Görsel: https://meditativemind.org

Hayat Amacı Gözler Önünde: Siddhartha

Hermann Hesse

Hamuş Melike
Türkçe Yayın
Published in
12 min readApr 25, 2020

--

(Hayatta öyle zamanlar yaşıyoruz ki, akıl yürek harap olup dökülüyor elimize. Bizden ise buna da şükür deyip bu elleri yüzümüze sürmemiz bekleniyor. Ben de her şeyi bildiğini sanıp sürekli öğüt veren bu insanlarla konuşmaya ara verdim, yalnızca soru soruyorlar ve cevaplar umurlarında değil. Bu süreçte dinlemek için doğru insanlar aradım ve şansım yaver gitti, geçmişten günümüze uzanan sesler işittim, dinledim ve sohbet ettim onlarla. Biz bir araya getiren kitaplar var olsun.)

Şimdi derin bir nefes almış da onu hala tutar gibiyim, bıraktığımda kitabın bıraktığı anın büyüsü uçup gidecek gibi. Umarım bu kez yanılırım çünkü kalbimdeki bu ferahlık belki de nefes verdiğimde her yere yayılır.

Teşekkürler Hesse.

Umarım size de bu şifa dolu sözleri ulaşır.

“Şu gördüğün bir taştır, belki bir zaman sonra toprak olacak, topraktan bitki olup boy verecek ya da bir hayvana, bir insana dönüşecek. Eskiden olsam derdim ki bu sadece bir taştır ama yaşam çevriminde insana veya bir ruha dönüşebileceği için ona önem veriyorum. Ama bugün ise bu bir taştır ve aynı zamanda hayvandır, aynı zamanda Tanrı’dır, aynı zamanda Buddha’dır, ileride şu ya da bu nesneye dönüşeceği için değil çoktan veya her zaman bu nesne olduğu için sevip sayıyorum onu. Özellikle taş olması, bana şimdi ve bugün taş olarak görünmesi, özellikle bu sevdiriyor onu bana, damarlarının ve oyuklarının her birinde bir değer buluyorum, sarı renginde, gri renginde, sertliğinde, vurduğumda çıkardığı seste, yüzeyindeki kurulukta, nemde bunu görüyorum.”

Görsel: www.maivisto.de

Açıyorum dilimdeki gizemi: Siddhartha

Bir hint masalı diye başlayan akıcı bir kitap, masal bu ya insanın gerçek üstü şeyler bekleyesi geliyor ama ejderhalar, krallar, üçüncü prensler olmayan bir masal bu, yolculuğa çıkan bir samananın hikayesi. (Samana: Yaratıcı hizmetinde yollara düşmüş çileciler) Siddhartha ailesinin göz bebeği yakışıklı, kendinde emin herkesin hayran olduğu bu kusursuz genç erkek çocuk, kendisini düşlerin ve düşüncelerin pençesinde kıvranırken buluyor.

“Kutsal suyla yıkanmak iyiydi, güzeldi ama suydu yıkanılan nihayet ve su günahlardan arınmıyordu.”

Çıkıyor Brahman babasının karşısına ve izin ver diyor bulayım aradığımı, yollara düşüp samana olayım. Babası izin vermiyor, onu bırakıp odasına çekiliyor ama uyku tutmuyor ve ne zaman gelip odaya baksa oğlunun aynı şekilde babasını ayakta bekler buluyor. Sabaha kadar aralıklarla gelip oğlunu aynı şekilde bulan baba pes edip ona izin veriyor, amacına ulaşırsa anlatması için ulaşamazsa aynı şekilde birlikte yaşamaları için geri dönmesi şartıyla. Anacığının da hayır duasını alıp elini öpen Siddhartha’nın yolculuğu başlıyor.

Samanaların yanına dostu Govinda ile gidiyorlar ve orada istemlerden arınmayı, düşlerden sevinçlerden ve acılardan arınmayı öğrenmek istiyorlar. Az nefesle yetinmeyi, aç kalmayı, güneşe dayanmayı, kalp atışını yavaşlatmayı ve hatta kalbi birkaç atışa düşürüp sonunda neredeyse sıfıra indirmeyi yani ölmeyi başarıyorlar.

