Yazamama Hastalığına Yakalandım ve Bunu Aşmak İçin Fotoğrafın Geneline Bakmam Gerekti

Alper Şimşek
Masa Lambası
Published in
8 min readMar 31, 2016

Şu ana kadar 120'nin üzerinde yazı paylaşmışım internette. Olabildiği kadar farklı konulara değinmeye çalıştım ve geri dönüp geçmiş yazılarımı inceleyince çok az konuyu tekrarladığımı fark ettim. Bir tek girişimcilik üzerinde çok durmuşum ama onu da fazla abartmadığımı düşünüyorum. Yani aslında günlük hayatta gördüğüm, karşılaştığım çoğu şey hakkında yazı yazmışım. Ama son bir aydır bir şey oldu ve yazamamaya başladım ve neden yazamıyorum diye düşündükçe daha da zorlanmaya başladım. Sonra ne zaman kendimi bir konu hakkında çok zorlasam ve o konuyu her saniye düşünsem bir türlü sonuca varamadığımı fark edip, iki hafta boyunca elime hiç kalem almayacağım diye bir karar verdim. Sanırım verdiğim en doğru kararlardan biri oldu bu.

İlk yazdığım yazılarla son yazdıklarımı karşılaştırınca arada çok büyük bir fark var. Bu çok güzel ve beni mutlu eden bir durum ama başka bir taraftan kendi kendime şu soruları sormama neden oldu bu durum ve bu beni psikolojik olarak rahatsız etmeye başlamıştı; daha iyi yazmalıyım, bu yazı iyi oldu mu, acaba paylaşsam mı paylaşmasam mı… Kısacası yazdıklarımından tatmin olmuyordum. Bunun yazdığım yazılar hakkında başkaları ne düşünürle de alakası yok, bu tamamen benim yazı yazarken aldığım hazzı alamamamla alakalıydı. Sadece yazı yazarken de değil, yaşarken hayattan aldığım keyif, haz ve tatminle alakalıydı. O zaman tekrardan yazarken keyif alabilmek istiyorsam resmin tamamına yani hayatımın nasıl olduğunu ve ne yöne gittiğini oturup tekrar düşünmem gerekiyordu.

  • Koyduğum hedefler beni ne kadar tanımlıyor?
  • Yaptığım işlerden ne kadar mutluyum?
  • Geleceğe dair ne düşünüyorum?
  • Şu an ki sorunlarım neler, nelerin üstesinden gelmem gerekiyor?
  • Ben nereye aidim?

Bu sorular çok genel ve çoğumuzun kendine sorduğunu tahmin ettiğim sorular ve bunlara cevap vermeden de hayattan alınabilecek maksimum keyfi alabildiğimizi düşünmüyorum; çünkü bu sorulara verilen her cevap bizim kendi kendimize kim olduğumuzu bulmamıza yardımcı oluyor. Ve kendimizi ne kadar tanırsak hayattan o kadar keyif alabiliriz. Bu; artık ben kendimi tanıyorum ve istediğimi yaparım gibi bir şey de değil. Bu sürekli olarak devam eden bir süreç ve belirli aralıklarla tekrar tekrar kendimize uygulamamız gereken terapi, meditasyon (ne demek isterseniz) gibi bir şey bence. Her seferinde zihnimizde bulunan fazlalıklardan kurtulmak için kullanabileceğimiz bir yol da olabilir ama en sonunda temiz ve açık bir zihinle yaşamaya devam etmemizi sağlar. Sanırım başarılı insanlar boşuna sabahları meditasyon yapıp, her sabah güne arınmış bir zihinle başlamıyorlar. Ama her sabah zihni arındırabilmek için de en temelde zihnin arınabilmesi için ortamı yaratmak gerekiyor. Bu arada şu ana kadar bahsettiğim ve bundan sonra bahsedeceğim her şey de benim yazamamamla alakalı.

