İnşaat Ya Resulallah!
Yazmakla pek bir şey değişmiyor biliyorum ama yazmadan da duramıyorum. Yazarak belki bir kişide farkındalık yaratır ya da farkında olanların sesi olurum diyorum. Bir yandan da etrafımda olan bitenin hangi birini yazacağımı şaşırıyorum.
Durup durup mülteci sorununu mu, kadın cinayetlerini ve kadına şiddeti mi, hayvanlara yapılan işkenceleri ve cinayetleri mi, çevre katliamını mı, verimli toprakların yok edilmesini mi, betonlaşmayı mı, kapıdaki kıtlığı mı, pahalılık üzeri pahalılığı mı, zam üzeri zammı mı, yalan üzeri yalanı mı, savaşları mı, göçleri mi, hangisini yazayım?
Bir şehre nasıl ihanet edilir?
Bugün bitmez tükenmez bu konuların içinden “Bir şehre nasıl ihanet edilir?” konusunda yazmak istedim.
Bursa malum, sırtını Uludağ’a yaslamış, yüzünü Kuzey’deki Marmara Denizi’ne dönmüş, kollarını Doğu’ya ve Batı’ya açmış, saçlarını ovaya yaymış, doğal korunaklılığıyla, sıcak sularıyla ve verimli topraklarıyla birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, Osmanlı’nın ilk başkenti olmuş göz bebeği bir şehir.
Bir yandan da pek bir “arada kalmış”, ne yapacağına, ne olacağına karar verememiş bir şehir.
Ovanın bereketli toprakları üzerine yayılan fabrikaları ile bir sanayi şehri mi, verimli topraklarını hızla kaybetse de kalanlarıyla ziraat yapmaya çalışan bir tarım şehri mi, termal turizmi, sağlık turizmi, tarih turizmi, inanç turizmi ile bir turizm şehri mi olmalı?
Nâzım olsa “Deniz olunmalı oğul!” derdi değil mi?
Sizi daha fazla zorlamayayım ve Bursa’nın ne şehri olduğunu söyleyeyim.
Bursa, şehre ihanet edenlerin şehri.
Bursa, Osmanlı dönemini ayaklandırmaya çalışıp, Cumhuriyet dönemini yok etmeye çalışanların şehri.
Bursa, bir yandan yapıp, bir yandan bozanların şehri.
Bursa, çelişkiler şehri.
Bursa, logosuna bile yeşili koymaktan aciz yöneticilerin şehri.
Başlayalım o zaman:
Şehre doğudan da baksan, batıdan da baksan, kuzeyden de baksan, Uludağ sırtlarına çıkıp güneyden de baksan, gözüne ilk olarak “TOKİ mucizesi” Doğanbey konutları takılacaktır.
Eski şehrin ortasına dikilen bu mucize binalar sizi Yalova istikametinden gelirken ayrı, İzmir istikametinden gelirken ayrı bir duvar görüntüsü ile karşılayacaktır.
Bu kadar Doğanbey fotoğrafı yeter mi?
Şimdi, doğduğuna bin pişman Doğanbey TOKİ konutlarına gelen yeni kardeşe bakalım.
İzmir istikametinden şehre girerken sağınızda kalan Dikkaldırım mevkiinde, Bursa Büyükşehir Belediyesi Stadyumu Timsah Arena’nın karşısında yapılmakta olan devasa büyüklükte bir hastane inşaatı yükseliyor. (Bu alanda askeriye yok muydu?)
Bursa merkezdeki Atatürk Stadyumu’nun yıkılıp yerine millet bahçesi yapılması ve stadyumun yeni adresinin Dikkaldırım olması ayrı hadise, yeni stadyuma toplu taşıma ile ulaşılamaması ayrı hadise, bitirilen dev yapının yolunun izinin olmaması ve maç günleri trafiğin kilitlenmesi ayrı hadise, stadyuma giden yolların sonradan yapılmaya başlaması ve bu sebeple trafiğin yine alt üst olması ayrı hadise, bir de karşısına aynı devlikte koskoca bir hastane yapılıyor, o ayrı hadise.
Ne ova dağı görüyor artık ne de dağ ovayı…
Stadyum ile hastaneyi bir arada düşünemediniz değil mi?