Nefsini öldüren Siddhartha meditasyon egzersizleriyle duyularını öldürüyor, belleğini öldürüyor, binlerce yabancı kılıkta Ben’inden sıyrılıp çıkıyor dışarı; hayvan oluyor, leş oluyor, taş oluyor, tahta oluyor, su oluyor ve her defasında yeniden uyanarak kendisine kavuşuyor, gökyüzünde ister güneş parlasın ister ay, yine de Ben olup salınımını sürdürüyor, susuyor, susuzluğunu dindiriyor, yeniden susuyor…

Ama yine de yetmiyor.

“En yaşlı samanamız 65 yaşına geldi, öyleyken Nirvana’ya ulaşamadı. Yetmişine seksenine gelecek, sen de ben de, biz de onun kadar yaşlanacağız, egzersiz yapacak, oruç tutacak ve murakabeye dalacağız. Ama Nirvana’ya ulaşamayacağız asla, o da ulaşamayacak. Ele geçireceğimiz tek şey kimi avuntular, kimi duyarsızlıklar olacak, birtakım beceriler edineceğiz ve bunlarla aldatacağız kendimizi. Ama asıl önemli olan şeyi, o yollar yolunu bulamayacağız.”

Sonra dilenirlerken duyarlar Gotama adını, ulu kişi, Buddha, kendi varlığında dünya acısını yenmiş ve yeniden doğuşların çarkını durdurmuş kişi. Hakkında duyulan rivayetler meraklarını körükleyince onunla tanışmak için samanaları bırakıp yola çıkarlar. Gotama için yollara dökülen insanların peşi sıra yürürler ve akşam olduğunda ilk öğretiyi dinlerler.

Istıraptı yaşam, ıstırapla doluydu dünya ama ıstıraptan kurtulmanın yolu keşfedilmişti: Buddha’nın yolundan giden, esenliğe kavuşmaktaydı. Dört temel kuralı anlatıyor, izlenecek sekiz yoldan bahsediyordu Gotama.

Siddharta’ın can yoldaşı Govinda konuşma bitince atılıp öğrencisi olmak istediğini söyler, öğrencilere katılır ama Siddhartha’yı ikna edemez. Ertesi gün vedalaşırlar ve Siddhartha yola çıkmadan son kez bu ulu kişi ile konuşmaya gider:

“Senin Buddha olduğundan, hedefe ulaştığından, o en yüce hedefe, binlerce Brahman’ın yollara döküldüğü hedefe ulaştığından kuşku duymadım. Ölümden kurtulmanın çaresini buldun. Kendi aramalarının sonunda, kendi izlediğin yolda, düşünerek meditasyon yaparak, bilip kavrayarak, ilhamla sağladın bunu. Öğretiyle değil ve ben de öyle düşünüyorum ey ulu kişi, kimse öğretiyle kurtuluşa eremez. İlham saatinde senin neler yaşadığını sözle olsun, öğretiyle olsun aktaramaz, anlatamazsın! Bu yüzdendir ki yolculuğumu sürdüreceğim -bir başka öğreti için değil hani, çünkü biliyorum böyle bir öğreti yok-, tüm öğretilere ve öğretmenlere sırt çevirip hedefime tek başıma ulaşmak ve bu uğurda ölmek isterim.”

Gotama ise ona akıllı olduğunu ama fazla akıllılıktan sakınmasını söyleyerek uzaklaşır. Siddharta ise “Gotama bana kendimi bağışladı” diyerek minnettar hisseder ve kendi yolculuğuna çıkar. Yol boyunca derin düşünceler içindedir ve sonra neyden kaçıyorum ben diye sorarken bulur kendini: “Kendimden korkuyordum çünkü, kendimden kaçıyordum! Ben’imi parçalara ayırmak, kabuklarından soyup almak, bilinmedik özünde çekirdeğini, yaşamı, Tanrısal’ı, o en son nesneyi ele geçirmek istiyordum. Ama bunu yaparken kendimden oldum.” diye düşünür.

Kendimi Bulacağım ve Kendim Olacağım

Etrafına bakıp derin bir nefes çeker ve “Siddhartha’nın bundan böyle elimden kayıp gitmesine izin vermeyeceğim” der. Kendi kendisinin öğretmeni olmaya karar verdikten sonra kendisini tanıyıp keşfetmek için yola koyulur.

