mahalle baskısı var ve maalesef aklım gibi onlar da ikiye ayrılıyorlar. “Kardeş şart. Ben yapmadım ve çok pişman oldum.” cular, “Ben yaptım da ne oldu”cular kafa kafaya ilerliyor.

Kardeş şart! Sebep basit. Çünkü ilk çocuk da onunla birlikte paylaşmayı öğreniyor. Gayet makul bir mantık. Peki madem insanoğlu ve duygularından bahsediyoruz, aklıma bambaşka sorular geliyor.

Neden en büyük kavgalar kardeşler arasında çıkıyor? Şöyle bir etrafıma bakıyorum da, herkesin en yakını ya dostu, ya arkadaşı. Kardeşine sıkı sıkıya bağlı kalan kaç kişi var ki aramızda? (Niyetim kardeş ilişkilerini kötülemek değil ama biraz da kendimize karşı samimi olmamız gerek sanıyorum bu konuda) Sonuç olarak bayağı da hak veriyorum aslında kardeşiyle arasında her daim kıskançlık olanlara.

Düşünsene; ilk çocuksun. Kral gibi yayılmışsın anne ve babanın ortasına. “Sen” diyorlar, başka bir şeye zaten odaklanamıyorlar senin güzelliğin karşısında. Oyuncaklar desen, bavulla. Hepsi de senin yanında. Aaa annenin bir gün göbeği şişiyor, şişiyor, sönünce bir bakıyorsun yanında senden bir tane daha. Ver bakalım,diyor. Sen kullandın onları.

Kıyafetler, oyuncaklar, senin sandığın herşey hop! artık kardeşinin kucağında. Zoraki gülümsemeyi, sesini çıkarmamayı ve evet tabiki de paylaşmayı öğreniyorsun sonunda. Ama bana kalırsa, içindeki o paylaşma bıkkınlığı hiç geçmiyor hayatın boyunca. Mesela sırf bu sebepten benim oğluma “Kardeş istiyor musun?” sorusu sorulunca hevesle “Evet” cevabını yapıştırırken, “Annem doğurmasın ama” uyarısını da eklemeden edemiyor. Ha, çocuğum farkında olmadan dramatik aile faciası senaryosunda geçebilecek bir cümle kuruyor aslında ama gülüp geçiyoruz beş yaş algısına.

Herşey yolunda gitti, soruları sorun haline getirmeyi de bıraktım, deli gibi istiyorum ikinci çocuğu diyelim. Boncuk gibi bir çocuk daha verdiler elime. (O duygunun eşsizliğini sorgulayamam, çarpılıp kalırım) Hayatımı beşinci senemde — tam olarak olmasa da — bir çok açıdan kendi ritmime uydurmuş, rayına oturtmuşum. Bir de “Bakıcı istemiyorum.” demişim yıllar önce; işimi bırakmışım, kariyer desen hak getire. Boyuna yazmışım. Beni okuyanlara, yorumlayanlara habire hayır dualar sallamışım. Öte taraftan da bilfiil çalışmayı hep aklımın bir köşesinde saklamışım. E ne oldu şimdi? Elimde çocuk, yanımda çocuk. Hadi biri okula gitti diyelim, öteki mememde asılı, bakacak öyle melül melül gözlerime. Bakıcılar sitesinde sil baştan hayat testi mi yapacağım çocuğumu emanet edeceğim ihtimallere? “Hadi öptüm cnm kib bye” mı diyeceğim el kadar yavruya, anne sütüm biberon şişelerinde.

Mesele ikinci üçüncü dördüncüyü yapıp yapmamaktan öte, kendi hayatından çalmadan çocuğunla birlikte geçirebileceğin kaliteli süre değil mi? Ya bırak allasen, yok öyle perili bir hikaye. Benim gibi “Doğurursam kendim bakarım”cıysan ve bu konuda inatçıysan, “O zaman kır kıçını bak” der başta arkadaşların sonra da koca sülale.

