Sen ve Arayışın (1)

Handegül Sert
Türkçe Yayın
Published in
10 min readMar 2, 2020

Richard Hamming.

Bellcore, 7 Mart 1986

You and Your Research video notlarının ilk kısmını bulacaksınız bu yazıda;

  • Konuşmanın başlığı “Sen ve Arayışın.” Muazzam Arayış’tan söz etmemiz gerek. Sizin kendinize olan muazzam arayışınızdan.
  • Peki bu arayışa ben nasıl denk geldim? Los Alamos’a, diğer bilim insanlarına yardımcı olmak için geldiğimde oldu bu. İçlerinde acemi olan bendim. Fiziksel olarak aynı olsak da, aslında hiç aynı değildik. Kıskandım. Neden benden farklı olduklarını öğrenmem gerekliydi. Feynman’ı yakından tanıdım, Fermi ve Teller ile çalıştım. Oppenheimer’ı gördüm. Hans Bethe, benim patronumdu.
  • Bell Laboratuvar’ına geldiğimde, çok çalışkan bir ekibe denk geldim. Ve “Neden?” diye sormaya devam ettim, “Farklarımız neler?” Biyografileri, röportajları okumaya başladım, yetmedi, sordum; “Nasıl böyle oldunuz?” Farkları bulmaya ve anlamaya çalıştım. İşte bugün anlatacaklarım bununla ilgili.
  • Şimdi, bu konuşma neden önemli? Bence bu konuşma çok önemli çünkü, her birinizin önünde uzunca bir hayat var. Reenkarnasyona inansanız dahil, sizi bir hayattan diğerine taşımada kolaylık sağlamayacak bu. “Muazzam” kelimesinin tanımı size ait, ancak neden bu hayatta muazzam işler başarmayasınız? Ben genel olarak bilimden bahsedeceğim size. Çünkü hayatım boyunca bu alanda çalıştım. Ancak şimdi söyleyeceğim her şey, diğer tüm alanlara da uygulanabilir olacak.
  • Toplumumuz, muazzam işler başarmanın bir ön koşulu olarak, “şanslı olmayı” kullanır, yani mükemmel işler, şans yüzünüze güldüğünde olur. Bu denebilecek en aptalca şey. Başkaları desin diye de değil, kimseye söylemeyin. Neden sizin için muazzam denebilecek işler başarmayasınız? Neden kendinize “Evet, gerçekten muazzam bir şeyler yapmak istiyorum ben.” demeyesiniz?
  • Rasyonel olarak değil, psikolojik olarak başlamama izin verin bu konuşmaya. İnsanların, bilimsel buluşların sebebinde, “büyük bir şans” olduğuna inandıklarını biliyorum. Einstein’ı ele alalım. Kaç farklı şey yaptığını biliyorsunuz. Bunların hepsi de şans mıydı? Biraz da olsun, tekrar eden, sürekli bir çalışma yok muydu işin içinde?
  • Pasteur’un dediği gibi, ing.”Luck favors the prepared mind.” “Şans, yalnızca hazır olan zihinlere güler.” Buna inanıyorum. Ancak şansın bir etkisi var, şansın bir etkisi yok. Hazır olan bir zihin, bilimsel anlamda bir şey bulacaktır. Bu bulduğu şey şanstır. Ama bu zihnin yaptığı şeyin şans ile ilgisi olmaz. Newton’un da dediği gibi, ing.“If others would think as hard as I did, then they would get similar results.” “Herkes benim kadar düşünseydi, herkes benzer sonuçları elde ederdi.”
  • Muazzam işler başarmış bilim adamlarının ortak özelliklerinden biri, gençken sahip oldukları normların dışındaki düşünceler ve bunların peşinden koşabilme cesareti. Örneğin Einstein, 12–14 yaşlarındayken şu soruyu merak etti; “Işığa bakmak için ışık hızında gitseydim, ışık nasıl görünürdü?” Elektromanyetik teoriden bildiği şey, sabit bir lokal maksimum olamayacağıydı. Ama eğer ışık hızı ile hareket edebilseydi, bir lokal maksimuma sahip olabilirdi. Bu çelişkiyi 12–14 yaşlarında görmüş, bir şeylerin pek de doğru olmadığını sezmiş ve özellikle de ışık hızıyla ilgili özel bir şeyler olduğunu düşünmüştü. Yerçekimi teorisini bulmuş olmasını şansa bağlayabilir miyiz?
