Türkiye’de yaşayan gençlere bir özeleştiri

Baris
6 min readMar 6, 2015

Biz Türkiye’de yaşayan 1980–90 arası doğmuş bir kuşağız.

Ailelerimiz Türkiye’deki en kaotik dönemlerden biri içerisinde bizi dünyaya getirmişler. Onların zamanındaki “çalışınca para kazanılıyor” dönemi sonucunda mühendis babamız ve bankacı annemiz bizi, tüm imkanların sağlandığı harika bir çocukluk yaşattılar.

O dönemde enflasyon yüksek olsa da türk parasının değersiz olması sebebiyle yurt dışına ürün satıp ülkeye döviz sokmak mümkündü. Bunun yanında Türkiye’deki potansiyel ve genç nüfüsu ön gören yabancı şirketler de üretimlerini buraya kaydırmışlardı. Hayat güzeldi, politik açıdan kaos devam ediyordu ama üretime ve başarıya aç anne ve babamız eve emeklerinin karşılığını getirebiliyorlardı

Güzel bir çocukluk döneminden sonra okul dönemi başladı, doğduğumuz yıllardan beri ilk defa büyük bir miktarda sermaye ülkeyi terk ediyordu. ilkokulda dönemimizdeki bu ekonomik krizden, hiçbir fikrimiz olmadığı için hiçbirimiz etkilenmedik, hayat hala çok güzeldi.

Sonrasında sınavlara girip liseye geçtik, artık cebimizdeki harçlıkla ilgili hesaplamalar yapmaya başlamıştık. Biz daha yavaş yavaş parayı anlamaya başlamışken bizim de hissettiğimiz bir başka büyük krizi yaşadık. Cumhurbaşkanının anayasayı fırlattığı, Merkez Bankası başkanının Merkez Bankası’ndan döviz çektiği, doların 1 milyonu aştığını haberlerden duymuştuk. Bu seferkinde anne ve babamız beklediğimizden daha fazla huzursuzlanmıştı. Bu bizi de olumsuz etkiledi, kriz olunca ilk defa biz de strese girdik.

Var olan hükümet, hemen yeni bir ekonomi düzeni getirmek için uğraştı ve IMF ile beraber bir sistem oturtuldu. Bunun hemen arkasından, adeta suçunu kabul ederek halkın kendisini idam etmesini sağladı. Yeni hükümet ile beraber ekonomik sistem devam ettirildi.

Neyse ki babamız Türkiye’deki kaos ortamına hazırlıklı olduğu için bu krizden hasar alarak ama parçalanmadan çıkmayı becerebildi. Yine beklediğimiz gibi en güvendiğimiz insan bizi yanıltmamıştı. Lise devam ederken, harçlığımızın yetmemesiyle ilgili konuştuğumuzda ilk para piyasaları ve ülke ekonomisiyle ilgili nutku, babamızdan almıştık. Harçlık beklediğimiz kadar artmamıştı.

Yeni hükümet ile beraber yeni bir kavramla da tanıştık, bundan önce hep birden fazla parti bir araya gelerek hükümet kurarlardı. İlk defa tek parti hükümetini gördük. Umrumuzda değildi, üniversiteye girmek için çalışmaya başlamıştık.

Yeni hükümetin partisi her seçimde tek parti hükümetini devam ettirmeye yetecek çoğunluk tarafından seçilmeye devam ediyordu. Üniversite yılları başlamıştı, daha mezun olunca ne yapmak istediğimizi ve nasıl para kazanacağımızı düşünemiyorduk. Çimlerde uzanmak ve ERASMUS hayali kurmak yetiyor ve artıyordu.

Üniversite devam ederken, arkadaşlarımızdan staj yaptıklarını ve para kazandıklarını duyduk, hemen ilgimizi çekti. Ayda 200–300 TL ile staj yapmaya başladık. Paranın bu kadar kolay kazanılabileceğini bilmiyorduk. İyi ünversitede okumanın getirisi olarak düşündük. Belkide sadece üniversitede okumanın getirisiydi.

Staj yaparken oradaki çalışanları inceledik, çeşitli tip insan vardı. Genelde yağcılık yapanların ön planda olduğunu ve daha çok para kazandığını gördük. Bize uygun değildi. İşini düzgün yapmaya çalışanların daha çok çalıştırıldığını ama daha çok para kazanamadığını gördük. Biz hala fotokopi çekerek 200 TL kazanabiliyorduk neyse ki.

