Cinler ve Büyü — İnceleme

Ali Osman Ateş - Kur’an ve Hadislere Göre Cinler ve Büyü — İnceleme

Samet Onur
Türkçe Yayın
11 min readJan 18, 2023

--

İnceleme

Bir Tutam Korku, Bir Tutam Gizem, Bir Tutam Kültür: Cin İnancı

Ali Osman Ateş’in “Kur’an ve Hadislere Göre Cinler ve Büyü” kitabı ilk baskısını 1995'te, elimde bulunan 4. baskısını ise 2011'de yapmıştır. Bu kitap, cin inancının İslam öncesi ve sonrasını, cin ve sihir ilişkisi ile büyünün etkisini İslamî kaynaklara dayanarak açıklamayı hedeflemektedir.

Yazar, söz konusu kitabı yazma sebebi olarak ön sözde topluma Batılılaşma etkisi ile dine alternatif olarak “uydurulan” büyü, fal gibi şeylerle, İslam’ın kabul etmediği reenkarnasyon, satanizm gibi inançların empoze edilmeye çalışılması karşısında İslam’ın bu konulardaki görüşünü vererek halkı aydınlatmayı hedeflediğini belirtmektedir.

Cin, sihir gibi konuların oldukça ilgi çekici ve gizemli olduğu su götürmez bir gerçek. Bu konuda geleneksel İslamî din yorumunun konuya yaklaşım ve argümanlarını öğrenmek adına “Cinler ve Büyü” kitabının yeterli bilgiye sahip olduğunu düşünüyorum.

Ateş’in kitapta kullandığı üslup sade, cümleler kısa ve anlaşılır. Yazarın uzmanlık alanı hadis olduğu için yer yer bunaltıcı ravi açıklamaları da bulunmakta. Buna ilaveten cinler hakkında İslamî kaynaklarda geçen birçok ilginç ve farklı rivayetin kitapta bulunması da kitaba renk katmış.

Giriş

“Kur’an ve Hadislere Göre Cinler ve Büyü” kitabı giriş ve iki bölümden oluşuyor. Giriş (s. 19–40) bölümünde “İslam Öncesi Toplumlarında Cin İnancı” başlığıyla cahiliye, Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta cin inancı özetlenmiştir. Yazara göre cinnin tanımı şudur (s. 20):

“Cinlerin tarifinde ittifak edilememiştir. Ancak müslümanların ortak bir telakkîsine göre cinler, bedenleri ateş, hava, râyiha gibi maddelerden teşekkül etmiş, akıl ve irade sahibi, latîf, görünmez varlıklardır. Bu özeliklerinden dolayı da duyu organlarımızdan gizli bulunmaktadırlar. Bu açıdan kendilerine cin denilmiştir. Bu niteliklerinden dolayı, şeytân ve meleklerin de bu kapsama girdikleri yukarda kaydedilmişti. Bu duruma göre ruhânî ve cevherî varlıklar üçe ayrılabilir.”

Yine yazara göre cinlerin mümin ve kafirleri vardır. Buna göre cin, insandan ayrı, soyut, yapı maddesi farklı, iyileri ve kötüleri olan bir varlık türüdür. Geleneksel cin anlayışı tam olarak budur. Kuran ve hadislerde geçen cin, şeytan gibi bütün anlatımları lafzi olarak anlama yönteminde ortaya böyle gizemli bir varlık ortaya çıkmaktadır.