Hem ben ne biliyorum ki diye düşünmeden edemiyorum belki de her anne gibi. Oğluma verdiğim sonsuz sevginin ötesini görmek istiyor canım. Yetersizliklerimi yeterliliğe çevirmeye çalışıyorum. Bazen olmayınca olmuyor, elimden gelenlerle idare ediyorum.

Ne büyük cesaret bir insanin hayatına değer katabileceğini düşünmek ve onu ayakları yere sapasağlam basan bir birey olarak yetiştirebilmek…İkinciye de ayni enerjiyle koşabilecek miyim bilmiyorum. Bu fiziksel bir koşuş değil elbette. Hayata karşı edinilecek iki kat motivasyona, kat sayısı artması gereken sabıra, sinir eşiğine, “İki dakika çocuklara göz kulak olur musun?” diyecek güvenilir biri olmadan geçecek günlere razı gelmekten bahsediyorum.

İkinciler hep daha rahat büyür derler ya, benim kıçım rahatı görürse salarım, kendimi de tartıyorum. Alo bakıcı ağlarına bağlanırız ailecek. Ofiste başımda yapılacak bin bir iş beni beklerken ama öte yandan içim içimi de kemirirken “Bugün ne yaptı benimki. Almanca anne dedi mi? ” diyecek olursam da bunalımdan bunalıma koşarım.

Yapan nasıl yapıyor, onlara da sormak lazım. Eskiler gülüp geçer bu söylediklerime. Uzak kuşaklar çivi gibi sularda boklu bezler yıkamışlar döne döne, bir sürü çocuk yapışmışken eteklerine. Geçenlerde konuşurken bir teyze “Ben misler gibi büyüttüm iki çocuğumu da, ne varmış ha bir ha iki” dedi. Biri mühendis çıkmış, öteki de geçenlerde Bodrum’dan yazlık almış. Kısacası zenginler yani. Mutluluk kriteri belli ki çocukların ünvanı, etiketi. Sormak isterdim neler oldu büyürken, neler aldı neler katti çok çocuklu bir aile. Teyzeye değil tabii, o hayata asıl şahitlik edenlere.

İlk çocuğum planlıydı. Sonradan çok düşündüm o yaşımda neyin planını yaptığımı. Oğlum büyürken karşılaştığım herhangi bir tecrübenin birini bile hayal etmiş miydi acaba aklım. “Kendini hazır hissettiğinde” mottosu koca bir yalan. Bak beş yaş daha büyüdüm, çarpı beş defa tecrübem oldu bazı yaşanmışlıklar özelinde, hala bu sorular dönüp dolaşıyor hem zihnimde hem kalbimde.

Madem bocalıyorum, bunca sorum var ne diye yazıyorum bunları? Bence her kadının karşı gelemeyeceği, zıtlaşamayacağı, ezelden beri gelen, filizlenmeyi bekleyen bir doğa kodu var içimizde. Her ne kadar kimi zaman itiraz edecek olsak da, toplum düzeninden çoğu zaman yara alan biz olsak da, yadsınamayacak bir güç var hepimizde. Herşeye yeten, herkesi toparlayan ve kendimizinkileri bir kenara atıp sevdiklerimizin yaralarını saran…Ben yeniden, bu sinyalleri alıyorum kendimden ama henüz cesaret edemiyorum işte.

Son soru.

Eğer bunun adı bencillikse, bu bencilliği kime yapıyorum. O istemediğini kendi fikrince belirttiği halde bu kararı çift olarak vereceğimiz için oğluma mı, tekrar benzer sorumlulukları alıp, her an kalbimin ucunun bu kez iki defa yanacağını, endişeleneceğimi, korkulardan korku beğeneceğimi ve olası planlarımı erteleyeceğimi bile bile yine de doğuracağım için kendime mi, ya da hiçbiri…

Belki de sadece cesaret edemeyeceğim için, ailemize katılabilecekken yapamayan doğmamış bir bebeğe.

--

--