Tersine Göç

Dünyayı Başka Bir Şekilde Hayal Edebilmek

Ümit Öner
insanlik gündemi
7 min readJan 29, 2017

--

“Bu bir kitap ama benim insanların ne kadar aptal olduklarını öğrenmek için bir kitaba ihtiyacım yok (…) İnsansız hava araçlarına yakalanmadan sınırı geçmekle ilgili bir kitabın varsa ilgilenebilirim. Belki haraç verdiğim çakalın beni bıçaklamaması için neler yapmam gerektiğini öğrenebileceğim bir kitap da olabilir.”

Suda Bıçak İzleri ( The Water Knife), P.Bacigalupi

Elektrikli tel örgüler ve aşılmaz duvarlar. Mayın döşenmiş arazi ve sınırı korumaya çalışan askerler. Yanlarına alabildikleri birkaç parça eşyadan başka en ağır yükleri karşı tarafta yeni bir hayat umudundan ibaret insanlar. Tüm paralarını umut simsarlarına vermiş,bugüne kadar sahip oldukları herşeyi, hayatlarını ve hatıralarını geride bırakmış, aşağılanmayı, dilenmeyi, gerekirse bedenlerini satmayı tercih etmek zorunda kalan kadınlar ve erkekler. Dünya yaşamlarında sırat köprüsünü tecrübe edenler, bu köprü üzerinde en acı sefalete türlü yoksunluklar ve tacizler içerisinde göğüs gerenler, dün neydim diye sormayı artık unutmuş, yarın ne olacağımdan başka sorusu kalmamışlar: Mülteciler

İnsanlık tarihinde yer değiştirme hep vardı. Yeni yerlere ulaşma dürtüsü insan türümüzün Afrika kıtasından tüm dünyaya yayılmasına, büyük askeri-göç hareketleriyle dünya medeniyetlerinin şekillenmesine, keşiflerle hayata bakışımızın değişmesine neden olan devrimci bir güçtü. Fakat tüm bu hareketlerde geride dönülebilecek anavatan öylece durmaktaydı. Düşmanlıklar, bazı kaynak kısıtları anavatanın cazibesini yitirmesine neden olsa da, yeni yerlere ulaşmak zorunluluktan çok heves ve hırs kaynaklıydı.

Geri dönecek bir yeri kalmadığında, nesiller boyu yaşadığı topraklar yaşanamaz hale geldiğinde insanlığın yüzleşeceği kabus emin olun tüm hevesleri yerlebir eden bir zorunluluktan ibaret olacak. Keşfetme değil, kaçmak ana dürtümüzü oluşturduğunda hedefimiz yeni cennetlere ulaşmaktan çok, duvarları, tel örgüleri aşabilmek olacak.

Son yıllarda tarihteki en büyük insan göçlerinden birine şahit olduk. İç savaş nedeniyle 5 milyona yakın Suriyeli çevre ülkelere sığınmak zorunda kaldı. Bu rakamın yasa dışı geçişler ve ülke içindeki zorunlu göçlerle birlikte 13 milyona ulaştığı zannediliyor. Dünya üzerinde yaşadıkları ülkeden göç etmek veya ülkeleri içinde yer değiştirmek zorunda kalan insan sayısı 2015 yılında 65,3 milyon kişiye ulaşmıştı! 2014 yılına göre bu rakama 12,4 milyon yeni insan eklenmişti. BM Mülteciler Yüksek Komiserliğine (UNHCR) göre dünya üzerinde 2015 yılı sonunda 21 milyon mülteci bulunuyordu ve bu mültecilerin büyük çoğunluğu Suriye, Filistin, Afganistan ve Somali kökenliydi. (1)