Ateş, cinnin tanımı üzerinde kısaca durduktan sonra İslam’ın ana kucağı olan cahiliyede yani İslam öncesi Arap toplumunda cin inancına dair kaynaklardan bilgiler aktarıyor. Buna göre cahiliye Araplarında her kabilenin bir cini olduğuna inanılır, ağaç, mağara, pınar, kaya gibi tekinsiz yerlerde ruh olduğuna inanılırmış. Her putun içinde bir cin bulunur, bu cin de kahinle konuşup gökteki bilgileri ona aktarırmış. Yine Araplara göre şiir bir sanat olmaktan ziyade cinlerin temasıyla söylenen bir söz olduğuna inanılıyor. Ev yılanlarının cin olabileceği düşüncesi de vardır. Deliren kişinin cin çarpması sonucu bu hâle geldiği, cinlerin insanları esir edebileceği, cinlerle insanların evlenip çocuk yapabilecekleri inancı vardır. Cahiliye Arapları cinlerden o kadar korkar ve saygı duyarlar ki, kötülüklerden cinlere sığındıkları, onları Allah katında şefaatçi gördükleri dahi olurdu.

Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta da cin inancının mevcut olduğuna dair bazı bilgiler aktarılarak giriş bitirilmektedir.

Birinci Bölüm: İslâm’a Göre Cin

Birinci bölüm “İslâm’a Göre Cin” (s. 41–191) başlığını taşımakta, cinlerin özellikleri, gökten haber çalmaları, şekil değiştirmeleri, insanlara görünmeleri, cinlerle evlenmek ile hastalık ve cin ilişkisi üzerinde durulmaktadır. Yazarın bu bölümdeki iddialarına göre cinler şu özelliklere sahiptir:

- Cinler, akıl sahibi oldukları için iman etmekle yükümlüdür.

- Cinlerin iman edenleri cennete, inkar edenleri cehenneme gidecektir.

- Cinler de insanlar gibi yeryüzü sakinidir. Yeryüzünde yaşadıkları için belli yaşam yerleri vardır.

- Kâfirlerine şeytan ismi verilir.

- İnsanlar cinleri göremez; ancak cinler insanları görür.

- Cinler ölümlüdür. Bundan dolayı yaşamlarını devam ettirmek için kendi yapılarına uygun şekilde beslenmeye ihtiyaçları vardır.

- Cinler nikahlanıp, çocuk sahibi olabilirler.

Cinlerin Gökten Haber Çalması

- Cinlerin haber almak için göğe çıktıkları; ancak Hz. Muhammed’in peygamber olmasıyla birlikte gökten onların şihablarla kovalandığı anlatılmaktadır. Bu durumda önceden doğruyu söyleyen kahinler, risaletin gelmesiyle artık doğru bilgiye ulaşamaz olmuşlar; çünkü haber kapıları kapanmış.

- Yazara göre (s. 58), cinler göğe kadar ulaşmış haber almış, insanoğlu ise uzay çalışmalarıyla cinlerin ulaştığı sınıra kadar gidip daha ilerisinin olmadığını anlayabilecek midir?

Geleneksel İslamî anlayışa göre Allah göktedir, miraç göğe doğru olmuş, cinler haber almak için yukarı yani Allah katına çıkmaya çalışmıştır.

Yazarın buradan göğün bir sınırı olduğunu iddia etmesi, uzay çalışmalarının bir yerde tıkanacağını söylemesi oldukça garip bir durum.

Ayrıca gök ve haberin bağlantılı olması, gökten haber alınması meselesinin cahiliye cin inancı ile bir farkı var mı?

- Yazara göre cahiliye Araplarında birçok kehanet çeşidi vardır. Birincisi göğe çıkarak Allah’ın meleklerle konuşması, vahiy vermesi gibi durumlar. Risalet sonrası engellenen durumlar bunlarmış. İkinci kehanet türü ise dünyada meydana gelen gizli olayların cinler tarafından bildirilmesidir. Ateş, bu kehanet için şu yorumu yapmaktadır (s. 67):

“Bu tür haberler, Yeryüzü’nde meydana gelen, fakat bazı insanların erişemediği, ancak cinlerin görüp bilebildikleri uzak veya yakın geçmişe dair şeyler olabilir. Bunlardan bir kısmı doğru çıkabilir.”

Üçüncü kehanet çeşidi ise yıldızlara bakarak bunlardan anlamlar çıkarmaya çalışan müneccimlerin yoludur.

