Photo via media.licdn.com

Kendimi sevmeyi nasıl öğrendim

Gürcan Öztürk
7 min readDec 15, 2016

Ebedi olan tek ilişki kendimizle kurduğumuz ilişki. “Ölüm bizi ayırana kadar” sözünü verip çıktığımız yolculukların pek çoğu ölümden önce sonlandığına göre? Sonsuza kadar bizimle olacak kişi kendimizden başkası değil kısacası. Diğer tüm ilişkiler öyle veya böyle bitiyor, neticede kendimize kalıyoruz. O halde en temelde yapmamız gereken şey “kendimizi sevmek” Bundan da ziyade benlik, ruh ve beden bütünlüğümüzü kabul etmek. Anlaşılacağı üzere yazıda kendimizle kurduğumuz ilişkiden, onun boyutlarından bahsedeceğim. Peki nasıl?

Kendini sevmek eylemini kendim üzerinden örneklendirerek aktarmaya çalışacağım. Başka türlüsü de zaten ne pek mümkün, ne de samimi olabilir. Hemen hemen tüm kişisel gelişim yazarlarının derin yaralarından dert yandıkları yazılar gibi bir yazı değil bu. Sabah gözlerimi açar açmaz kavuştuğum bilincimle mutlu muyum? Ben bir başkası olsam beni sever miydim? Bedenimle barışık mıyım? Ben, benimle bir arada olmaktan memnun muyum? tarzında soruları kendime sorup onlara verdiğim cevaplar çerçevesinde şekillenmiş olan bu yazıda her cevaptan çıkan sonuçların ortak toplamını aktarmaya çalıştım.

Kendinizi mutlu edemezseniz, kimse sizi mutlu edemez

İdeal ilişkiyi arayan, kısa süreli beraberliklerin kış rüzgarlarında savrulan, kimseyi memnun edemediğinden bahseden o kadar fazla insan tanıdım ki. Üstelik hepsi suçu karşı tarafta arıyordu. Olmuyordu, yolunda gitmeyen bir şeyler vardı ama onlar hep mağdur, suçlu başkalarıydı. Onlardan birisi de bendim. Şimdilerde yaşadığım çoğu pişmanlığımın sebebini de bu tutumuma bağlıyorum. Dönüp hiç şunu düşünememiş olmam da fazlasıyla canımı sıkıyor; “Kendimle iyi, seviyeli, saygılı bir ilişki yürütemezken başkalarıyla yürütmeyi nasıl bekleyebilirim ki?” İşte tüm kilitleri açan soru buydu. Kendisini sevmeyen, anksiyetesi yüzünden eksik hisseden, durmadan kilo alan bir insandım. (Geçtiğimiz 4 ayda 18 kilo vererek ideal kiloma kavuştum, ama onun hikayesi bir sonraki yazıda) Bu halimle hayallerimi gerçekleştirip beni içinde bulunduğum mutsuzluk durumundan çekip çıkaracak mucize kişiyi bekliyordum üstelik. Beklemek, sadece beklemekten ibarettim.

Photo via pixabay.com

Korkunç muhtaçlık sendromları içerisinde sosyal ve duygusal olarak onaylanmayı beklerken Dr. Wayne Dyer’ın iyi hissetmek ve harekete geçmek üzerine bir makalesini okudum. Orada geçen şöyle güzel bir cümle vardı;

“iki kişinin bir araya geldiği herhangi bir ilişkide, nihai sonuç iki yarım kişidir.”

Evet kimseye ihtiyacım yoktu, birisi beni bu yarım haldeyken tamamlayamazdı, aksine öteki yarımları çekip onlarla yarım kalmaya devam edecektim. Anladım ki yerimde saymak sadece içine gömüldüğüm kuyuyu daha da derinleştirecekti. Yalnızca sevgililik, aşk, duygusallık ve sosyal hayat bağlamında değil iş, aile, okul hayatımda da muhtaçlık hissediyordum. Muhtaçlığımın sonucu olarak elimi attığım her şey elimde kalıyor, daha mutsuz, daha muhtaç ve özgüvensiz birine dönüşüyordum. Benden başkası benim hayatımı onaramazdı, daha iyi olan bir başka yarım beklerken zaten hızla çürüme evresine geçmiş olan kendi yarımımı da kaybediyordum.

Kimseyi memnun etmek zorunda değilsiniz

Bir ilişki içerisine dahil olmadan önce kişi en temelde mutlu olmak ister. İlk düzelttiğim yanlış bu oldu. Artık “kendimle mutlu olmayı” istiyorum. Karşı taraftan beklentinizi ne denli alt düzeye çekerseniz o kadar mutlu olursunuz tarzı klasikleşmiş yalanlardan uzak durup kendi beklentimi sadece kendime yönlendirdim. Ne mi oldu? Mutlu olabilmek adına bir ilişkiye dahi ihtiyaç hissetmeyecek kadar mutlu oldum. Kendimi mutlu etmeyi görece de olsa başardıktan sonra ikinci olarak farkına vardığım şey ise benzer biçimde ilk paragraflarda bahsettiğim yere beni geri döndürdü. Ama bir farkla, bu sefer başrol ben değildim. Neden bahsediyorum? -Kendisini sevmeyi başaramamış biriyle ilişkiniz varsa onu asla memnun edemezsiniz. Onu gerçekten memnun etmeniz mümkün olmadığı gibi endişe dolu, hayallerini yitirmiş, kıskanç, gücenmiş o insan sizi de yeterince “iyi” görmüyor olacak. Ben bana sunulan sevgiyi nasıl almam gerektiğini “kendimi olduğum gibi severek” başarmışken neden hayatımı yeniden önceki sürümüne geri düşüreyim?