Mülteci hareketi ,kayıtlı veya yasadışı, insani bir yaşam umudunun hissedildiği yönlere doğrudur.Bugün çaresiz insanların umudu batı devletlerinde, Avrupa veya Amerika kıtasındadır. 2015 yılında yasadışı yollarla 2 milyon insanın Avrupaya ulaştığı düşünülüyor. (2) Suriyeli göçmenler kadar Akdeniz yoluyla Avrupa ülkelerine ulaşmaya çalışan çoğunluğu Afrika kökenli insanlar, savaşlar, etnik katliamlar, insan hakları ihlalleri veya iş ve aş imkanları için çareyi yeni cennetlere kaçmakta buluyor. Bu insanların çoğu için geri dönmek, ölmek, işkenceye veya tecavüze uğramak demek . Bu nedenle öyle bir yolculuğu tercih ediyorlar ki, sadece Akdeniz’de her sene binlerce insan batan botlarda veya yolculuk sırasında açlık, susuzluk , hastalık gibi nedenlerle can veriyor.

Zengin ülkeler mülteci akını karşısında ne yapacaklarını şaşırdılar. Eşitlik, özgürlük , kardeşlik idealleri, akın akın gelen insan yığınlarına sonucu, duvar, tel örgü ve yabancı düşmanlığına dönüştü. Çaresizlerle, teröristler birbirine karıştırıldı. Ellerinde ufak bir bohça, poşete sarılmış cep telefonu ve umutlarından başka bir şey olmayan, tüm paralarını simsarlara vermiş, yolda belki de çocuğunu, eşini kaybetmiş insanlar insanlık dışı şartlarda kamplara tıkıldı. Bu insanların, dün bizler gibi normal bir yaşama sahip oldukları gerçeği, içinde bulundukları çaresizliğin karanlığında yitip gitti.

Evlerinden, hatta ülkelerinden uzakta ana-babasını kaybetmiş yüzbin çocuk düşünün. Çocuklarınızı başlarına bir iş gelir diye bakkala bile göndermezken, bir çadır kentte kimsesiz yaşama tutunmaya çalıştıklarını hayal edin. Ve başlarına gelebilecek şeyleri.. Malesef kaydı bilinen yüzbin çocuk şu anda bu durumda yaşıyor. (3)

İngiliz İşçi Partisi milletvekili Jo Cox, Birleşik Krallığın daha fazla anne-babasız mülteci çocuğu sahiplenmesi gerektiğini savunuyordu. Sahipsiz çocukların kamplardaki durumlarına İngiliz ve dünya kamuoyunun dikkatini çekmeye uğraş veriyordu. Haziran 2016’da, “Önce Britanya” diye bağıran ırkçı bir adam tarafından öldürüldü. (4) Sadece bu saldırı bile, yabancı düşmanlığının Avrupa’da vardığı noktayı gösterirken, İngilizler oylarını içe kapanma yönünde kullanmayı ve kapılarını kapatmayı tercih ettiler.

45inci ABD Başkanı Trump, imzaladığı karar ile belli ülkelerden gelen mülteci kabulünü iptal etti, vize verilmesini durdurdu ve Meksika sınırına söz verdiği duvarın örülmesi için düğmeye bastı. Amerika, kendi duvarları içerisinde “yeniden büyük” olmaya çalışmaya yine Amerikalıların oylarıyla karar verdi.

Birçok Avrupa ülkesinde yabancı düşmanı, mülteci karşıtı, milliyetçi ve izolasyon taraftarı politik hareketler güç kazandı ve iktidara yürüyor. Mültecileri kurtarma, kabul etme ve barındırma masraflarına katılmak istemeyen Avrupa ülkeleri çoğalıyor. Bu yöndeki faaliyetler etkilerini kaybediyor.