  • Fazlasıyla zeki olmak kısmını ele alalım. Bu yazıyı okuyan her birinizin, birinci sınıf iş yapacak kadar zekaya sahip olduğuna eminim. Ama muazzam bir iş ortaya çıkarmak, sadece zeki olmakla olmuyor. Zekayı ölçen çeşitli yöntemler var. Matematikte, fizikte, astrofizikte, zeka, sembolleri manipüle edebilmekle ilgilidir. Bu yüzden tipik IQ testleri, bu alanlarda uzmanlaşmış kişiler için kolaydır. Ancak başka alanlar için durum farklıdır. Bill Pfann isimli bir dost, bir gün bir fikri olduğunu, bunu denemek için bir takım denklemlere ihtiyacı olduğunu söyledi. Kendisinin pek fazla matematik bilmediği ve kendisini pek iyi ifade edemediği ortadaydı. Ancak yardım istediği sorunu, fazlasıyla ilginç geldi, evde biraz çalıştım üzerinde. Sonunda, ona bilgisayarın nasıl çalıştığını gösterdim ve kendisinin cevaplar bulabileceğini anlattım. Ona hesaplayabilme gücü verdim. Kendi departmanında tanınmakla kalmadı, alanındaki tüm ödülleri topladı. Başladığındaki çekingenliği, ifade edemezliği, garipliği gitti ve çok daha üretken ve düşünen birisi haline geldi.
  • Başarılı bilim insanlarının bir diğer özelliği de, cesur olmaları. Cesur olduğunuzda ve önemli bir problemi çözebileceğinize inandığınızda, gerçekten yaparsınız. Eğer yapamayacağınızı düşünüyorsanız, dünyanın tüm yardımları bir araya gelse, yapamazsınız.
  • Muazzam işler başarmada yaşın önemi var mıdır peki? Einstein, çok erken yaşta başardı bir şeyleri, tüm kuantum mekaniği çalışan arkadaşlarım, çok genç yaşta başardılar çoğu şeyi. Çoğu matematikçi, fizikçi, astrofizikçi genç yaşta başarıya ulaştı. Yaşlandıklarında iyi iş çıkaramadılar demek değil bu, ancak çoğunlukla genç iken başarmış oldukları bir gerçek. Bilimde böyle iken, diğer yandan, müzikte, politikada, edebiyatta ya da sanatta genellikle en iyi işleri, geç yaşlarda başarır insanlar. Hangi alanların hangi yaş diliminde iyi olmaları ile ilgili net bir şeyler söyleyemem ancak yaşın bir etkisi olduğunu düşünüyorum.
  • Ama yaşın neden etkisi olduğunu söyleyebilirim. Eğer iyi işler başarırsanız, iyi insanların olduğu ortamlarda çalışırsınız ve bir süre sonra iyi işler yapamamaya başlarsınız. Bunun bir örneğini Brattain’de gördüm. Nobel Ödülü kazandıktan sonra, konuşmasını yaparken gözyaşlarını tutamadı ve şunu söyledi; “Nobel Ödülü Etkisi’ni biliyorum ve benim üzerimde etkili olmasına izin vermeyeceğim. Walter Brattain olarak kalmaya devam edeceğim.” Bu iyi dedim, ancak bir süre sonra bunun onun üzerindeki etkisini gördüm. Sadece büyük problemlerde çalışmaya başlamıştı.
  • Eğer ünlü iseniz, küçük problemler üzerinde çalışamazsınız. Büyük bilim insanları genellikle bu hataya düşer. Büyük bir ağacın büyüyebilmesi için gerekli olan küçük tohumları ekmeyi bırakırlar. Büyük ağaca bir anda ulaşmaya çalışırlar. Ama hayat böyle değildir. Düşündüğüm şey şu, The Institute for Advanced Study in Princeton, çoğu muazzam aklı harcamıştır. Buraya gelmeden önce çoğu bilim insanı, muazzam işler başarırken, buradan sonra sadece iyi denebilecek işler çıkarmışlardır.