Photo via Social Psych Online

Başta kendi varlıkları olmak üzere hemen her türlü olumlanması mümkün olasılığı reddeden böylesi kişilere kendimi sevdirmek için harcadığım zamanı düşündükçe içim tüm gerçekliğiyle sızlıyor. Sahip olduğu niteliklerin aydınlığına çıkamayan, kendisine ve ilişkilerine dair taşıdığı inançlarda hep muğlak kalan o Gürcan’ı içimden temizledikten sonra hayatın beni her şartta koşulsuz sevdiğini öğrendim. Öteki insanların benim için düşündükleri kendi sınırlandırılmış algılarıydı sadece ve beni üzmelerine izin vermeyecektim. Bunda tam başarı sağlayamadım elbette, sağlayan varsa bana nasıl yaptığını anlatsın lütfen. Ama hiç değilse kendimle geri dönülemeyecek denli uzaklara gitmeden yepyeni ve son derece samimi bir temas kurmayı başardım. Kendimi sevmek bana en büyük artı olarak kendime dürüst olmayı getirdi.

Kıskançlığın sevgiyi yok etmesine izin vermeyin

Hayatımın hiçbir evresinde kıskanç olmadım fakat kendimi sevmeyi başardıktan sonra kıskançlığın insanların mutluluklarına yaptıklarını açıkça görmeye başladım. Kıskanç insanlar sürekli gergin, güvensiz, kendilerinden emin olamayan ve değersiz hisseden bir grubun parçası olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Kıskançlık içten içe şunu söylemek aslında; “Ben yeterince iyi değilim, sevgilimi/eşimi mutlu/memnun edemiyorum bu yüzden benden daha iyisini bularak onunla beni aldatacak.” Böylesi sığ bir düşünce arkasından nefret ve öfkeyi belki şiddeti sürükleyerek hayatlarımıza sirayet ediyor. Kıskançlık yalnızca duygusal sahada değil gündelik yaşantımızdaki hemen her türlü kurgusal ve doğal ilişkide kendisine yer buluyor.

Photo by shutterstock.com

Kişisel görüşüm benliğini bütün olarak kabullenip sevmeyi başarmış birisinin kıskanç olamayacağı yönünde. Kıskançlık ve sevgi aynı koridorda sessiz sakin ilerleyemez. Sevgi kıskançlıktan hep korktuğu için tüm öğretilmiş toplumsal güdüleriyle ondan ya kaçacak ya da çaresizce susacak, kıskançlık ise filtreye bile gerek kalmaksızın salt, kaba, düşüncesiz bir tavırla sevgiye “benim koridorum” diyerek dar ettiği alanda onu yok etmeye çalışmaya uğraşacak. Evlilik içi suistimalleri düşünün en basitinden. Basit de değil ya! Lafın gelişi basit dediğim durum genelde suistimalin normal kabul edildiği, sevgiden yoksun ailelerde yetişmiş bireylerin kişiliklerinde yüzeye çıkıyor. Bu kişiler aile ortamında öğrendikleri kalıpları sorgulama gereksinimi hissetmeden devam ettirirken durmaksızın kendilerini ve partnerlerini günah keçisi ilan ediyorlar. Sosyal, çevresel, ekonomik faktörler de söz konusu muhakkak, lakin temelde aile kendisini sevmiyorsa çocuğun kendini sevmeyi öğrenmesi oldukça zor.

Benim kendimi sevmeyi öğrenme yolunda sorduğum en önemli sorulardan birisi de “Ailemde sevgi nasıl ifade ediliyordu?” oldu. Louise L. Hay’den aynen alıntılayacak olursam;

“Sevgiyle beslendiğim çocukluk yıllarıma dönüp baktığımda, o zamanki bildiklerimle yapabildiğimin en iyisini yaptığımı anlıyorum.”

Yani kendimi sevmemi engelleyecek hiçbir ailesel travmatik geçmiş deneyimim yoktu. Belki de bundan mütevellit iç sevgimi bulmam daha hızlı ve kolay gerçekleşti. Ama biraz aşağıda bahsedeceğim başka bir ailesel engel vardı. Sanıyorum ki pek çoğumuzda da var. Kıskançlık, aile ve sevgi üçlemesinde size tavsiyem hem kendinizle hem diğerleriyle olan ilişkilerinizde onları sarsan derindeki çalkantılarda boğulmamak için çocukluğunuzda anne ve babanızın birbirleriyle kurdukları ilişkilere biraz uğramanız yönünde olacak. Sonrasında kendinize şunları sorarak devam edebilirsiniz; “Kendimle düzgün bir ilişki yürütmek için nelerden vazgeçmem gerekecek?” “Bir ilişkiyi yürütmek için mutluluğumu nasıl ve neden kaybediyorum?” “Kendimle ve diğerleriyle olan ilişkilerimde süregelen güvensizlik mesajlarının hangilerini çocukluk yıllarımda alımlamış olabilirim?”