“Ne sağır, ne körmüşüm. Anlamını çıkarmak istediği bir yazıyı okuyan biri, işaretleri ve harfleri küçümsemez, değersiz bir kabuk gibi bakmayıp okur, inceler sever onları, her harf karşısında böyle davranır. Oysa dünya kitabını ve kendi varlığımın kitabını okumak isteyen ben ne yaptım? İşaret ve harfleri hor gördüm, kendi gözümü ve dilimi nasılsa var olmuş değersiz nesneler saydım. Artık uyandım, bugün açtım dünyaya gözlerimi.”

O artık Siddhartha’dan başka bir şey değildi artık, uykusundan uyanmış bir kişiydi, o kadar. Derin derin nefes aldı bir an üşür gibi oldu, bir ürperti duydu vücudunda. Hiç kimse onun kadar yalnız değildi.

Siddhartha Kamala ile tanışır ve ondan sevme sanatını öğretmesini ister, karşılığında kendisinden bir asil gibi giyinip hediyeler sunmasını isteyen Kamala için bir tüccarın yanında iş bulur. Kamala aracılığıyla tanıştığı bu ünlü iş adamı Kamaswami yaşlı ve son derece kaygılı biridir. Siddhartha sevi sanatını öğrenmek için tüccara ve diğer her şeye katlanır.

“Bak Kamala: Diyelim ki suya bir taş attın, en kısa yoldan suyun dibine iner. Kendine bir hedef belirledi, kafasına koydu mu bir şey, Siddhartha için de durum farklı değildir. Bu işin üstesinden geleceğim.”

“Hem cin diye bir şey yok ama büyü var ve bunu herkes yapabilir. Herkes belirlediği hedefe ulaşabilir. Yeter ki düşünmesini, beklemesini ve oruç tutmasını bilsin.”

Siddhartha ve Yeni Dünya

Okuma yazma bilmesi sayesinde tüccarın güvenini kazanan Siddhartha’nın başarısızlıklardan korkmaması, kayıplardan da tasalanmaması tüccarı çıldırtır. Bir gün pirinç satmaya gittiği bir yerde kendisinden önce pirinç satan bir tüccardan malların alındığını öğrenir ama yine de köyde misafir olur ve bir süre kalır. Bunu öğrenen tüccar, eğlenmek için mi gittin, diye bağırıp sinirden köpürdüğünde Siddhartha şöyle der:

“ Elbette eğlence olsun diye yaptım. Başka niçin olacaktı? Yeni insanlar tanıdım, güler yüzlülüğün ve güveninin hazzını yaşadım, dostlar edindim. Ben senin gibi olsaydım pirinçten fayda görmeyince kızıp öfkelenir ve geri dönerdim, zaman da para da ziyan olmuş olurdu. Oysa ben güzel günler geçirdim orada, bilmediğim şeyler öğrendim, çeşitli hazlar yaşadım. Kızıp sinirlenerek telaş ederek başkalarını da üzüntüye sokmadım. İleride belki daha büyük çapta bir iş için aynı köye gidecek olsam yüzleri neşeyle karşılayacaklar beni, ben de önceki sefer acele etmediğim ve öfkeli davranmadığım için kendimden kıvanç duyacağım.”

Sonunda bir asil olan Kamala ile aşk sanatını da öğrenen Siddhartha, sahip olduğu şeylerin kendisini miskinleştirdiğini hisseder. İçindeki sesin artık daha az konuştuğunu fark eder, ticareti de sevmiyordur zaten. Siddhartha; paraya, kadınlarına, çocuklarına, onura, planlara ve umutlara sevdalanmış insanlara “çocuk insanlar” diyor ama bir süre sonra onlara benzediğini anlamakta zorlanıyor.

Bir rüya görür ve her şeyi bırakıp terk eder orayı. Kamala ise kendisinden hamile kalmıştır ama o bunu bilmez.

OM

Üstendeki asil kıyafetleri ile günlerce yürür ve ırmak kıyısında geldiğinde intiharı bile düşünür, sonra ırmak onu vazgeçirir, güzel bir ağacın gölgesinde uyuyakalır. Rüyasında içinden yükselen “Om” sesini duyar.

Om: Kusursuz, mükemmel. Duaların başı ve sonu.