  • Bu durum şu soruyu akla getirir, çalışma ortamının iyi işler ortaya çıkarmaktaki etkisi nedir? İyi çalışma koşulları, iyi sonuçlar ortaya çıkarır gibi düşünülür ancak, tersidir. Şartlar kötü iken insanlar daha fazla üretir. Cambridge Fizik Laboratuvarı’nın en iyi zamanları, şartların en kötü olduğu zamanlardı. Bu şartlar altında yapılan fizik en iyisi idi.
  • Kendi hayatımdan bir örnek vermek istiyorum. Bell Laboratuvarları’ndan, yaptığım hesaplamalara devam edebilmek için, bunların kodunu yazacak insanlar istedim. Vermediler. Ama herkes bu şekilde çalışırdı. Kod yazan insanlara ihtiyacım vardı. Bu durumda, West Coast’a gidip bir uçak şirketinde işe çok kolay girebilirdim. Üzerinde çok düşündüm. Gitmeli mi kalmalı mı? Bu uzun düşüncelerden sonra, bu iki potansiyel dünyada, en iyi sonucu nasıl elde ederim diye düşünmeye başladım. Kendime şunu söyledim; “Hamming, makinelerin hemen hemen her şeyi yapabileceğini düşünüyorsun. Neden bu hesaplamaları yapması için otomatik bir program yazmıyorsun?” Otomatik programlama bu şekilde gündemime geldi. Soruna olan bakışınızı değiştirebilecek kadar üzerinde düşünmek, ve sonunda bakış açınızı değiştirmek, başınıza gelebilecek en muhteşem şeydir.
  • Buna benzer birçok hikaye var. Grace Hopper için de böyle. Dikkatli baktığınızda, büyük bilim insanlarının problemi biraz evirip çevirdiğini ve bu şekilde çözdüğünü görürsünüz. Yani, ideal çalışma ortamı biraz ilginç bir durum. İdeal olan, sizin için ideal olmayabilir.
  • Şimdi motivasyon meselesini ele alalım. Büyük bilim insanlarının içinde muazzam bir tutku vardır. John Tukey ile 10 yıl boyunca Bell Laboratuvarları’nda çalıştım. Öyle çok çalışırdı ki John. Bir gün, John Tukey’in benden daha genç olduğunu öğrendim. Nasıl benden çok daha fazla şey bilebilirdi? Bode’nin ofisine gittim ve bunu sordum. Sandalyesinde geriye yaslandı ve “Yıllar boyunca, onun kadar çok çalıştığında neler bilebileceğini bilsen çok şaşırırdın Hamming!” dedi. Uzaklaştım odasından.
  • Bode’un demek istediği şuydu, bilgi ve üretkenlik bileşik faiz etkisine sahiptir. Hemen hemen aynı yeteneğe sahip iki insandan biri, %10 daha fazla çalışıyorsa diğerinden, iki katı daha fazla şey üretecektir. Bildikçe, öğrenirsin, öğrendikçe yaparsın, yaptıkça daha çok fırsat çıkar önüne. Her gün bir saat daha fazla düşünen, çalışan insanın, bu durumun hayatına olan etkisi muazzam olacaktır. Bode’un bu dediğini kendime rehber edindim. Çok çalıştım. Bunu karımın yanında söylemem ama, çok çalışmam gerektiği için, onu ihmal ettim. Yapmak istediğinizi yapmak için, bazı şeyleri ihmal etmelisiniz. Bu tartışmaya açık değil.
  • Edison’un motive olmak ile ilgili şu sözleri önemlidir, “Deha, %1 ilham, %99 çok çalışmaktan meydana gelir.” Abartmış olabilir, ancak akıllı ve devamlı çalışmak, çok çalışmak, sizi şaşırtacak kadar ileri taşır. Akıllı çalışmak önemlidir. Hep, Bell Laboratuvarları’nda benden daha çok ve daha uzun çalışan arkadaşlarımın neden çok büyük işler ortaya koyamadığını merak etmişimdir. Çok çalışmak yetmez, akıllı ve çok çalışmak önemlidir. Sadece motivasyon ve çok çalışmak ile bir yere varamazsınız. Enerjinizi doğru yere harcamanız mühimdir. Bu önemli.