Kendime sorduğum ilk soru hedeflerimle alakalıydı. Önce; çok mu ileriyi düşünüyorum ve bu sebepten yaşadığım âna odakalanamıyor muyum sorusuna cevap aradım. Cevap hem evet hem hayırdı. Evet olmasının nedeni, gerçekten çok ileriye dönük planlar yapmıştım ve yaşadığım âna odaklanamıyordum ama başka bir yandan da o hedeflere ulaşabilmek için yaptıklarım beni çok geliştiriyordu ve uğraştığım şeyler bana keyif veriyordu. Aslında bu bir ikilem ve bu ikilem her türlü beni rahatsız ediyordu. Bunu aşabilmek için çok uğraşmadım ve belki de üzerine çok fazla kafa yormadığım için fark ettim; koyduğum hedefler, ben bir şeylerle uğraştıkça ve yeni şeyler öğrendikçe aynı yol üzerinde farklı taraflara doğru kayıyordu. Yani kendimi ânın akışına bıraktım ama ne yapmak istediğimi anlayarak. Bunları düşünürken ve yaparken de özel olarak istediğim bir şey var ki, o da hayatım boyunca cv’ye ihtiyaç duymamak.

Sırf cv’de güzel görünür diye bir işi yapmak zorunda olmamalıyım. Eğer sevmediğim bir şeyle uğraşmak zorunda kalacaksam da bana mutlaka bir şeyler katacağına inanmalıyım, bu düşünceyle yaklaşmadığım çoğu şeyi hayatımda boşa geçmiş zaman olarak görüyorum.

Cv konusuna değinmişken; çoğu insan mükemmel bir cv sahibi olmak için sürekli ama sürekli olarak iş peşinde koşuyor. Bunu yaparken bir şeyi unutuyorlar, kendilerini (karakterlerini) geliştirmeyi unutuyorlar ve buna daha üniversiteye girmeden başlayanlar var. Nasıl mı?

Üniversitelerde son zamanlarda modası iyice artmaya başlayan bir program var; çap. Yani çift ana dal programı. Örneğin; bilgisayar mühendisliği okuyan biri aynı anda endüstri mühendisliğinden de dersler alarak iki bölüm birden bitirmiş oluyor ve iki diploma ile mezun oluyor. Zaten çok zor bir program olan çap’ı, insanlar daha üniversiteye girmeden düşünmeye başlıyor. Üniversite tanıtım günlerinde hocalara “Hocam makine ile bilgisayar çap’ı yapabilmek için ne yapmalıyım?” diye soru soranlar var.

Bu istek ve hız nereden geliyor çok merak ediyorum. Kendim de bir üniversite öğrencisi olarak, bu kadar ders çalışmayı nasıl daha üniversiteye girmeden göze alabiliyorlar, ben daha bir bölümü okumakta zorlanırken, bunu da merak ediyorum. Merakımın da ötesinde bu kadar fazla ders alan bir öğrenci ne zaman gezecek, ne zaman sokaktaki insanlarla iletişime geçecek; çünkü eğer biz gençler olarak sorunlara çözümler üretmek istiyorsak başkalarını çok iyi anlamamız gerekiyor ve bu da ancak insanlarla konuşarak olabilecek bir şey. Yoksa masamızın başında kendi kendimize uydurduğumuz bir soruna çözüm üretir ve başarısız oluruz, sonra da neden başarısız olduğumuzu anlamaya çalışırız, belki çok şanslı biriyse bu kişi çıkış yapabilir ama o kadar, ancak bir kişi.

Bu konu hakkında daha detaylı yazımı alttaki linkten okuyabilirsiniz →

Konudan daha fazla sapmadan; daha kendimizi ve çevremizi tanımadan kendimize hedefler koyuyoruz ve mutlaka onları başaracağım diye çoğumuz sevmediğimiz işlerin peşinde bir hayat harcıyoruz. Bunun böyle olmasının nedenlerinden biri de toplumun üzerimizde kurduğu baskılardan kaynaklanıyor olabilir ama o konuyu benden daha tecrübeli ve daha iyi anlatabilecek insanlar mutlaka vardır.