Uyandığında başında yılan sokmasın diye beklerken uyuyakalmış bir keşiş bulur, sonra bu kişinin dostu Govinda olduğunu anlar ama dostu onu tanımaz. Asil kıyafetleri içinde kendisini gören Govinda, çok şaşırır ve sonra onu orada bırakıp Buddha’nın izinden yoluna devam eder. Siddhartha ırmağın kendisini ölümden kurtaran om sözcüğünü düşünür ve ırmağa borçlu hisseder kendini. Samanayken tanıştığı ve kendisini bu ırmakta karşıya getiren kayıkçıyla tekrar karşılaşır ve dost olur birlikte yaşamaya başlarlar. Hikaye işte burada başlıyor…

Bilinmesi gerekenleri insanın tatması en iyisidir

Zevki, sefayı, zenginliği tatmadan önce zararlı ve insana kendisini unutturan bir bağımlılık olduğunu duymuş ve biliyor olmasına rağmen yaşadıktan sonra anlamayı başarmıştır Siddhartha. Kayıkçıya ücretini ödeyemeyeceği için pahalı kıyafetlerini verir ve öğretmeni olmasını ister.

Kayıkçı Siddhartha’nın tüm hikayesini dinler, her şeyi içine aktarır, öyle güzel dinler ki hikayesini. Ne büyük erdemdir bu, diye düşünür Siddhartha. Kayıkçı Vasudeva, hiçbir şey söylemese bile konuşan kişinin ağzından çıkan her şeyi kaçırmadan dinler, ruhunun kapılarını açar, dinlediğini hissettirmiş. Siddhartha böyle bir dinleyiciye açılmanın böyle bir dinleyicinin yüreğine kendi yaşamını, arayış ve çilelerini gömmenin büyük bir mutluluk olduğunu hissedebiliyordur.

Irmak, Öğretmen Oluyor

Zaman kavramı ırmak için yok. Onun için yalnızca şu an var, geçmişin veya geleceğin gölgesi diye bir şey bilmez. Irmak aynı anda her yerdedir: kaynadığı yerde, döküldüğü yerde, çağlayanda, kayıkta, denizde, dağda, her yerde.

Geçmişte olan gelecekte olan hiçbir şey yoktur, her şey vardır sadece, şu an içinde varlık sahibidir.

Bir başka sefer yağmur bastırıp ırmak kabardığında Siddhartha:

“Birden çok sesi var ırmağın, pek çok sesle konuşuyor. Bir kralın sesiyle örneğin, bir savaşçının sesiyle, bir boğanın, bir gece kuşunun, doğuran bir kadının, iç geçiren bir insanın sesiyle ve daha binlerce değişik sesle…”

Akşamları ırmak kıyısındaki kütüklerin üzerine oturuyor, susup suyun sesini dinliyorlar; onlar için suyun değil yaşamın sesidir bu, var olanın sesi, dünya kuruldu kurulalı oluşun içinde olanın sesi. Irmak kendilerine iyi bir şey söyledi mi birbirlerine bakıyorlar aynı şeyi düşünerek, aynı soruya aynı yanıtı bulmaktan memnun.

Yolcular bu kayıkçıların hikayesini anlatır olmuş, ermiş derlermiş onlar için. Tüm bunlar olurken Kamala ise oğlunu büyütür ve kendisi de tüm bahçesini Gotama’nın yani Buddha’nın öğrencilerine açmıştır. Gotama’nın öleceği haberi üzerine oğlunun elinden tutar yola koyulur. Irmağın yakınına geldiklerinde dinlenmek için uzanırlar ve bir yılan Kamala’nın canını alır. Yardıma koşan ve Kamala’yı tanıyan, oğlu olduğunu öğrenen Siddhartha ise hiçbir şey yapamaz, cenaze yakıldıktan sonra oğlunu yanına alır. Ama bu çocuk laf dinlemeyen asilzade ve emir vermeye alışkın bir çocuktur, hayatlarını zindan eder, babalık yapmasına asla izin vermez. Siddhartha tatlı dil ile her şeyi yapmaya çalışsa da nafile, dostu da çocuğu annesi ile yaşadığı kendi evine götürmesini söylese de yapamaz. Bağlanmıştır öksüz yavrusuna. Oğlu yanına geldiğinde Siddhartha da çocuk insan olmuştur.

Bir insan için acı çeken, bir insanı seven, bir sevgiden kendini yitiren, sevgi yüzünden aptalın teki kesilen çocuk insan. Kendisi ile şimdi, hayli geç olarak ve hayatında ilk kez bu alabildiğine güçlü ve garip tutkuyu hissetmiş. Bu tutkudan dolayı acı çekiyor, fena halde acı çekiyor ama yine de mutlu hissediyormuş, yeni bir şey gelip katılmıştı yaşamına, bu yeni şeyle hayatı zenginleşmişti.