Okulda not ortalamasını çok önemsemeden dönemler geçti, mezun abi, ablalarımız ne kadar anlatsa da biz not ortalamasının çok önemli olmadığını düşündük. Nasıl olsa iyi üniversite mezunu olmak yetecekti. Kimse bize kağıtta yazan 4 üzerinden sayının değil esas olarak teknik bilgiyi öğrenmenin önemli olduğundan da bahsetmemişti. Sınavlardan geçecek notu almak yetiyordu.

Mezun olduk, okulu uzatmadan bitirebildiğimiz için etraftan övgü bekliyorduk. Bazıları gerçekten de bu yüzden bizi övdü, hoşumuza gitmişti. İş aramaya başlayabilirdik ama zaten çalışacağımız şirketi de seçecektik.

Birkaç ay bu şekilde geçti, nedense bizim seçtiğimiz şirketler bizi seçmedi. Şirketlerin kaybettiğini düşündük, ne de olsa biz bulunmaz hint kumaşıydık.

Anne ve babamızın evde oturduğumuz sürede, Türkiye’nin artık onların yaşadığı döneme benzemediğini ve her şeyin çok daha zor olduğunu anlatmalarını dinliyorduk. Bunları dinlemek yerine herhangi bir işe girmek daha iyi olur diye düşündük. Beklediğimiz maaşın yarısına çalışmaya başladık.

Uzun zamandır aynı parti tek başına hükümeti kurmayı başarıyordu, artık bizim kısa hayatımız içinde büyük bir kısmı kaplamayı başarmıştı. Bizim normalimiz artık tek partili hükümetti. Koalisyon kelimesini unutmuştuk belki bazılarımız hiç duymamıştı.

Bu sefer dünya bir ekonomik krize girmiş görünüyordu, neyse ki bu Türkiyeyi teğet geçmişti, bazıları bunu güçlü banka altyapısına bağlıyordu bazıları ise aslında krizin çok da teğet geçmediğini ve ciddi bir zarar verdiğini söylüyordu.

Dolar karşısında Türk parası olmadığı kadar değerlenmişti. Bununla gurur duyan arkadaşlarımız vardı. Bunun, Türkiye’nin bu halinde çok doğru olamayacağını düşündük ama bizim gibi düşünmeyen bir çoğunluk vardı. Belki de biz yanlış düşünüyorduk.

Doların karşısında gururlu bir şekilde değeri artan Türk lirası sayesinde artık yurtdışı tatilleri daha ucuzdu. Bundan daha iyi ne olabilirdi? Ayrıca Türkiye’de olmayan ürünleri de yurtdışından daha ucuza alabiliyorduk. Türkiye gerçekten güçlü ve başarılı bir ülke oluyor herhalde diye düşündük.

Artan faizler sayesinde yurtdışından yatırımcılar paralarını değerlendirmek için Türkiye’ye para sokuyorlardı. Döviz miktarının artışı, genel refah artışı yaşatmıştı. Para bizim değildi ama refah bizimdi. Maaşımıza gelen zamlar da bunun kanıtıydı.

Etrafta açılan yeni ve lüks restoranlar dolup taşıyordu. Bizim böyle bir alışkanlığımız yoktu ama arkadaşlarımız her buluşmada oralara gitmek isteyince biz de gidiyorduk. Pahalıydı ama hizmet kalitesi de yüksekti. Zaten maaşımız da iyiydi, büyüyen bir ülkede bir ben mi para harcamayacaktım.

Anne ve babamızın öğrettiği gibi kazandığımız ilk para ile beraber tasarruf etmeye başlamıştık. Fakat son dönemlerde çevremizdekiler ile zaman geçirirken aslında bu tasarrufları git gide yaratamamaya hatta bu tasarruflardan harcamaya başladığımızı gördük. Tasarruf zaten kötü zamanlar içindi, şimdi herkes zenginleşiyordu ve tasarruf yapmaya gerek yoktu diye düşündük.

Tek parti hükümeti hala devam ediyordu. Ne genel seçimlerde ne yerel seçimlerde bu parti üstünlüğü bırakmıyordu. Biz bu partiye hiçbir zaman oy vermememiş olmamıza rağmen demokrasinin sonucuna saygı gösteriyorduk. Anne ve babamız bizden daha agresifti.

Yıllar geçtikçe yeni iş teklifleri alıyorduk, iş değiştiriyorduk ve durmadan maaşımız artıyordu. Seçilmiş tek parti ile bağdaşan çok düşüncemiz yoktu ama parasal gelişme göz önündeydi. Prensip ve düşüncelerimizi para için yok saymaya alışmıştık.

IMF ile beraber oluşturulan ekonomik sistemin sonu gelmişti, her şey harika görünüyordu. Ülkenin borçları bitmiş ve yeni bir döneme geçiliyordu.