Kendime sorduğum ikinci soru ise; “ne kadar mutluyum?” oldu. Bu sorunun cevabı hedeflerle birbirine bağlı bir konu, aslında yaptığımız, düşündüğümüz her şey birbiriyle bağlantılı ve bazen biz bunu unutabiliyoruz.

Ne kadar mutlu olduğumu anlayabilmek aslında çok zor değildi ama yinede mutluluğumu özellikle baltalayan durumlar vardı ve bunların ne olduğunu anlayabilmek için aklıma gelen her şeyi bir kağıda yazmaya başladım. Önce ne yazacağımı bilemiyordum ama yazmaya başladıkça açılmaya başlamıştım ve birkaç kağıt sonra hayatımın bir özetini çıkardığımı fark ettim. Bunu yapmak tam bir günümü aldı ve yaşadığım en verimli günlerden biri olabilir. Yazma işi bitip kağıtları okuduğumda “Ben bunu niye yapıyorum?”, “Ne kadar çok zaman harcıyormuşum bunu yapmaya?” gibi sorular ortaya çıktı. Yaşadığım hayata hiç böyle geniş bir pencereden bakmamıştım, kendimle çok konuşan biri olmama rağmen. Bir şeyleri değiştirmem gerekiyordu ve bir özelliğim çok ön plana çıkmıştı. Takıntılı bir insandım ve insanım, (artık biraz daha az takıntılıyım) ve takıntılı olmanın yararını da görüyorum ama zararınıda.

Örneğin, uğraştığım veya öğrenmek istediğim bir konuya kafayı çok takarım ve o konuda gelişebilmek için “kafayı kırar onunla uğraşırım”. Diğer taraftan da herhangi bir şeye takıldığım zaman o konu neyse onunla yatıp kalktığım için diğer yapmam gereken işlerin çoğunu yapmayı unuturum ve yapmam. Bunu biraz olsun dengelemeyi başardım, hala takıntılıyım, ve şu an ki halimden çok mutluyum eskisine göre. Yoksa bazen o kadar çok takardım ki kafayı bazı konulara psikolojik olarak bile normale dönmem uzun zaman alırdı.

Bu arada takıntılı olmanın şu yararını da görmezden gelmeyelim. Eğer öğrenmek istediğim bir konuya kafayı takarsam, sadece o konuyu değil o konuyla bağlantılı konuları da öğrenmeden asla tamam, ben bunu öğrendim diyemem. Öğrenmek için takıldığım konuya hakim olduğum zaman ki mutluluk, tatmin duygusu ve bir şeyleri başarmış olma hissi ise paha biçilemez.

Şu ana kadar hep kendi kendimize düşünüp, başarabileceğimiz konulardan bahsettim ama bizler birer birey olarak bir toplumun içinde yaşıyoruz. Ve çevremizde yaşananlardan, bazen kabul etmesek bile, fazlasıyla etkileniyoruz. Mutlu olmak isterken her gün yürüdüğümüz, otobüse bindiğimiz yolda bomba patlıyor. O yolda yürürken ben nasıl eskisi gibi hissedeyim ki, ama hissetmek zorundayım. Sadece terör değil, yaşadığımız ülkenin geleceği çok belirsiz ve bu belirsizlik bizim de kendi hayatlarımızın belirsiz olmasına neden oluyor. Hedefler koymak, mutlu muyum sorusuna cevap aramak bir yere kadar yardımcı olabiliyor ancak; çünkü günlük hayatımızda çevremizden dolayı ortaya çıkan sorunlar bizi tahmin ettiğimizin üstünde meşgul ediyor. Bu sorunları düşünürken de ne kadar kendi kendime uğraşarak hayatımı yoluna sokmaya çalışsam da mutlu olamıyordum. Hatta şu ana kadar anlattığım şeyleri anlatmak bile boş geliyordu ve bu düşünce yaşadığım her şey boşuna mı sorusunu doğuruyordu. Ama değil. Yaptığım hiçbir şey boşuna değil. Yalnız, her şeyi hayatın akışına bırakmalıyım anlamına da gelmiyor bu. Eğer bu çevresel sorunlara dair kendi kendime yapabileceğim şeyler varsa onları yapmalıyım. Yerdeki çöpü alıp çöp kutusuna atmak bile bir şeydir. Bunun da ötesinde bireyler olarak bu durumları düzeltebilmek için yapabileceğimiz bir sürü şey var ve umuyorum bunların farkına varırız.