Bu abukluğu ilk olarak “gürültü” ile bağdaştıralım. Herhangi bir hastanenin yanından geçerken klakson çalmak bile yasak iken hangi akıl gelir de stadyumun yanına hastane yapar anlayan beri gelsin.
Sonra trafik ile bağdaştıralım. Hangi akıl maç günleri ana baba yerine dönen, Mudanya yolunda Geçit’ten, İzmir yolunda Üniversite’den, Ankara yönünde Yıldırım’dan tıkanan trafiği görüp de hastaneye hasta yetiştirmeye çalışan, hasta için saniyelerin bile önemli olduğu bir ambulansı bu keşmekeşin ortasında bırakır?
Büyüklerimiz bu konumu seçerken, maç esnasında heyecandan kalp krizi geçirenler için ideal bir konum diye düşünmüş olmalılar.
Hastane onkoloji hastanesi olacak diye biliyorum, bunu da “Futbol insanı kanser eder!” sözü ile açıklayalım.
Ya da hastalar bedavadan maç izleyip eğlensinler dediler ihtimal diyelim.
Ve diğer ve en önemli konu ise; hangi akıl bir binayı şehrin görüntüsünü ve hava akımını bu kadar kapatacak derecede, bu kadar blok halinde yapar?
Hani Bursa’nın Osmanlı’nın ilk başkenti olmasını vurgulayacaktık, hani ne güzel çevredeki binalar yıkılıp UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yar alan Hanlar Bölgesi’ni ortaya çıkartacak çalışmalar yapılıyor, hani ne güzel surlar yenileniyor, hani ne güzel Bursa surlarının altı kapısından biri olan Zindankapı müzeye dönüştü, hani ne güzel 1326 yılında Bursa’nın alınışının resmedildiği Panorama 1326 müzemiz var, hani ne güzel hamamlar yenilenip kültür merkezi haline dönüşüyor, hepsi halkın kullanımına ve ziyaretine açılıyor.
Bu iki garabetin yanına kardeş olarak Altıparmak Stadyum Caddesi’nde yarısı yıkılmış, yarısı ayakta kalan bir harabeye, Gulyabani misali o meşum binaya bakalım. Fotoğraflardaki tarihler gelişmelerin hızını gösterecektir size.
Eski şehirlerin itina ile korunması gerekirken bu derece tahrip edilmesini aklınız almadı değil mi?
Oysa, zamandan mekâna aşk ile yaşayan bir şehirdir Bursa…
Fotoğraf arşivimden fotoğraflarla devam edelim.
Hatırlayın; “Şu Şelâle’ye de bir el atsanız başkanım?” başlığı ile yazdığım yazıda dönemin Bursa Belediye Başkanı Recep Altepe’ye seslenmiş ve Hacivat&Karagöz’e öykünen “Yüzen Taşlar Meydanı” rezaletini irdelemiştim. Altıparmak’ın göbeğinde BTSO binasının yanına yapılan, sonrasında rezalete dönüşen “şelâle” yıllar sonra biraz hale yola girdi. O zamana kadar yap boz tahtasına dönüşen minicik meydanda olan ise milli servete oldu…
Bursa’nın içinde dolaşırken üst üste binalara denk gelmiyor değilim. Yamaçta kurulmuş bir şehirde başka seçenek yok ancak en azından ancak binalar biraz daha özenli yapılabilir.
Yine fotoğraf arşivimden devam edelim. İlk fotoğraf yol üzerinde denk geldiğim bir evin fotoğrafı. Balkonları çarşaf gerilerek kapatılan evi görünce, evlerimizin içine olduğu kadar dışına da özen göstermek lazım diye düşünüyor insan.
Hep kötü şeylerden bahsettim. Bir de iyi bir şey söyleyeyim.
Mesela, bir gidişimde beni çok rahatsız eden Kozahan’daki şemsiye kirliliğinin önünün alınmış olmasına sevindim. Yaz gelip de güneş sıcak yüzünü gösterince yine aynı görüntü kirliliği oluşmasın da. Belediye tarafından belirlenmiş tek tip açılır kapanır mekanizmalar olsun derim ben…
Öncelikli olarak korunması gereken Bursa içi böyle de, Bursa dışı farklı mı zannediyorsunuz?
Odunluk’ta yükselen binalar da en az hastane inşaatı kadar dağ görüntüsünü kapatıyor.