Üniversiteden bir hocamız, borçların bitmesinin gerçekten önemli olduğunu fakat bundan sonrası için bir ekonomik planın hükümet tarafından duyurulması gerektiğini söylemişti. Neden bir plana gerek olsundu ki? nasıl olsa borçlar bitmişti.

IMF ile yollar ayrılmış, artık borçsuz ve ekonomik plansız bir Türkiye kalmıştı. Babamız bunun yanlış olduğunu ve belirsizliğin bize zarar vereceğini söylemeye başlamıştı.

Ciddi bir şekilde para politikasının var olmayışından rahatsız olmuştuk. Bunun hakkında düşünmek bile bizim için çok yeniydi. Eskiden parayı nasıl harcasak diye düşünürdük.

Bir gün Taksim’de ağaçları kesiyorlar diye bir çok arkadaşımızdan haber aldık. Biz de çok yakın olduğumuz için gidip bakmak istedik. Yeşil’e zarar verilmesini kabul edemeyeceğimiz için hemen harekete geçtik. İlk defa bizim olduğumuz yer ile ilgili istemediğimiz bir şey yapılıyordu. Yılan bu sefer bize dokunmuştu.

Günlerce mücadele edildi, ağaçların bir kısmı kurtarıldı. İnsanlar hayallerini, arkadaşlarını, uzuvlarını kaybettiler. Gururlu bir mücadeleye ilk defa girmiştik. Yakınlarımızda kayıplar vardı, ilk defa savaşa benzeyen birşey yaşamıştık. Karşımızda düşman olarak görebildiğimiz bir şey olunca nasıl bir araya geldiğimize şaşırmıştık. Hoşumuza da gitmişti, anne ve babamıza bizim kuşağın da beraber bir şeyler yapabileceğini göstermiştik.

Bu olaylar ile ilgili yazdık, çizdik, tartıştık, sanat yaptık, zaman harcadık. Uzun süredir ilk defa hevesle ve gönüllü olarak tepki koyuyorduk.

Polisle ilgili kötü düşüncelerimiz oluştu, bizi koruması gereken polisin bizi öldürdüğünü gördük. Bunların sonucunda Güneydoğuda olan ve 20 yıldır haberlerden izlediğimiz olaylarla ilgili tekrar düşünme ve farklı yorumlama vizyonuna eriştik.

Bu olayların sonrasında yine seçimler oldu ve tek parti hükümeti herhangi bir zorlanma yaşamadan durumu devam ettirdi. Başbakan, Cumhurbaşkanı oldu, güneydoğu sınırları zaten sorunluydu ama git gide daha da sorunlu olmaya başlamıştı.

Tüm bu yerel olayların dışında uzun zamandır ilk defa birşey olmuştu; FED artık likiditeyi artıran tahvil alımlarını durdurduğunu açıkladı. Bu bizim için ne anlama geliyordu çok düşünmedik. Sıcak para zaten buradaydı.

Artık bu ülkenin lokomotifi olması gereken yetişkin bireyler haline gelmiştik. Yaşımız 25'i geçmişti ve hayatımızın en üretken zamanlarını yaşamaktaydık.

Bu olayların sonunda bazılarımız bir aydınlanma yaşadı, bazıları da gün gelecek yaşayacak. Doğduğumuzdan şu ana kadar bizim kuşağımızı üretime ve çalışmaya odaklanmaktan her fırsatta uzaklaştırdılar.

Bazı şeyleri anlamaya başlamamız gereken dönemde, Türkiye yurtdışından gelen paranın bolluğuyla, uzun zamandır ulaşamadığı bir bolluk yaşıyordu. Bu yüzden çok önceden farkında olmamız gereken şeylerin hiç farkına varamadık.

Kazandığımız maaş, havalı restoranlar, pahalı tatiller aslında yabancıların parası ile finanse ediliyordu.

Bizim tek yapmamız gereken bu para bolluğunda, yüksek randımanlı işler yapıp üretime odaklanmaktı.

Ancak o zaman borç aldığımız bu paranın faizini ödeyebilirdik.

Ama biz bu parayı çarçur ettik. Çoğumuz kişisel olarak bile tasarruf yapmadı.

Şimdi dolar 2.61 oldu, ve bu bolluğu yaşatan para Türkiye’den çıkmaya başladı.

Bir dönem de bu şekilde bitti, son 10 yılda bu parayı tüketerek, dünyada çoğu ülkenin ulaşamadığı tüketim rakamlarına ulaştık. Üretmeden tükettik ve şimdi, bu kadar zamandır yapmış olmamız gereken, teknoloji, üretim yatırımlarının meyvelerini toplama zamanı geldi. Ama ne yazık ki elimizde tohum bile yok.

--

--