Bu anlatımların mitolojik bir tabloyu ortaya çıkardığı aşikardır. Allah’ın yarattığı bir varlığın ondan gizli olarak haber almaya çalışması, onları Hz. Muhammed’in peygamber olmasına kadar engellemeyen tanrının bir anda cinleri cezalandırmaya başlaması, bütün bunlara ilaveten hâlâ cinlerin bazı haberleri almaya devam ettiği iddiası ise halkı bilinçlendirmek için yazıldığı iddia edilen bu kitabın halkı nasıl bir anlayışa yönelttiği de merak konusu.

“Halkı faldan, reenkarnasyondan kurtarayım.” derken onlara nasıl bir varlık düşüncesi, evren anlayışı, tanrı anlayışı verildiği üzerinde ciddi bir şekilde durulması gerekiyor. Uzak Doğu’nun inançlarını halktan uzaklaştırma niyetiyle birlikte, kadim Arap cin inancını din diye sunmak arasındaki kâr-zarar oranının hesabının yapılması gerektiğini düşünüyorum.

Hz. Peygamber’in Cinlere Kur’an Okuması

Cin Sûresi’nde cinlerden bir grubun Kuran dinlediğinden bahsedilir. Yazar, âyetin bağlamı üzerinde durmadan, buradan destek alarak doğruca hadislere geçiyor.

Cin kelimesi gerek insan gerek soyut varlık anlamında hatta melek anlamında bile kullanılan, oldukça geniş bir anlama sahip bir kelimedir. Ancak farklı yorum kapıları açmak yerine yazar, rivayet merkezli yaklaştığı ve eleştirelliği geriye attığı için ortaya fantastik bir hikâye çıkıyor.

Rivayetlere göre Hz. Muhammed Mekke dışında (Nahle) bir yerdeyken Kuran’ı sesli okumuş, oradan geçen cinler onu duymuş, dinlemiş ve iman etmişlerdir. Hz. Muhammed’in cinlerle birçok defa karşılaştığı da iddialar arasında bulunmaktadır. Ayrıca yazara göre bu görüşmenin tesadüfî olması pek mümkün değil; çünkü Allah mâdem cinleri imanla yükümlü tuttu, o zaman onların inanmasını kolaylaştırmak için Hz. Muhammed’den Kuran’ı dinlemelerini sağlamak gerekiyordu. Devamını yazardan dinleyelim (s. 83):

“Çünkü Âdemoğulları gibi, inanmakla yükümlü olan cinlerin Kur’ân dinlemeleri, iman etmeleri tesâdüfe bağlanamaz. Çünkü insanların inanıp, doğru yolu bulmaları rastlantıya bırakılmamış, kendilerine inzâr edici peygamberler ve Kitaplar gönderilmiştir. Bu açıdan cinlerle ilgili böyle bir konuda da tesadüfe yer yoktur. Bu husustaki âyetlerin incelenmesinden Cenâb-ı Hakk’ın, Hz. Peygamber’i Resûl olarak gönderip, dâvetini açıktan yapma emrini vermesinden sonra, cinlerin de imân etmelerini dilediği anlaşılmaktadır. Bu sebeple her zaman göğe çıkıp oturan, gök haberlerini işiten cinleri, oradan üzerlerine şihâblar göndermek suretiyle koğdurup, tazyik buyurduğu, onların da İbn Abbâs’ın rivâyetinde anlatıldığı üzere, “Yeryüzü’nde bir şey mi oldu? Neden koğulduk” diye başlarına gelen olayın sebebini araştırmaya sevkedildikleri ve Hz. Peygamber’i ve ashabını namaz kılarken görüp, okuduğu Kur’ân’ı dinledikleri, ve daveti hakkında bilgi sahibi oldukları ortaya çıkmaktadır. Kısacası Cenâb-ı Hak, onların Resûlullâh’ın tebliğine, davetine muhatap olmalarını dilemiş ve bu sebeple gereken şartları hazırlamıştır. Yüce Allâh’ın tasarrufunda ise tesâdüfe yer olamaz.”

