İnsan, Yazan Hayvandır
İnsanı hayvan sınıfında ele alan filozoflara göre insan; öğrenen (Konfüçyus), araştıran (Thales), sorgulayan (Sokrates), kazanan (Sofistler), toplumsal (Platon), düşünen (Aristo), şüpheci (Septikler), her şeye alışan (Stoikler), tartışan (Herakleitos), deneyen (Locke), çıkarını düşünen (Dewey), eleştiren (Kant), konuşan (Decartes), sistematik (Hegel), tutarsız (Gazali), itiraz eden (Camus), yalanlayan (Popper), teori kuran (Khun), mücadeleci (Kant), seven (Eric Fromm), araç yapan (Bergson) hayvandır.*
Bütün bunlar düşüncenin farklı tanımlarıdır aslında. Düşünce insanı hayvandan ayıran en önemli yetidir. Düşünce nasıl ortaya çıkmıştır? Evrimin karmaşık patikaları -beynin, ellerin, gırtlak yapısının evrimi ve bunların karşılıklı etkileşimleri- bizleri düşünceye ulaştırmıştır. Düşünce ve düşünceyi aktarım biçimlerinin evrimi halen devam etmektedir. Konuşmak, saymak, saydığını işaretlemek ve nihayetinde herhangi bir şeyi işaretler yoluyla bir yüzeye aktarmak, yazmak silsilesi içinde yazının insan düşüncesinde yarattığı sıçrama yadsınamaz. Milyon yıllardan yakın geçmişe dönelim.
Geçmiş zamanlarda, yüzyıllarda sadece iyi yazı yazmak –örneğin hiçbir fikir üretmeden kayıt tutmak- insanların önüne hatırı sayılır fırsatlar açan önemli bir işti. Yazı sonrası dönemlerde devlet ve ruhban sınıfı eli kalem tutanların tekelinde kaldı. Yazı demek iktidar ve güç demekti. İmparatorluklarda diline hâkim ve akıllı bir kâtip, devlet mekanizmasında çok etkili mevkilere ulaşabilirdi. İnsanlar sahip oldukları her türlü zenginliği; maddi ise yazı ile kayıt atına aldılar, bilim ve düşünce ise yazı ile aktarıp geliştirdiler, kültürse yazı ile ifade ettiler. Son zamanlara kadar belirli bir zümrenin elinde kalan yazı günümüzde halk tabakaları arasında yaygınlaştı ve herkese mal oldu.
Yazı herhangi bir düşünceyi ifade etmenin aktarmanın geliştirmenin en etkili şeklidir. Konuşmak ses, ton ve mimikler eşliğinde duyguyla anlatımı zenginleştirse de yazının kapsamı yanında her zaman sınırlı kalır. Fikir düşünce kuram kanun ancak yazının sayısız anlatım olanakları ile -sonsuz sayıda denklem üreten matematik ile benzeşir şekilde- üretilir ve geliştirilir. İnsan varoluşunun estetik tamamlayıcısı sanatın da sadık hizmetkârıdır: roman, şiir, hikâye, deneme, ezgilerle bütünleşen sözler, hat sanatı, önemli kamu yapılarını tarihsel kılan yazıtlar. Bütün bunlar yüzünden değerlidir yazı. Bu kadar tanıtımdan sonra -tabi ki gelmiş geçmiş birçok filozofun affına sığınarak- “İnsan, yazan hayvandır.” demek sanıyorum yanlış olmaz. Şimdi geçmiş yüzyıllardan günümüze gelelim.
Vikipedi’deki tanıma göre: “1990'ların ortalarından itibaren internet, küresel iletişim ve bilgi paylaşımı alanında devrim yarattı. İnternetin yaygınlaşması, kültürel, ticari ve teknolojik alanlarda önemli değişimlere neden oldu. Bu süreç, internetin bugünkü küresel ağ yapısının oluşumunu sağladı.”** Ancak ne olduysa internetten sonra oldu. Kolay ulaşılabilir her şeyde olduğu gibi yazının da değeri düştü. Taşlara, lahitlere kazınan, dini yapıların duvarlarını süsleyen yazılar önünde tapınan, ömürlerini kütüphanelerde tüketen, bir kelime öğretene kırk yıl köle olan, gazete sütunları arasından kaybolan, bir kitabı bulabilmek için sahafları korsan kitapçıları tavaf eden insanlık artık yazı okyanusunda -bütün isteğini kaybetmiş olarak- anlam arayışında.
Yazı değerini yitirdikçe kısaldı ve anlamsızlaştı. Herkes her türlü sosyal medya platformunda kendini yazarak ifade ediyor. Ancak bu ifade ediş çok dar bir çerçeveye hapsedilmiş durumda: Kısa cümleler, düşüncelerden ziyade tepkileri dile getiren emojiler… Bu kısacık cümlevari yapılar uluslararası sunucularda depolanıyor ve bilgi denizinin önemli bir bölümü teşkil ediyor. Zihnimizi her gün yıkayan bu deryanın suyu öyle kirli ki hepimizi hafızası olmayan, ileriyi göremeyen, sadece önüne düşen yemle gününü geçiren mutant balıklara çevirdi.
Bu kadar kötümser olmamalısın diyorum kendi kendime lakin şiirin sesini duyamıyorum, ezgiler hep yarım ve kitaplar çoktan rafa kaldırılmış. İnsanı tanımlayan üç genel özelliği (tembel, korkak ve açgözlü) kabul edecek olursak hedefimize ulaşmaya belki de çok yakınız. Bizim yerimize üretecek tam otomatik makinaları, düşünecek yazacak beste ve resim yapacak yapay zekâyı, hizmetimizi görecek robotları ikame edebilirsek düşüncenin boyunduruğundan tamamen kurtulacağız. Daha bu günlerde telefon başında geçirdiğimiz ortalama sürenin altı saat olduğunu göz önüne alırsak gözüne ışık tutulan bir tavşanın düşünce yapısına ne kadar yakın ve bir mermi gibi tetiğe basanın istencinden ne kadar uzak olduğumuzu anlarız. Yazıdan konu nerelere geldi. Sanırım şimdi Nietzsche’ye kulak verme zamanı geldi: “İnsan, düpedüz hayvandır…!”
*Ünlü Filozofların “İnsan Nasıl Bir Hayvandır?” Sorusuna Verdikleri 22 Ufuk Açıcı Cevap (onedio.com)