Nilüfer’e gelecek olursak, Nilüfer Metro İstasyonu’ndaki camla kaplı bu bina da biz Nilüferlilerin gözünün göresi olmadığı binalardan birisi. Hatta birincisi…
Dağdan gelen hava akımını kesmesinden tut da en ufak bir sallantıda yoldan geçen arabaların üzerine devriliverecek gibi bir his yaratması, bir de üstüne üstlük simsiyah olması ruhlarımızı karartıyor.
Nilüfer’de İzmir yoluna doğru devam edersek yol üzerinde karşımıza yine bir garabet çıkıyor. L salon gibi yapılmış bir L bina.
L’nin birleşme yerindeki komşular birbirlerine balkondan geçiyorlar mıdır acaba? Ya da belki çay kahve uzatıp balkondan balkona sohbet ediyorlardır. Vızır vızır arabaların geçtiği, hem egzoz hem de gürültü kirliliğine maruz kalan balkonlarda da ne keyif olur ya…
Özlüce’den çıkarken ayrı, Bursa istikametine gelirken ayrı bir görsel felaket abidesi olan bu bina da benim “favorilerimden” birisi.
Mazisi yaklaşık otuz yıl olan Nilüfer’de, Fatih Sultan Mehmet Bulvarı da dönüşümden nasibini aldı. FSM artık böyle görünüyor. Yaşasın dönüşüyoruz, da; Bursa’da en dönüşmesi gereken yerler olduğu gibi duruyor.
Ataevler’deki eski Umut Sitesi dönüşüm estetiği açısından ibretlik diyebiliriz.
2018 yılında çektiğim bu fotoğrafın üzerinden yaklaşık üç buçuk yıl geçti. Oralardan tekrar geçtiğimde yeşillerin yerini grilerin almış olduğunu göreceğimden adım gibi eminim.
Sonra da marul neden bu kadar pahalı, ayçiçeği yağı taşıyan gemiler nerede kaldı, ekmeğe, domatese, bibere neden bu kadar zam geldi muhabbeti.
Bence hiçbirimiz yapmayalım bu muhabbeti.
En iyisi biz gidip, ekilecek arazilere ev yapanları yiyelim…
Mudanya’da zeytinlikler kesilip ev yapılırken önce gelenler sonra gelenleri kınıyor.
Gördüğünüz üzere benim fotoğraf arşivimde yüzlerce, hatta belki binlerce böyle fotoğraf var.
Bir şehrin hafızasını oluşturan fotoğraflara bakıp, eskisi-yenisi yapınca durumun vahameti daha bir ortaya çıkıyor.
Bilakis.
Eski ve köhne evlerde yaşayalım, şehirlerimiz eski püskü ve pis olsun demiyorum.
Eskiyi aslına uygun yenileyerek koruyalım, yenileri yaparken hem görüntüsüne, hem zeminine bakalım, hem de çevreye verdiği zararı sorgulayalım. Tarihimizin bir kısmına değil, her evresine sahip çıkalım. Geçmişimizi unutmayalım, unutturmayalım.
Şehrin siluetine ihanet etmenin geçmişimize ihanet etmek olduğunu anlayalım.
Dere yataklarına yapılan binaların çökmeye mahkum olduğunu, ekilecek arazilere yapılan binaların da bizleri açlığa mahkum edeceğini unutmayalım.
Hele hele deprem bölgesinde yaşadığımızı hiç unutmayalım…
Bursa için “Velhasıl Bursa sudan ibarettir!” diyen Evliye Çelebi’nin gezgin olma hikâyesinde, Peygamber Efendimiz’i gördüğü bir rüyada, “Şefaat ya Resulallah” diyeceği yerde, heyecandan dili sürçerek, “Seyahat ya Resulallah” dediği, bunun üzerine Peygamber Efendimiz şefaati, seyahati ve ziyareti ona müjdelediği ve böylece gezilerine başladığı söylenir.
İhtimal ki birileri de benzer bir rüya gördü ve her ne diyecekse onun yerine dili sürçerek “İnşaat Ya Resulallah!” dedi.
Müsaadenizle ben sürçen o dili düzelteyim.
“İnsaf ya Resulallah, insaf!”
5 Nisan 2022 / C.E.Y.