  • Belirsizlik üzerinde konuşalım biraz da. Büyük bilim insanları belirsizliğin önemini bilir. Teorilerine, üzerinde çalışmaya başlayacak kadar inanırlar, teorilerinden, hatayı fark edecek kadar şüphe duyarlar. Eğer çok inanırsanız, hataları fark etmezsiniz. Eğer az inanırsanız, başlayamazsınız. Denge önemlidir. Büyük bilim insanları, teorilerinin doğruluğundan emin oldukları kadar teorilerindeki çatlakları da gözlemler ve akıllarında tutarlar. Darwin, otobiyografisinde yazdığı gibi, inandığı doğrulara ters düşen her bilgi kırıntısını not ettiğini, aksi halde bunların aklından uçup gideceğini bildiğini söyler. Çatlakları bulduğunuzda, bunların peşine düşmelisiniz. Bunları nasıl açıklayıp, üzerine nasıl daha iyi bir teori kurabileceğinizi düşünmelisiniz. İyi işler, sadece yeni bir kanıt daha eklenerek açıklanmaz. İyi işler, duygusal bir adanmışlık gerektirir.
  • Şimdi, duygusal adanmışlık yeterli değil. Bu gerekli şüphesiz, ama yeterli değil. Yaratıcılık üzerinde çalışan herkesin ulaştığı sonuç şudur, “yaratıcılık bilinçaltından gelir.” Bir anda ortaya çıkıverir, oradadır artık. Bilinçaltı ile ilgili çok az şey biliyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var, rüyalarımız da bilinçaltından gelir. Ve siz de biliyorsunuz ki rüyalarımız, gün içinde düşündüğümüz şeylerden etkilenirler. Eğer bir konuya yeterince adanmışsanız, sürekli bunu düşünüyorsanız, bilinçaltınızın bu konu üzerinde çalışmaktan başka çaresi kalmaz. Bir gün uyandığınızda, ya da bir öğle vakti ansızın, cevap oradadır. Aniden ortaya çıkmıştır. Bir konuya ya da soruna adanmamış insanların akılları, diğer küçük şeylerin arasında gider gelir. Büyük sonuçlar üretemez. Yani, kendinize yapabileceğiniz en iyi şey, gerçekten önemli bir probleminiz olduğunda, dikkatinizi dağıtacak başka şeylere izin vermemektir. Düşüncelerinizi probleminizin üzerinde tutun. Bilinçaltınızın bu problemi çözmekten başka çaresi kalmasın, ve bir sabah uyandığınızda cevap orada duruyor olsun. Bedava.
  • Alan Chynoweth daha önce bahsetti, ben fizikçilerle birlikte yemek yerdim. Matematikçilerle birlikte yediğim olmuştu öncesinde, ama matematiği az biraz bildiğimden, bu masada bir şey öğrenemediğimi fark ettim. Fizikçilerin masası çok daha heyecanlıydı benim için. Shockley’i, Brattain’i, Bardeen’i, J.B.Johnson, Ken McKay’i dinlemek harikaydı ve fazlasıyla öğreniyordum. Ancak maalesef Nobel Ödülü geldi sonrasında, ve bu konuşmalardan arda kalan sadece bilimin posası oldu.
  • Yemek alanının diğer tarafında kimyacılar yerdi. Dave McCall arkadaşımdı ve yanlarına gittim, “Size katılmamın bir sakıncası var mı?” dedim, evet diyemediler ben de oturdum. Bir süre kimyacılarla yemek yedim. Ve onlara “Alanınızdaki önemli sorunlar neler?” diye sormaya başladım. Bir hafta sonra, “Üzerinde çalıştığınız önemli sorunlar neler?” diye sordum, biraz daha sonra dedim ki, “Eğer yaptığınız şey önemli değilse, neden Bell Laboratuvarları’ndasınız?” Hoş karşılanmadım.