Görüldüğü üzere gerek ayetler, gerek rivayetler lafzen anlaşılıp, bağlamı, yorumu üzerinde gerekli hassas araştırma yapılmadan, yorum üstüne yorum yapılıyor. Kitabın giriş kısmındaki cahiliye Araplarının cin inancının kısmi düzeltmelerle alınıp, İslam tarafından devam ettirildiği üzerinde durulmasını bırakın, bunun farkında bile değil yazarımız. Bu durumda ortaya böyle fantastik bir evren, mitolojik hikayeler ve kültürün din diye aktarımı kalıyor ki, söz konusu kitap büyük oranda geleneksel olarak aktarıla gelen bilgilerin daha sistemli ve oldukça az yorumlu hâli olarak vücut bulmuş oluyor.

Cinlerin Azığı

Yazar, cinlerin azığının tezek, kemik olduğuna dair rivayetlerinin ravi ilavesi olduğunu iddia ediyor.

Yine Ateş, Hz. Muhammed’in kemik ve tezekle taharet yapılmaması uyarılarını, bunların cin yiyeceği olduğu sözlerini mikrop olarak yorumlamıştır. Kendi iddiasını şöyle dile getiriyor (s. 94):

“Çünkü daha sonra kaydedeceğimiz bazı rivayetlerden de anlaşılacağı gibi, “Cin” sözü ile kemik ve tezeğin, tahâretlenmede kullanılmasını yasaklayan Hz. Peygamber sadece, Kur’ân-ı Kerim’de kendilerinden bahsedilen, erkeği-dişisi, müslümanı-kâfiri olan cinleri kasdetmemiştir. O (s.a.v.), farklı zamanlarda yeri geldikçe mikroplardan da bahsetmiş ve onların bilinmediği, mikroskobun keşfedilmediği o dönemde mikroplar için de “Cin” lafzını kullanmıştır. Bu husus günümüzde daha iyi anlaşılmaktadır. Kısacası biz, çağımızdaki ilmî ve teknik gelişmelerin ışığında Hz. Peygamber’in “Cin” kelimesi ile nerede mikropları, nerede de özel anlamda cinleri kasdettiğini anlayabilmekteyiz. Fakat geçmiş dönemlerde İslâm âlimlerinin, çağlarında henüz mikrop ve mikroskop keşfedilmediği için hadislerde geçen “Cin” lafızlarının tamamını, özel anlamıyla mükellef ve akıl sahibi olan, erkeği-dişisi, mü’mini-kâfiri bulunan cinler için kullanılmış kabul ettiklerini, açıklama ve yorumlarını bu doğrultuda yaptıklarını görmekteyiz. Bu husus onların dönemleri için doğru olsa bile, artık günümüzde bunları ayırd etmek ve Hz. Peygamber’in hangi sözünde cinleri, hangi hadisinde mikropları kasdettiğini belirtmek durumundayız. Kanaatimizce “Kemik ile tezeğin cinlerin ve hayvanlarının yiyeceği olduğuna” dair rivâyetlerde de böyle bir durumla karşı karşıyayız.”

Hz. Muhammed’in sahabilerine pis, sağlıksız, hasta edecek şeylerle temizlik yapmayın, demek yerine bunlar “cinlerin yiyeceğidir” demesinin o zamanda mikrop kelimesinin bilinmemesine dayandıran Ateş, yeni bir yorum getirmiş olsa da bunun oldukça zorlama bir yorum ve bağlamsız bir açıklama olduğunu düşünüyorum.

