Westworld: Ergen Gibi Dizi İzlemeyin

İyi bir hikaye ile “plot twist” dolu bir hikayenin farkı

ImmanuelTolstoyevski
Türkçe Yayın
11 min readJan 22, 2017

--

Teori Değil Öykücülük: “Freeze all motor functions”

Tüm teori üretme fonksiyonlarınızı dondurun! Sadece öykücülük üstüne konuşacağım. Bir öykü nasıl anlatılır, nasıl takip edilir?

Westworld bu konu için biçilmiş kaftan çünkü:

  • Kendisi kısmen öykücülük üstüne bir öykü.
  • Hem çok zevkli, hem de çok kusurlu.
  • 1 milyonuncu “iyi ama bir Game of Thrones değil” yorumunu okuyunca dayanamadım.

Elbette hafif spoiler dolu, ağır spoilerlar içinse ayrıca uyarı olacak. “Spoiler” demişken, İngilizce terim çok, çünkü Türkçeleri daha kafa karıştırıcı.

“Have you ever questioned the nature of your reality?”

Hiç bu hikayenin doğasını sorguladınız mı?

“Westworld Cinayet ve Tecavüz Tatilköyü A.Ş.” çok katmanlı bir illüzyon:

  1. Robotların hayat hikayeleri birer yalan.
  2. Parkın eğlence diye sunulması müşterilerin yuttuğu bir yalan.
  3. Esrarengiz bir iş girişimi peşindeki park yönetimi ile büyük bir fikrin deneyini yapan Ford arasında da yalanlar dönüyor.

Ama bunların ötesinde, Westworld dizisinin kendi de ayrı bir yanılsama: İlginç konuların, detaylı bir kurgunun ve kusursuz oyunculukların toplamının, iyi bir hikaye ettiği yanılsaması bu.

Bunu anlamak için, bir hikayenin anatomisine bakalım…

Hikayenin Anatomisi: “The Maze wasn’t meant for you”

Hikayeleri birer labirent gibi düşünün (gözlerinin hastasıyım, meta-örneklerin ustasıyım):

  • En dıştaki çeper tema. “Bu hikaye ne hakkında” sorusuna, Westworld’ün cevabı bilinç, seçim, gerçeklik, evrim ve ölümsüzlük.
  • Labirentin içine girdikçe, temaları irdeleyen ana fikirlerle karşılasırız. Mesela: Bilincimiz, asıl benliğimiz değil, kendimizle konuşarak elde ettiğimiz (bicameral mind teorisi) bir yanılsama sadece. Asıl benliğimiz ise kendimize anlattığımız öykülerdir. Bu öykülerdeki acılar da benliğimizin ana hatlarını oluştururlar (Hegel?).
  • Ana fikirler, temaları bir argümana oturtuyor. Çoğu yapımda bu kadar ilginç fikirler yok, olmak zorunda da değil. Bazen nasıl işlediğin, neyi işlediğinden daha önemli.
  • Bu fikirleri işleyen şey olay örgüsü (plot). En basitinden, tek bir sahne çeker, tüm tezinizi bir monologla anlatırsınız. Yahut uzun bir olaylar zinciriyle bunu yaparsınız.
  • Westworld’de ikisi de var. Hatta güzel bir kurgu ile bunları paralel yaptıkları bir örnek vereyim…

!!! Agır spoiler: Finalden bir sahne ve açıklaması !!!

Ford burada, öykü ve benlik arasındaki ilişkiden bahsederken, “Lies that told a deeper truth” dediği anda Maeve’in trendeki sahnesine atlıyoruz. Karşısındaki anne-kız ikilisine bakıyor. Kendi kızıyla ilgili öyküsünün yalan olduğunu öğrenmişti. Ama şimdi, bunun alelade bir yalan değil, kendi hakkında “daha derin bir gerçeği anlatan bir yalan” olduğunu düşünüyor.

Ford’a dönüyoruz. Monolog seçim temasına geliyor: “It begins with the birth of a new people, and the choices they’ll have to make…

Ekranda tekrar Maeve var, onun seçim zamanı geldi.

...and the people they will decide to become”.

Maeve, kaçmak yerine kendi acı dolu öyküsünü seçerek, olmak istediği insanı “yaratıyor”.