Refah ülkeleri, mevcut durumlarını koruyabilmek adına, dünyanın dertlerine göz yummayı tercih edebilirler. Mültecilerin ,iç savaşlar, politik karışıklıklar, etnik çatışmalar, zayıf ekonomik koşullar ve kötü yaşam şartları nedeniyle ülkelerine akın etmelerine neden olan tarihi koşullarda kendi paylarının da olduğunu unutmuş olabilirler. Örecekleri duvarların, kendilerini dış dünyanın dertlerinden uzak tutacağını düşünebilirler. Fakat refahlarının üzerine kurulduğu sınırsız tüketim ve koşulsuz rant kazanımı düzeni hiçbir sınırı tanımayan, hiçbir duvarı aşmakta zorlanmayacak bir tehdidi burunlarının dibinde büyütüyor: Küresel İklim Felaketi

Atmosferdeki karbondioksit oranının çeşitli ekonomik faaliyetlerimiz ve günlük yaşam standartlarımızın gerektirdiği teknolojiler sonucu artmasıyla dünya her geçen sene daha sıcak bir gezegen haline geliyor. Sıcaklıkların ufak ufak artması dünya ikliminin hassas dengesini bozmakta. Gezegenimizin buzul şapkalarındaki erimeler, deniz seviyesini yükseltecek. Bu erimeyle iklimi ılıman ve yağışlı hale getiren okyanus akıntıları bozulabilir, yükselen deniz seviyesi bazı yerleşim alanlarını su altında bırakabilir, temiz su kaynakları tuzlanarak tarım ve hayvan yaşamını olumsuz etkileyebilir. Yüksek sıcaklıklar bazı bölgeleri yaşanamaz hale getirebilir, su kaynakları kuruyup, geleneksel gıda kaynaklarımız yok olabilir. Endüstriyel nedenlerle kirlenen havayı solumak , suyu içmek, giderek doğallıktan uzaklaşan gıdaları yemek, kıyafetleri giymek zorunda kalan biz insanları kısa vadede ne gibi sağlık sorunlarının beklediği de cabası.

Biliyor musunuz , İklim Değişikliğine Karşı Savunmasız 20 Ülke diye (V20) bir birlik var! Afganistan, Bangladeş, Barbados, Bhutan, Kosta Rika, Etiyopya, Gana, Kenya, Kiribati, Madagaskar, Maldivler, Nepal, Filipinler, Ruanda, Saint Lucia, Tanzanya, Doğu Timor, Tuvalu, Vanuatu ve Vietnam’dan oluşan bu ülkelerde, küresel sera gazı salınımının sadece %2’sinden sorumlu oldukları halde, küresel ısınma her yıl 50 binden fazla ölüme neden oluyor. 2100 yılında deniz seviyesindeki değişiklik nedeniyle Bangladeş’in büyük kısmının su altında kalacağı ve 20 milyon Bangladeşlinin yaşadıkları yeri terk etmesi gerekeceği tahmin ediliyor. (5)

İklim değişikliği, ilk planda sadece fakir ülkeleri etkiliyor gibi görünse de bugün refah seviyesi yüksek olan bir çok yaşam alanı bu değişikliklerden etkilenecek. Örneğin 2012’deki Sandy Kasırgasında, ABD’nin New Jersey eyaletinde, fırtına dalgaları ve deniz seviyesinin yükselmesiyle oluşan su baskınlarından 40 bin kişi etkilendi, 65 kilometrekarelik alan su altında kaldı. (6) New York ve New Jersey, deniz seviyesinin en hızlı yükseldiği yerler arasında yer alıyor. 2100 yılında Sandy kasırgası şiddetinde afetlerin New Jersey ve kıyı kesimlerde her sene gerçekleşmesi bekleniyor! Sandy, meşhur özgürlük heykelinin temeline bile zarar vermişti. Daha beter afetler, özgürlük ve birlik gibi kavramları kökünden değiştirebilir.

Buzullar tamamen eridiğinde artık Hollanda, Danimarka ve Belçika diye ülkeler olmayacak. Kuzey Avrupa başta olmak üzere Avrupanın kıyı kesimleri çoğunlukla su altında kalacak. İç denizlerde de kıyı şeridi şehirleri yaşanmaz hale gelecek. Ege’de muhtemelen tüm adalar su altında kalacak. Ticaretin ve sosyal yaşamın en canlı olduğu, refahın ve mutluluğun simgesi bu şehirlerde yaşayan insanlar iç ve yüksek bölgelere göç etmek zorunda kalacaklar. Geride bıraktıkları şehirler, limanları, AVM’leri, fabrikaları, sanat merkezleri, lüks konutları, havuzlu villaları ve her türlü tatlı yaşam ibareleri ile Atlantis gibi modern bir denizaltı müzesine dönüşebilir.