Tezek ve kemiğin cin yiyeceği olamayacağı üzerinde oldukça ilginç bir yorum yapan yazarın cümlelerini aynen aktarıyorum (s. 96):

“O zaman yukarda kaydettiğimiz, “Şeytanların da besmele çekmeden sofraya oturan insanlarla beraber yemek yediğinden” bahseden rivayetleri mecazî manada anlamak gerekmektedir. Buna göre bu hadislerde, şeytânın bizim gibi yemek yediği değil, mü’minlerin, feyz ve bereketli olması, Yaratıcımızın ve O’nun verdiği nimetlere şükredilmesi açısından yemeğe başlarken Allâh’ın adını anmaları gerektiği hususu anlatılmak istenmektedir. Cin ve şeytânın, yaratılışlarına uygun birer beslenme tarzı olabilir. Bizim, hayatımızı devam ettirebilmek için gerekli olan enerjiyi sağlamak maksadıyla yiyip içtiğimiz gibi onlar da, kendileri için gerekli olan enerjiyi hususî yollarla sağlayabilirler. Ancak bunun, mikrop yatağı tezekler ve kemiklerle olmadığı açıktır. Eğer onlar enerji sağlamak için bizim gıdalarımıza muhtaçlarsa, herhalde bunu kemik ve tezekten değil, bizim de hoşumuza giden temiz gıdalardan sağlarlardı. Çünkü yukarda kaydettiğimiz hadislerde, onların insanların sofrasına ortak olduğundan bahsedilmektedir. Bu rivâyetlerde yukarda belirttiğimiz mecazî yön kastedildiğine göre, cinlerin güzelim yiyecek sofralarını bırakıp, tezekle kemiğe sokulacaklarını düşünmek pek mantıklı görünmüyor. Onların bizim bilemediğimiz, kendilerine mahsus ayrı enerji kaynakları, beslenme yolları, gıda maddeleri olduğunu kabul etmek en doğru yol olmalıdır. Bu sebeple Hz. Peygamber’in, Mekke döneminde veya Medine’de kendisine iman eden cinlere kemiği, hayvanları için tezeği yiyecek olarak verdiğini kabul etmek bizce isâbetli değildir. Cinlerin kendisini ziyaretlerinde ne böyle bir istekleri olmuştur, ne de Hz. Peygamber’in bu hususta onlara böyle bir tavsiyesi söz konusu olmuştur.”

Cinlerin Şekil Değiştirmeleri

Yazara göre, Hz. Muhammed’e isnad edilen yılanların cin olduğu sözü, râvilerin ilavesidir.

Hz. Muhammed, zararsız yılanların öldürülmemesini tavsiye etmiştir.

Cin, melek gibi varlıklar Allah’ın izni olmadan şekil değiştiremez. Meleklerin şekil değiştirebileceğine dair Cebrail’in Meryem’e ve Hz. Muhammed’e Allah’ın izniyle gelmiş ve insan şeklinde görünmüş olması örnek gösterilebilir.

Yazar, gerek bu bölüm gerek diğer birçok bölümlerde olsun anlatmak istediği konulara dair rivayetleri aktarıyor; ancak başlığın sonunda yeni konuya geçmeden önce kendi tercihini, anlattıklarının özetini ve aktardıklarından ne anlaşılması gerektiğini ifade etmiyor. Bun durumu kitabın ciddi bir eksikliği olarak kabul ediyorum.

Bu bölümdeki sonuca göre melek ve cinler şekil değiştirebilir. Lâkin bunu Allah’ın izni ile yapabilirler. Allah’ın böyle bir şeye neden izin vereceği, bunun gereğine dair ise hiçbir açıklama bulunmamakta; ancak şekil değiştirme konusunda birçok âlimin sözlerine yer verilmektedir.

Bu kitabın başka bir eksikliğinin ise felsefi açıdan oldukça zayıf olması olduğunu düşünüyorum. Anlatılanların neye tekabül ettiği, manası üzerinde ciddi bir fikri süreçten geçilmediği, arkeolojik kazının fena olmadığını, fakat fikri, düşünsel, felsefi kazının oldukça az kaldığını söyleyebilirim.