Sahne özellikle kuvvetli, çünkü sezon boyu devam eden bir olaylar zincirini (narrative arc) güzelce sonlandırıyor: Maeve’in özgürleşme hikayesinin bir yanılsama olduğunu, önceki bir sürprizle (plot twist) öğrenmiştik. Yani o trenle kaçıp gitmesini Ford’un tasarladığını hepimiz biliyorduk.

Bu sürpriz, seçim temasına damardan girdiği için anlamlıydı. “Kim aslında robot” gibi şok amaçlı olan ve ana fikirlere katkı sağlamayan bir sürpriz değildi.

Maeve’in, seçimlerinin özgür olmadığını kabullenememesi, güzel bir mücadele örneği (conflict). Ve yukardaki sahnede, ilk defa gerçek bir seçim yapıp o yalan öyküsünü benimseyerek, bu senaryo-içindeki-senaryo’dan sapıyor.

En sonda tren istasyonu ışıklarının kapanışı, Maeve’in orada değil trende olması gerektiğini iyice vurgulamış. Spot ışıkları, Maeve’in hayatını bir film setiyle özdeşleştiren semboller. Maeve setin içinde kalıyor ama spotlardan kurtuluyor (Truman Show filmindeki gibi ama orada kurtuluş, tamamen setin dışına çıkmaktı).

Tüm bunların güzel yanı, Ford’un planını çiğneyerek, aslında Ford’un konuşmasında dile getirdiği hayalini de gerçekleştirmiş olması.

İşte bu arka hikaye, sahnenin gücünü katlamış. Duygusal müzik, yaratıcı kurgu, iyi yazılmış bir monolog ve şahane bir oyunculukla birleşince de, ortaya harika bir final sahnesi çıkmış. Şuradan aldığım zevki, çoğu dizinin bir sezonluk toplamı veremiyor.

!!! Agır spoiler kısmı bitti !!!

Labirentin İçine Doğru

Tema, anafikir, olay örgüsü ve kurgudan sonra gelelim karaktere.

Maeve’e ne olacağını merak ediyoruz, çünkü hikaye boyunca bir mücadele verip, sonunda bir değişim geçiriyor (character arc) ve yaşadığı acılardan ötürü onun tarafındayız. Eğer bu son sahne daha düz bir karakterin başına gelseydi, etkisi çok daha az olurdu. “Zekice hazırlamışlar” der geçerdik ama duygusal olarak etkilenmezdik.

Buna örnek: Dolores’in Maze’i çözüşü.

“Maze” ne idi? Millet bu uzun hikayelerin takibini erkenden bırakmasın diye, birtakım gizemler oluştururlar, kanca (hook) vazifesi gören. “Maze” böyle bir kancaydı.

Aşağıdaki sahnede, bu kancayla, ana fikirlerden olan Bicameral Mind Teorisi, güzelce birleştiriliyor:

!!! Agır spoiler: Finalden bir sahne !!!

  • Arnold’ın sesinden:

“Do you know now, who you’ve been talking to?” ( Kimle konuştuğunu şimdi anlıyor musun?)

  • Birçok kişinin sesinden aynı anda:

“Whose voice you have been hearing…” ( Kimin sesini duyduğunu…)

  • Sesler teker teker çözülerek ve Dolores’inkiyle biterek:

“All… this…time….” (tüm bu zaman boyunca)

Dolores, “tanrılarla” konuşmadığını anladığı ve içsesini tanıdığı an, daha ilk bölümden göz kırpılan o uyanış hikayesi sonunda gerçekleşmiş oluyor. Hem de bu bilinç yolculuğunun ilk başladığı mekanda.

Fakat bu sahnenin duygusal ödülü, olması gerektiği kadar büyük değil. Dolores, Maeve’in aksine, o ana kadar değişen ve gelişen bir karakter değil. Arkaplanı da muğlak. Çünkü hikayenin gizemine çapalanmış bir karakter. Değişimi ve derinleşmesi, bu hikayelerin açıklığa kavuştuğu ana (reveal) kadar gecikmek zorunda.