Photo via pattiknows.com

Sevdiğinizi söylemekten çekinmeyin

Özellikle öğrencilik dönemimde çevreme şöyle mesajlar verdiğimden artık eminim; “Ben saf temiz kalpli, zeki ve yardımsever bir çocuğum. Kavga etmeyi bilmem, ders çalışmak ve sınavlardan geçmek tek amacım -gelip benden faydalanabilirsiniz” Tüm o lise ve üniversite yılları boyunca sınavlardan önce etrafımı saran kendilerine ders anlatmamı, projelerinde ve ödevlerinde yardım etmemi isteyen insanlardan ne yazık ki şu an 2–3 tanesiyle ancak görüşüyorum. Sizin hayatınızın kocaman bir evresi böyle olmak zorunda değil. Kendinize duyduğunuz sevgi ve saygıyı kendinize ifade etmekten çekinmeyin. Ben yıllarca tüm çevremdekilerden “üstün” durumda olmama rağmen kendimi sevmeyi başaramadığım için bugün adı bile hatırlanmayan sınıfın “inek” çocuğuyum. Bunun iş ve evlilik hayatı boyutlarını yaşayanları düşünmek bile istemiyorum. Kurtulun artık şu güvensizlikten! Aynanın karşısına geçin ve büyük harflerle kendinize “SENİ SEVİYORUM” diyebilin. Basit ama en güçlü iyileşme yöntemi bu bana inanın.

Biz eğer bugün kendimizi sevip, saygı duyarsak yarın ilişkilerimizde sevgi ve saygının yerleşmesi kaçınılmaz olacak. Kendini sevebilmek sevgisizliği ve çıkarcılığı, bencilliği ve olumsuzluğu ayırt etme becerisi getirir. Bu becerilere sahipseniz de kimse sizden faydalanamaz. Çünkü negatif duygularla kaplı ruhların hayatınıza girmesine izin vermezsiniz. Eğer tek başıma başaramam diyorsanız psikoterapiye gidin. Bunda utanılacak, çekinilecek bir yan olmadığını çoğu yazımda üstüne vura vura söylüyorum. Psikoterapiyi ilişkilerinize sınırlar çekmeyi, hayır demeyi ve kendinizi sevmeyi öğrenebilmek için bir yüreklendirici olarak düşünün yeter.

Konfor alanlarınızı terk edin

Tüm bu kendini sevmeyi öğrenme serüveninde fark ettiğim diğer önemli bir detaysa birbirimizle kurduğumuz ilişkilerde konfor alanlarımızın olduğu ve onlardan kaynaklanan bazı sorunlarla baş etmek durumunda kaldığımız. Bahsettiğim konfor alanları bizler henüz olayların ayrımını yapamadığımız erken çocukluk çağlarımızdayken başlıyor. Anne-babalarımızın bize karşı olan iyi davranışlarını sevgiyle, kötüleri nefretle kodluyoruz. Az önce sevgi dolu bir ailede yetiştiğim için kendimi sevmemin önünde işin o anlamıyla engel olmadığından bahsetmiştim. Yüzeyde evet fakat anne-babamın bana bu sevgi dolu davranışlarına tek çocuk olmam faktörünü de eklersek anlıyorum ki bu sevgi derinlerde bana ihtiyaçlarımın karşılanması yönünde büyük bir rahatlık sağlamış. Haliyle dış dünyanın sevgisi aile içi sevgiden farklılık gösterince de takılmama sebep olmuş. Bana alıştığım konforu sağlamayan sevgilerin hepsini itmiş, kendimi kapatmışım.

Photo via pixabay.com

Sevilen ve değer gören bir kişi olmaya yönelik alışkanlıklarım maalesef baltalanarak, hatta bazı organlarım katledilerek ortadan kaldırıldı. Ailemi sınırsız sevgileri için elbette suçlamıyorum ancak ben uzun süre bilinç dışı olarak aradığım o tek tipleşmiş sevgi benzeri duygular yüzünden kendimi sevmekte geç kaldım. Çünkü konforlu alanımdan vazgeçmek istemedim, belki cesaret edemedim. Neticede konfor alanım kundaklanmak suretiyle gerçeklerle yüzleştim. Eğer hala öyle bir alanda saklanıyorsanız bir an evvel çıksanız iyi olur çünkü er ya da geç oradan ayrılmak zorunda kalacaksınız. İsteseniz de istemeseniz de!

Yaptığımız herşey kendimizle ilgilidir unutmayalım. Konfor alanlarımızı terk edelim, sık sık kendimizi sevdiğimizi tekrar edelim ve kalbimizi temiz tutalım. Kimsenin değil önce kendimizin sevgisine layığız.

Not:

--

--