Cinlerin İnsanlara Görünmesi

Bazı İslam âlimleri (kim olduğu söylenmiyor) ve Mu’tezilî âlimler bir âyetten (A’râf 7/27) dolayı cinlerin görülmeyeceğini iddia ediyorlar.

İmam Şafiî, peygamber dışında birinin cinni göremeyeceğini belirtiyor.

Yazara göre ise peygamberler ve veliler (kimlerse artık bunlar) bu varlıkları görebilir; ama başka insanlar göremezlermiş.

Cinlerle Evlenmek

Cahiliyede cinlerle evlenme ve cinsel ilişkinin olduğuna dair bir inanç var. Rivayetlere de bu yönde şeyler dâhil edilmiş.

Yazara göre cin ve insan evliliği gibi bir şey söz konusu olamaz.

Burada yazar nasıl bir cin inancına sahip olduğuna açıklamaları da var. Anladığım kadarıyla Ateş’e göre cin: hayalet tarzı, ruhani, şeffaf, latif, rakik, insanın görünmeyen hali gibi bir varlıktır.

Bu bölüm kitabın en ilginç bölümlerinden birisi. Ulemanın cinle evlilik konusunda neler dediğini ibretle okuyabilirsiniz.

Cinlerin Eşya Üzerinde Tasarrufu Mümkün müdür?

Süleyman’ın yanında bulunan cinlerden bir ifrit Belkıs’ın tahtını hızlıca getireceğini söylemiştir. Yazar, buradaki cinnin, soyut anlamdaki cin olduğunu ve onların bir eşyaya müdahale, değiştirme güçlerinin olmadığını; ama taşıma güçleri olduğunu iddia etmektedir. Bu durumun ise Süleyman’a özel bir durum olduğunu; çünkü cinlerin onun emrine verildiğini söylemektedir.

Daha sonra Ateş, cinlerin insana da müdahale edemeyeceğini; çünkü Allah’ın insanı koruduğunu ve hafaza meleklerini insanlara muhafız kıldığını, bu meleklerin de çeşitli silahlarla insanları koruduğunu iddia ediyor.

Yukarıdaki senaryoda ilk olarak Süleyman’ın emrine verilen cinlerin soyut varlıklar olan cinler olup olmadığı ciddi şekilde sorgulanmalıdır. İkinci olarak Allah’ın kulunu kendi yarattığı cinden koruması için hafaza meleklerini yaratması üzerinde biraz düşünülmesi gerekmekte, bunun nasıl bir tanrı anlayışı ve evren tasavvuru ortaya çıkardığına yoğunlaşılmalıdır.

Hastalıklar ve Cinler

Hz. Muhammed’in cinli insanları rukye ile tedavi ettiğine dair rivayetler zayıftır.

Hz. Muhammed, şeytanın kendisine zarar verdiğini söyleyen sahabisine “Allah’a sığın.” demiştir.

Rukye ile tedavi moral vermek içindir. Hz. Muhammed’in bazı sahabilere bu konuda izin vermiş ve ücret alabileceklerini söylemiştir.

Hastalıkları cinlere bağlamak eski geleneklerle ilgili bir durumdur.

Yazara göre bulaşıcı hastalıklarla ilgili hadislerde geçen cin kelimesini Hz. Muhammed mikrobu kastederek söylemiştir.

Birinci bölüm böylece bitmiş oldu. Kitabın asıl bölümü bitmiş oldu. Cinlere dair aktarılan birçok konu farklı başlıklar altında yazar tarafından kısmi yorumlarla aktarıldı.

İkinci Bölüm: Cin-Sihir İlişkisi

İkinci bölüm “Cin-Sihir İlişkisi” (s. 193–305) başlığı altında büyü, büyünün tarihi, büyü çeşitleri, büyünün etkisi, cinlerin insanların emrine girme imkanı, cinlerin kaybolan eşyaları bilme imkanları, Hz. Muhammed’e büyü yapılması, büyü yoluyla yapılabildiği iddia edilen bazı hususlar, bazı büyü örnekleri ve İslam’da büyünün hükmü konuları işlenmektedir.