Tüm sezon tek satırla anlatılabilecek bir karakterken, karmaşık kurgu ipliklerinin en sonda çözülmesiyle, bir anda Wyatt ve William ile bir tarihçeye (backstory), bicameral mind sahnesi ile bir değişime (character arc) ve Ford’un konuşma sahnesi sayesinde bir çözüme (resolution) sahip oluyor. Hepsi birden, bir anda. Gayet zekice ama karaktere o ana kadar yeterince bağlanmamışız ki.

!!! Agır spoiler kısmı bitti !!!

Değişim ve Derinlik: “Analysis!”

Bu yazının da bir ana fikri varsa o da bu: Hikaye denen “labirent” ne kadar ilginç temalardan, ne kadar orjinal ana fikirlerden, ne kadar karmaşık olay örgülerinden oluşursa oluşsun, ortasında kuvvetli bir karakter kısmı yoksa, onu çözme hevesimiz kuruyor. Peki iyi bir karakter için ne lazım?

Oturaklı bir karakter analizi yapacak eğitimim yok ama beni bir karaktere bağlayan iki şeyden bahsedeyim: derinlik ve değişim.

Derinliği anlamak basit: karakterin kanlı canlı olması, karmaşık ve bazen çelişkili amaçlara sahip olması.

Değişimden kasıt ise, “işini kaybetmek” gibi birinin başına gelen bir olay değil. Karakterin dünya görüşündeki bir değişimden bahsediyorum. Hikayenin başındaki kişi ile sonundaki kişi, aynı olaylara farklı biçimde tepki vermeli.

Elbette her karakterin bir değişim hikayesi olmak zorunda değil. Bazıları sadece olay örgüsünü ilerletmek için kullanılırlar (plot device), Westworld’deki programcı Elsie karakteri gibi.

Değişim deyince aklıma ilk gelen dizi Breaking Bad…

Geleneksel arc’larda karakter ya düşer, ya yükselir ya da değişmeyi beceremez. Walter White ise önce yükselip (yükselirmiş gibi gözüküp) sonra düşüyor. Karakterin harçlarından olan amaç (motive) de buna paralel olarak değişiyor: “Her şey ailem için”, samimi bir amaçtan kendine söylediği bir yalana dönüşüyor, sonra da bunu itirafı geliyor. Dostoyevski romanı gibi, 5 sezonluk bir insan tahlili.

Elbette Breaking Bad’in oyunculuğu, dekoru, diyalogları veya sinematografisi de kusursuz ama ben dahil ezici çoğunluğumuz bir dereceden sonrasını anlamıyoruz. İyi bir sanat eğitimi olmadan bunları izlemek, retinamızın algılayacağının ötesinde bir çözünürlükteki ekrana bakmak gibi. Oysa bu karakter değişiminin güzelliğini hissetmek daha kolay. Bu yüzden hem eleştirmenlere, hem de milyonlara hitap eden bir eserdi.

Tek bir kişinin değişimi yerine, bir çifte odaklanan The Americans da benzer nedenlerle gayet iyi. Bir yandan çok iyi bir casusluk hikayesi ama onu üst seviyeye taşıyan şey, karakterlerin derinliği ve dinamiği.

Birçok zıt etki altındalar: Rusya ve Amerika, adanmışlık ve rahatlık, casusluk ve aile hayatı…

Bu çelişkilere farkı şekilde tepki veriyorlar ve onları kanlı canlı birer insan gibi tanımamız sayesinde, ufak bir aksiyon olduğunda bile gerilim epey yükseliyor.

Odak noktasının, karakter gelişiminden “gizem”e kaymasına örnek için, Westworld’ün asıl öncülü olan Lost’a bakalım. Ondan beri hiç bir diziyi “çözmek” için Internet böyle seferber olmamıştı.

Halbuki Lost‘un ilk bölümleri, gördüğüm en iyi hikayecilik örneklerinden: Adadaki yeni olaylar, yeni bir karakterin flashbackleriyle paralel yürüyordu. Bu iki düzlemdeki hikayeler, bölüm sonunda birbirine bağlanırken, karakter de bir mücadele-değişim sürecinden geçmiş oluyor (bazen geçmişte, bazense adada). Her bölüm bir karakterin altı dolduruldukça, bunların başına ne geleceğini merak ediyorduk.