Sonunda bu oğul kayıklarını ve paralarını çalarak evden kaçar. Yeni bir kayık yapıp ardından giderler, yine annesi ile tanıştıkları koruya varır Siddhartha ve orada oturup oğlunun yüzünü görmeyi bekler. Oğlunu görmez, Vasudeva peşinden gelir onu bulur ve tekrar ırmak kıyısına dönerler.

Irmak Gülüyor

Sonuna kadar çekilmemiş ve çözüme kavuşturulmamış çileler dönüp geliyor, boyuna aynı çileler çekiliyordu. Siddhartha hem babasını hem oğlunu düşünürken bulmuştu kendisini. Irmağın şarkısında çilelerin sesi yankılanıyordu, özlemle dolup taşarak şarkısını söylüyordu, hedefine akıp gidiyordu, sesinde sızlanıp yakınma vardı.

Dinleme Sanatı

Siddhartha artık dinleme sanatını öğrenmiş. Pek çok sesi birbirinden ayırt edemiyormuş artık, neşelileri gözü yaşlılardan, çocuksuları erkeksilerden ayıramıyor, bir bütün oluşturuyormuş hepsi, özlemin yakınması ve bilen kişinin gülüşü, öfkenin haykırışı ve ölen kişinin iniltisi, hepsi birdi şimdi, iç içe geçmişti, birbirine bağlanmış, binlerce kez birbirine sarılıp dolanmıştı. Tümü, bütün sesler, bütün amaçlar, bütün özlemler, bütün çileler, bütün hazlar, bütün iyi kötü şeyler, tümü birden dünyayı oluşturmaktaymış.

Binlerce sesin tek bir sözcükten oluştuğunu görüyordu, bu sözcük de Om’du, mükemmellikti.

Vasudeva ırmağın sırrını çözmüş Siddhartha’yı ırmak kenarında bırakıp yaşlı ince bacakları ve zor gören gözleriyle ormana çekilir. Kayıkçılığa devam eden Siddhartha ise çevrede ünlü bir ermiş olarak kısa zamanda nam salar. Bir gün kendisini merak eden bir Buddha öğrencisi kayığına biner. Siddhartha hemen tanır dostu Govinda’yı ama o, onu yine ilk seferde tanıyamaz. Govinda ısrarla ondan öğreti sunmasını ister. Siddhartha ise gençlik zamanlarında olduğu gibi yine öğretilere inanmadığını ve gerçeğin yaşamın içinde olduğunu anlatır. Govinda Siddhartha’nın anlattıklarını saçma bulsa da tüm bedeniyle, sesiyle ve duruşuyla bir ermişi dinlediğini de inkar edemez. “Ne kadarını anladım bilmiyorum ama elimden geldiği kadar dinliyorum” der sadece.

Bilgelik ve Yaşam

“Dünya dostum Govinda, mükemmellikten yoksun ya da mükemmellik yolunda ağır ağır ilerliyor değildir; hayır her an mükemmeldir o, tüm günahlar bağışlanmayı, tüm küçük çocuklar yaşlıyı, tüm bebekler ölümü, tüm ölenler sonsuz yaşamı kendi içinde taşır. Hiç kimse bir başkasının yürüdüğü yolda ne kadar ilerlemiş olduğunu göremez, haydutların ve zar atıp kumar oynayanların içinde bekleyen bir Buddha, Brahmanların içinde bekleyen bir haydut vardır.”