Bu bölümde hatta bu kitapta en beğendiğim kısım “Büyünün Etkisi Var mıdır?” oldu. Bu başlık altında ilk olarak ulemadan bazılarının bu konudaki görüşleri aktarılıyor. Mesela Ebu Hanife, büyünün olmadığı, bir hakikatı olmadığı görüşünde. Büyünün olduğunu iddia edenler Bakara 102. ayetteki “ما” kelimesine farklı anlam veriyorlar. İşin ilginç tarafı büyü gibi bir şeyin var veya yok olacağını Kuran’da geçen bir edatın manası üzerinden ispat veya red, bu durumun garipliğini yeterince ortaya koyuyor.

Felak Sûresi’ndeki “düğümlere üfleyen büyücüler”den kasıt büyünün gerçek olması değil, böyle şeylerin yerine Allah’a güvenmek gerektiğidir. Bu yorum İzzet Derveze’den naklediliyor.

Yazara göre büyünün etkisi yoktur; büyücüler en fazla kişilere yaptıkları telkinle onları etkilemektedirler.

Hz. Peygamber’e Büyü Yapılması

Ateş’e göre Hz. Muhammed’e büyü yapılmış; ancak tesir etmemiştir. (s. 263) Büyünün tesir ettiğini söyleyen rivayetlerde ravi ilavesi vardır. Hz. Muhammed, Cebrail’den kendisine sihir yapıldığı haberini almış ve büyüyü yok ettirmiştir. Büyüyü yapan kişiye de bir ceza verilmemiştir.

Mâdem Hz. Muhammed’e büyü tesir etmedi, neden Cebrail haber verme gereği duydu? Neden Hz. Muhammed büyüyü yok ettirdi? Madem tesir etmedi, hiçbir hâl olmadı ise büyüyü yapanı cezalandırma düşüncesi niye var? Hiçbir etkisi olmayan bir şey için bu kadar şeye gerek var mıydı? Bu konuda yazarın önceki paragraftaki iddialarının doğru olmadığını düşünüyorum.

Bazı Büyü Örnekleri ve Bunların Değerlendirilmesi

Bu başlık altında hangi sebeplerle büyü yapıldığına dair bazı örnekler veriliyor. Bunlar şöyle:

- Bir kimsenin erkekliğini ve dilini bağlamak,

- İnsanların arasına kin ve düşmanlık sokmak; karı-kocanın arasını ayırmak,

- Define bulmak,

- İnsanların sevgisini kazanmak,

- Erkekliği bağlı olan kimseleri çözmek,

- Bir kimsenin sidikliğini ve uykusunu bağlamak,

- Bir yeri harap etmek,

- Bir kimseyi celbetmek,

- Bir kimseye kurşun tesir etmemesi,

- Haşerelerle mücadele etmek.

Sonuç olarak “Kur’an ve Hadislere Göre Cinler ve Büyü” kitabı, yazılma amacı olan insanları batıl inançlardan koruma görevini kısmi olarak sağlasa da, kitapta anlatılanlardan ortaya çıkan, cin meselesinin acilen ciddi bir şekilde araştırmaya ve cahiliye ve İslam’ın cin inançları, diğer dinlerin ve İslam’ın cin inançlarının karşılaştırılması gerekmektedir. Ateş’in kitap boyunca bahsettiği cinlere dair inançlar dinin mi kültürün mü olduğu üzerinde ciddi bir şekilde durulmalıdır.

Bu konuda eğer cin inancını ciddi bir şekilde vuzuha kavuşturmak isterseniz Saadettin Merdin’in “Cinler Bağlamında Teolojinin Mitolojiden Arındırılması” başlıklı muhteşem kitabını dikkatlice okumanızı tavsiye ederim.

--

--