Elbette her karakter böyle değildi. Mesela Jacob, olayları ilerleten bir plot device idi. Daniel Faraday gibileri de çok karışan senaryoyu seyirciye açıklıyorlardı (exposition). Özellikle işin içine zaman yolculuğu girince, Faraday karakteri seyircinin en büyük yardımcısı olmuştu.

Ama bu karakteri dahi hatırlamamın nedeni bunlar değil. Bana ne zaman yolculuğu paradokslarını çözüp çözmemelerinden, fizik konferansında değiliz ki. Faraday’ı hatırlıyorum çünkü sonradan ona da bir hikaye verildi ve sanki bir can üflendi. Herkes exposition karakteri yazabilir ama canlı bir karakter yazmak zor.

Diğerlerini düşünün: John Locke, Sawyer, Kate, Jack, Sayid Jarrah, Desmond, Hurley, Ben Linus, Juliet, Jin, Sun, Charlie, vs…Kaç sene geçti, IMDB’ye bakmadan hatırlıyorum. Başka hangi romandan, filmden, diziden 10–15 tane karakteri şak diye saymak mümkün? Bunlar “adadaki gizemi” anlatmakta kullanılan şablonlar değillerdi. Tam tersine, adadaki gizem, bu karakterlerin hikayeleri için bir bahaneydi. Lost, labirentin merkezini bulmuştu.

Tabii bir süre sonra anlatacak hikayeler bitti, e Internetin de zeka yaşı ortalaması belli, Lost’un tüm olayı gizemlerden ibaret kaldı. Ve kısa süre içinde, tıpkı X-Files gibi, kendi mitolojisinin ağırlığı altında ezildi. Hatta bazı yan hikayeleri (subplot) dımdızlak ortada bıraktılar, pes ettiler (Walt denen medyum bebe örneğin).

Bir mühendis olarak, Internetin kollektif ergen beynine “biraz daha az analitik olun” demek komik ama ağaçlardan ormanı göremiyor insanlar.

İpucu Fareleri: “Doesn’t look like anything to me”

Westworld de bugün aynı dertten muzdarip: “Bu sahne bana bir şey ifade etmiyor. Acaba bir işaret mi kaçırdım, şarkı sözlerini mi takip edemedim, sağ altta gözüken kitabın başlığını mı okuyamadım….”

Her sahne bir dedektiflik bulmacası, her öğe bir ipucu değil. Her halükarda bazı reddit fareleri gizemleri üç bölüm öncesinden çözecek. Bu olduğunda, geriye izlenecek çok bir şey kalmıyorsa, ayvayı yediniz.

Bu soruna en bariz örnek Ed Harris’in oynadığı Man In Black (MIB):

Ed Harris, 45 dakka tuvalette ıkınsa izlerim, o derece seviyorum. Ama tüm MIB sahnelerini arka arkaya izleyin bakın. Son bölüme kadar hep aynı (replikler dahil) ve iki satırda özetlenebilir: “Oyunun en son level’ına çıkmaya çalışan zengin ve sadist pro-gamer”.

!!! Ağır spoiler !!!

Burada “MIB’in başına ne gelecek” sorusunun taa en sonda cevaplandığından yakınmıyorum. Ama daha karakterin ana amacı (internal motive) nedir onu bilmiyoruz. Bu olmadığı için de character arc patlıyor.

Bakın bu taktik Memento’da işe yaramıştı. Orada hikayenin sonunu bilerek başlıyorduk ve asıl plot twist, karakterin ana amacı hakkındaydı. Burada patlamasının nedeni ise, yeni ortaya çıkan amacın, karakterin o ana kadarki mücadelesini manasız kılması.

(Yani Ford ile olan çekişmesinin altını oyuyor. Sebepleri farklı olsa da, meğer ikisi de aynı şeyin peşindelermiş. Ve Ford’un bundan haberi hep vardı. Bu ucuz bir hile hissi yaratıyor).

Ford ile MIB’in barda karşılaştıkları sahneyi tekrar ziyaret edin. Zaten bu iki aktörü nereye koysan mükemmel olacaklar. Sahne başındaki piyanistin Ford olması gibi ufak incelikler var. Diyaloglar da güzel geliyor kulağa. Fakat iki karakter hakkında bu sahne sonunda ne öğrendiniz? Sıfır. Genel hikayede ne manası var? “Gereksiz”den de kötü. Karakter tutarlılığı pahasına, gizemi ve kancaları uzatmaktan ibaret.