Ama bazı durumlar var ki, ne olursa olsun insanı rahatsız etmeye devam ediyor. Örnek olarak yurt dışındaki bazı ülkelere göre imkansızlıklarımızı verebilirim. Bunun gerçekten büyük bir sorun olduğuna inanıyorum ve hepimizi de fazlasıyla etkiliyor. İnovasyon yapmalı, teknoloji geliştirmeliyiz diye konuşuyoruz ama biz burada aynı pozisyonda çalışırken aynı bilgisayarı 3000TL maaşla 3000TL’ye alırken, yurt dışında 3000dolar/avro maaşla 1000dolar/avroya alıyor insanlar. Aslında 10 belki 1000 sıfır geriden geliyoruz ama sürekli şikayet ederek gelişemeyiz. Bunu kabul de etmemeliyiz ama elimizden geldiğince de zorlamalıyız kendimizi, bunun üstesinden gelebilmek için.

Bu kadar düşünce ve sorudan sonra en son kendime “Ben Kimim?” sorusunu sordum ve bu soruya verdiğim her cevap beni daha da mutlu etti. Eğer şu ana kadar anlattıklarımı düşünmesem ve yapmasam bu sorunun cevapları beni o kadar mutlu etmeyebilirdi. Bunun nedeni;

Yukarıda bahsettiğim bütün konular toplanıp aynı anda bana saldırmaya başlayınca yazamamaya, çalışamamaya, hayattan keyif alamamaya başladım ve hepsini oturup tek tek düşünmem gerekiyordu; çünkü kaderim buymuş diyemiyorum, ne yapayım ne olacaksa olsun diyemiyorum, yaşayıp gidiyoruz işte diyemiyorum. Eğer ben bunları daha 22 yaşımda demeye başlarsam 50 yaşımda geriye dönüp pişmanlıklarla dolu bir hayata bakmak istemiyorum. Yaşadığım her günün değerini bilerek, o günlere değer katarak yaşamak istiyorum ve öyle yaşıyorum. Bir de tekrar yazabiliyorum.

Sonuç olarak bunları yapmamın, düşünmemin, anlatmamın nedeni de; bir kere geldiğim şu hayattan alabildiğim kadar fazla keyif alabilmek için. Sadece keyif de değil, bütün duyguları tadında yaşayabilmek için. Deneyebildiğim kadar farklı şeyleri deneyebilmek için. Dünyanın değişiminde küçük de bir parça olsa rol alabilmek için.

Ben kimim? 21 ya da 22 daha tam karar veremediğim bir yaşta bilgisayar mühendisliği okumaya çalışan, büyük hayalleri olan, sürekli olarak yeni şeyler denemek isteyen, yazarlık, aşçılık, dalgıçlık gibi hobileri olan bir dünyalıyım. Hayatın felsefesini yapmak çok hoşuma gider. Doğanın düzenine hayranım, yıkılmaya yüz tutmuş bir binada geçmişte kimin yaşadığını merak eder ondan heyecan duyarım. Dünyanın gidebildiğim her köşesine gidip farklı kültürlerden insanları anlamak istiyorum. İçime kapattıklarımı dışa vurmaya çalışıyorum. Bir de ya intel, microsoft, google gibi firmalarda fantezilerimi gerçekleştirmek ya da kendi girişimim olsun istiyorum, tabii bunlar güzel hayaller ama olmayacak şeyler değil.

Okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Diğer yazılarımı okumak için →

http://masalambasi.co/ (bir medium yayınıdır ama özel alan adıyla)

Bonus →

--

--

Alper Şimşek
Masa Lambası

Product Guy looking for new adventures and experiences in life.