“Bilgi bir başkasına aktarılabilir, bilgelik ise hayır. Bilgelik keşfedilebilir, bilgelik yaşanabilir, bilgelik el üstünde taşıyabilir insanı, bilgelikle mucizeler yaratılabilir ama bilgelik anlatılamaz ve öğretilemez. Henüz bir delikanlıyken sezdiğim bir şeydi bu, beni öğretmenlerden uzaklaştıran şeydi. Bir düşünce gelişti kafamda, Govinda, senin yine şaka diye ya da aptalca gözüyle bakacağın bir düşünce, ama düşüncelerimin en iyisi. Dinle: Hiç bir gerçek yoktur ki, karşıtı da gerçek olmasın! Yani şöyle: Bir gerçek ancak tek taraflıysa dile getirilip sözcüklere dökülebilir. Düşüncelerle düşünülüp sözcüklerle söylenebilen ne varsa tek taraflıdır, hepsi tek taraflı, hepsi yarım, hepsi bütünlükten, mükemmellikten ve birlikten yoksun. Ulu Gotama öğrencilerine dünyadan söz açarken, çile ve esenlik diye ikiye ayırdı. Başka türlüsü olanaksızdır, öğretmek isteyen birinin izleyeceği başka yol yoktur. Ancak dünyanın kendisi, gerek çevremizdeki, gerek içimizdeki varlık asla tek taraflı değildir. Asla bir insan ya da bir eylem tümüyle Sansara, tümüyle Nirvana değildir, asla bir insan tümüyle kutsal ya da tümüyle günahkar olamaz.

Böyle gibi görünmesi yanılmamızdan, zamana gerçek bir nesne gibi bakmamızdandır. Zaman gerçek değildir, Govinda ben sık sık yaşadım bunu. Zaman da gerçek değilse, dünya ile sonsuzluk, acı ile mutluluk, kötü ile iyi arasında var gibi görünen çizgi de bir yanılgıdan başka şey değildir.”

Mükemmellik

“Yoğun bir meditasyonla zamanı yok etme, var olmuş olan, var olan, var olacak olan tüm yaşamı bir eş zamanlılık içinde görme olanağı ele geçirilir, böyle bir durumda her şey iyidir, her şey mükemmel. Bu yüzden var olan her şey iyi görünüyor bana, ölüm yaşam gibi, günah kutsallık gibi, akıllılık aptallık gibi görünüyor, her şeyin öyle olması gerekir. her şey benim onayımı, benim istekliliğimi, benim sevecen rızkımı beklemektedir, benim için iyidir o zaman, bana zararı dokunmaz. Onu kendi hayalimde yaşattığım bir dünyayla, kendi uydurduğum bir mükemmellikle karşılaştırmayıp nasılsa öyle bırakmak ve onu sevmek, gönülden onun içinde var olmak…”

“Düşüncelere değer verdiğim yok, nesneler daha değerlidir benim için. Elinin jestleri düşüncelerinden daha üstündür. Ben konuşmalarında, düşüncelerinde değil, yalnızca eylemlerinde ve yaşamında görürüm onun büyüklüğünü.”

“Sevgi, dostum Govinda her şeyin başı gibi görünüyor bana. Dünyanın içyüzünü görmek, onu açıklamak, onu aşağılamak büyük düşünürlerin işidir. Ama benim için önemli olan tek şey, dünyayı sevebilmektir, onu aşağılamamak, ona ve kendime hınç ve nefret beslememek, ona, kendime ve tüm varlıklara sevgiyle, hayranlıkla, huşuyla bakabilmektir.”

Aramak ve Bulmak

“Bir kimse arıyorsa, gözü aradığından başkasını görmez çokluk bir türlü bulmayı beceremez. dışarıdan hiçbir şeyi alıp kendi içine aktaramaz, çünkü aklı fikri aradığı şeydedir hep, çünkü bir amacı vardır, bu amacın büyüsüne kapılmıştır. Aramak, bir amacı olmak, demektir. Bulmaksa özgür olmak, dışa açık bulunmak, hiçbir amacı olmamak. Belki gerçekten arayan birisin ama amacın peşinde koştuğundan hemen gözünün önündeki bazı şeyleri görmüyorsun.”

Akışta kalabilmemiz ve dünyayı sevmek için çabalamamız dileğiyle.

Hoşça kalın!

hamuş Melike

“Neyi bilmediğimiz bilmiyoruz.”

Yazıyı beğendiyseniz alkış atmayı ve başkaları ile paylaşmayı düşünmez misiniz? Yorum yaparak bana geri bildirimlerde bulunmanız beni çok mutlu ediyor.

Ayrıca bana hamusmelike sosyal medya hesaplarımdan veya melike.hamus@gmail.com mail hesabımdan da her zaman ulaşabilirsiniz.

Diğer içeriklerime göz atmak isterseniz:

--

--

Hamuş Melike
Türkçe Yayın

Kendini ve hayatı anlamak için okuyan, yazan, şiir aşığı bir blogger. Topluluk profesyoneli. https://www.linkedin.com/in/parlakkilic-melike/