!!! Agır spoiler bitti !!!

Bu hissi en sık yaşadığım dizi Game of Thrones sanırım. Çok eğlenceli karakterler sürekli bir araya gelip, eğlenceli diyaloglara giriyorlar ve %95'inin sonucunda ne karakterler, ne de olay örgüsü derinleşiyor.

Mesela Tywin Lannister ve Olenna Tyrell ananesinin beraber olduğu sahnelere bakın. En karizma iki karakter, fakat tek satırda anlatılabilirler. Ve kaç sezon boyunca tek gram değişim olmadı. Bir çok önemli karakter böyle: Stannis, Ned Stark, Littlefinger, hatta Cersei, Varys ve benim favorim “Lord Friendzone”.

“Çok fazla karakter olduğundan bu normal” diyebilirsiniz ama düzinelerce karakteri olan The Wire öyle değildi. Üstelik o dizinin asıl başrolü, bir şehir ve bir toplum idi, yani karakterlerin yüzeysel olmasını bekleriz. Ona rağmen, karakterlerin çoğu diziyi başladıklarından farklı bitirdiler. “Cool repliklerini” söyledikten sonra ortadan kaybolmuyorlardı, sahne değişse de hayatlarına devam eden insanlardı.

Bu bakımdan GoT için, televizyon tarihinin en kaliteli pembe dizisi denilebilir (soap opera).

Zaman Akışı Hileleri

GoT molasından sonra MIB’e geri dönelim. Zaman akışı (timeline) hileleri sayesinde, bir anda bir arka hikayeye kavuşuverdi. Fakat “siyah şapka”sına geçişi, öykünün en zayıf noktası olabilir. Nedeni basit:

!!! Agır spoiler geliyor !!!

8–9 bölüm aynı giden iki düz karakteri, bir voiceover ile birbirine ekleyince otomatikman güzel bir character arc elde etmiyorsunuz.

Aslında bu voiceover sırasında, yaklaşık 3. dakikada çok iyi bir kare vardı:

Bu sahnede, William uzun aramalardan sonra Dolores’i buluyor. Tam gidip “yav nerelerdeydin, seni bulacağım diye 500 kişiyi kurşuna dizdim, günlük 40 bin dolar harcadım” diyecekken, dizideki en iyi yardımcı oyuncu olan konserve kutusu düşüyor, Dolores onu yerden alan bambaşka birine aşık oluyordu. William’ın zamanında yaşadığı senaryoyu yaşayacak olan başka bir müşteri bu. Müzik değişiyor, rahatsız edici bir ton, William’ın o anda Dolores hakkındaki illüzyonundan kurtuluşunu ve bunun yarattığı bulantıyı hissediyoruz. Ve çöküş: “You were nothing…if not true”.

Etkileyici, fakat bir de hikaye açısından bakın: Bu sahne, William’ın değişiminin tetikleyicisi (catalyst) olarak sunuluyor. Halbuki zaten William o sırada çoktan siyah şapkayı takmış, kötü biri olmuştu. Üstüne, William sonraki ziyaretlerinde Dolores’i görmeye ve aynı “loop”ları yaşamaya devam ediyor. Hatta daha öncesinde, karısı öldükten sonra parka dönüp sırf meraktan bir şeytanlık yaptığını da biliyoruz (Maeve’in bebesini kesmesi). E bu karakterin dönüşüm noktası nedir kardeşim?

Kısacası voiceover zaten bu denli büyük bir değişimi seyirciye yedirecek bir araç değil. Fakat burada ekstra kötü kullanılarak, William ile “Dolores’e işkence edecek kadar sapıtan MIB” arasındaki geçişi iyice bulanıklaştırıyor. Şu sahneyi hiç yapmasalar, karakter arc daha tutarlı olacaktı. Tüm bunların kök nedeni de karakterlerin baştan kofti oluşu.

!!! Agır spoiler bitti !!!