“Her eyaletin kendine ait sınır devriyesi var ve benim kızım hala kendine Amerikan diyor”

Suda Bıçak İzleri ( The Water Knife), P.Bacigalupi

Peki giderek birbirine yabancılaşan, “öteki”yi, “dışarıdan gelen”i düşman olarak görmeye alışmış, birlikte mücadele yerine, ne hali varsa görsün geleneğiyle yetişmiş insanlar bu yeni göçmen dalgasını nasıl karşılayacak? Onlara kucak mı açacaklar, yoksa silahlarla geri mi sürecekler? Sefalet içinde sınırın öte yanına geçmeye çalışan bu insanlara nasıl davranacaklar? Bir zamanlar sürdükleri refahı, ve nasıl insanlar olduklarını önemseyecekler mi? Yoksa onları sömürülüp işleri bittiğinde ortada bırakılacak çöp yığınları olarak mı görecekler?

Kendi ülkenizde bile yaşamın daha kolay olduğu bir yere gidemediğinizi hiç hayal ettiniz mi? Diğerlerinin sizi kabul etmediği, sizi içeri sokmamak için silahlı birlikler tuttuğu, sınırlarını tel örgülerle çevirdiği… Yaşamı ve ailenizi korumanın ince çizgisinde mahsur kaldığınızı… Güzel inşaa edilmiş ama artık bir damla suyu olmadığı için yaşanamaz hale gelmiş evinizde, mahallenizde ölümü beklediğinizi?

Tozun herşeyin üstünü örttüğü, parası olanın bir müddet daha yaşamı satın alabildiği, toplumsal çürümenin içinde gelecek hayallerinin yittiği bir yaşamı hayal ettiniz mi hiç?

Ve en önemlisi geri dönecek bir yuvanızın , anavatanınızın kalmadığını?

Kabus gibi değil mi?

Tabi ki kabustan uyanmak mümkün. İnsanlık bir çok problemin üstesinden gelebilmiştir. Yaşam dürtüsü, en büyük felaketlere bile çare bulabilir. Fakat insanın tüm zor koşullarda hayatta kalabilmesini sağlayan şey birlik olmaktan geçer. Etrafındakilere duvarlar örmek, yalnızlığa gömülmek, işbirliğinden kaçınmak, diğerlerini mahveden problemlerin gelip seni de bulmasını engellemez. Tam tersine, tehditle yüzleştiğinde elinden tutacak kimsenin kalmadığını farkedersin.

Bugün dünyada öyle ya da böyle yaşanan büyük dramlar karşısında kimse dokunulmaz değil. İnsanın kaçması gereken şey, başka kültürlerle karşılaşma, karışma, kaynaşma ihtimali olmamalı. Savaş, terör, şiddet, doğanın yok edilmesi ve ayrımcılık gibi ölümcül virüslerdir asıl kaçınmamız gereken. İnsanlık, bu saldırganlara karşı birlikte direnmeli, kapılarını kapatacağına, birbirine kucak açmalı, gözünü yumacağına gönül gözünü açabilmeli.

Ve en önemlisi bugün el uzattığında, yarın da dost eli bulabileceğini bilmeli.

Sular bir kez yükseldiğinde dünyayı başka bir şekilde hayal etmemiz bile mümkün olmayabilir.

Ümit ÖNER’in insanlık gündemi hakkındaki yazılarına Medium sayfasından ulaşabilir, paylaşımlarını Twitter ve Linkedinde takip edebilirsiniz.

--

--

Ümit Öner
insanlik gündemi

■ Yazar ■ Mentor ■ Serbest Düşünce Üreticisi ■