Ya herkesin favorisi Ford? Tek satırlık tanım: “Tanrı kompleksi olan ve robotları kontrol altında tutmak isteyen biri”. 9 bölüm boyunca böyle anlatıldı ve bu karakterin hikayesinde kanca olarak, meçhul “New Narrative” kullanıldı.

(Bazı öykülere bir aciliyet kazandırılır. New Narrative kancasına aciliyet kazandıran şey de, “Delos şirketinin yönetim kurulunun baskısı” idi. Theresa ve özellikle de Hale karakterleri, bu aciliyeti temsil etmekten ibaretler).

Bu karakteri Anthony Hopkins gibi herkesin sevdiği bir aktörden başkasının oynadığını düşünün. Sadece “acaba gerçek planı ne?” sorusu için izlediğinizi daha rahat göreceksiniz.

Her şeyden öte, tutarsız yazılmış bir karakter: Theresa ile yaşadıkları malum sahnede (“the hosts are free…here…under my control”) seyircide bırakılan intiba, Ford’un kötü olduğu ve Tanrı kompleksine sahip oluşu. Seyirci bunun gerçek olduğunu düşünecek, çünkü o sahnede karakterin yanıltıcı olması için bir neden yok. Fakat en sondaki twist tam tersini gösterdi. Bu ucuz bir ters köşe. (“Katil kim” öykülerinde bir kural vardır: okurun bilmesinin imkansız olduğu bir plot twist geçerli değildir).

Üstelik, karakter zaten değişimini hikaye başlamadan bitirmiş. Dizinin zaman çizelgesindeki Ford hep aynı, planı hep aynı ve her şey o plana uygun. Bu onu statik bir karakter yapıyor.

Ford’un her monologunu severek izledim, zaten Anthony Hopkins’i almışsın, monolog vermeyip de ne yapacaksın. Ama hikayecilik açısından Ford’un en iyi kısmı, kayıtdışı yarattığı “aile” idi. Bu, gayet iyi bir backstory oluşturma çabasıydı ve aynı zamanda Bernard-Ford arasındaki özel ilişkinin de altını çiziyordu. Ne yazık ki bu tip güzellikler arada kaynadı gitti.

Artık Bernard ve Arnold’dan bahsetmeyeyim, MIB ve William için söylediklerime paralel şeyler olacak.

Bernard’la alakalı bir övgü notu olarak, “kim host, kim insan” tuzağına fazla düşülmemesi iyiydi. Halen en sevdiğim sci-fi dizisi olan Battlestar Galactica, bu ucuz numarayla finale kadar yalpalamıştı. Halbuki hatırlarsanız, önceleri flashbackler sayesinde karakterlerin altını doldurmuşlardı. Ve X-Files’daki “haftanın canavarı” formatını, siyasi eleştiri yapmakta kullandılar: işkence, sendikalar, askeri darbe, köktendincilik, tekelcilik, ırkçılık… Ne ararsan vardı. 11 Eylül sonrası Bush Amerika’sı hakkında, Westwing kadar politik bir şovdu bazen.

Sonra ne oldu? “5. Cylon kim, azzzz sonraaaa”.

Yahu kimse kim, sen otur işini yap, ödüllerini kazan. Şimdi sadece birkaç ergeni memnun etmişliğinle kaldın, onlar da seni çoktan unutup gittiler.

“These violent delights have violent ends”

Vahşet içinde bitti Westworld. Çoğu parçası bir saatin dişlileri gibi birbirine uyan, zevkli bir hikayeydi.

Daha ilk bölümden, robotların farkındalık kazanacaklarını biliyorduk. Fakat hikayenin bu noktadan sonra nereye gideceği meçhul. Ford’un “yeni öykü”sündeki tematik zenginliğin ve işlenecek ana fikirlerin sınırı yok. Örneğin robotlar insanlar kadar acımasız mı olacaklar? Kendi yalan öyküleriyle barışacaklar mı, benliklerini tanımlamak için?

Bilmiyorum ama Maeve’i seviyorum merkez. Neredeyse iyi bir hikayeyi sevdiğim kadar…

“Mozart, Beethoven, and Chopin never died….They simply became music”

Orjinali için fularsizentellik.com. Bu tip yazıları uzun uzun beklemeyin, doğrudan email olarak alın. Hepsi reklamsız, hep reklamsız.

--

--