  • Bir süre sonra, Dave McCall yanıma geldi ve “Hamming, o dediğin şey gerçekten beynime kazındı, tüm yaz düşündüm, alanımdaki önemli problemler neler? Şu an üzerinde çalıştığım problemi değiştirmedim ancak bu gerçekten düşünmeye değerdi.” dedi. Birkaç ay sonra kendi departmanının başına geçti Dave. Başarılara imza attı. O masadaki diğer hiçbir arkadaşın ismini duymadım, onlar kendilerine “Alanımdaki önemli problemler neler?” diye sormayanlardı.
  • Eğer önemli bir problem üzerinde çalışmıyorsanız, önemli bir şeyler ortaya çıkaramazsınız. Büyük bilim insanları, alanlarındaki önemli problemler üzerinde detaylı düşünür ve onları çözebilmenin yöntemlerini arar. Uyarmama izin verin, “Önemli problem” üzerinde düşünülmeli. Ben Bell Laboratuvarları’ndayken, fizikteki 3 önemli problem üzerinde kimse çalışmadı. Nobel Ödülü ve bir dolu para kadar önemli problemdi bunlar;
  • 1. Zamanda yolculuk,
  • 2. Işınlanma,
  • 3.Yerçekimine karşı durma.
  • Bunlar, üzerinde çalışılacak kadar önemli problemler değillerdi çünkü, nasıl çözeceğimizi bilmiyoruz. Bir problemi önemli yapan çözüldüğünde elde edilen sonuçlar değildir, problemi önemli yapan, çözmenin rasyonel bir anlamı oluşudur. Çoğu bilim insanının önemli problemler üzerinde çalışmadığını söylerken bundan bahsediyorum. Ortalama bir bilim insanı, ya önemli olmadığını düşündüğü problem üzerinde ya da daha önemli problemleri ortaya çıkarmayacağını düşündüğü problemler üzerinde çalışıyor.
  • Eğer mükemmel işler başarmak istiyorsanız, önemli problemler üzerinde çalışmalısınız ve çözmek için bir fikriniz olmalı.
  • “Büyük Düşünme Zamanı” diye bir şey ortaya attım zamanında. Bunun amacı, her Cuma, sadece büyük fikirlerden bahsetmekti. “Bilgisayarlar bilimi nasıl değiştirir? gibi fikirler bunlar. O zamanlar, 10 deneyden 9'u laboratuvarda, yalnızca 1 tanesi bilgisayarda gerçekleştirilirdi. Bunun tersi olması gerektiğini savundum. 10 deneyden 9'unun bilgisayarda, 1 tanesinin laboratuvar ortamında yapılmasını önerdim. Çılgın bir matematikçi olduğumu ve gerçeklik ile hiçbir ilgimin olmadığını düşündüler. Onların tamamen yanlış düşündüğünü, ve bunu kanıtlayabileceğimi düşündüm. Böyle de oldu. Bilgisayarların bilimi tamamen değiştireceğini biliyordum çünkü sürekli kendime, “Bilgisayarların bilime katkısı ne olur? Ben bunu nasıl gerçekleştiririm?” diye sordum. “Bell Laboratuvarları’nda değişenler ne olur?” diye sordum sürekli. Ben ayrılmadan önce, Bell Laboratuvarları’ndaki insanların yarısından daha fazlası bilgisayarlar ile birebir çalışmaya başladı. Hepiniz bilgisayarlara sahipsiniz şimdi. Ben, dünya nereye gidiyor, önemli problemler neler, fırsatlar neler diye çok düşündüm. Buralara ulaşabilmeliyim ki, büyük işler başarabileyim dedim.
  • Çoğu büyük bilim insanı birden fazla önemli problem üzerinde çalışır. 10 ile 20 arası önemli problemleri vardır. Ancak bir tane en önemli bir problem bulduklarında, diğer her şeyi bırakıp, bunun üzerinde yoğunlaşırlar. Bir kere bir havalimanında, Los Alamos’tan bir arkadaş ile konuşuyordum. “Avrupa’nın fizyon üzerinde çalışması, bizim burada atom bombası üzerinde düşünmemizi sağladı.” dedim, “Berkeley’de elimizde fizyon ile ilgili birçok data vardı, ancak bu dataları anlamlandırmaya zaman ayıramadık, başka işlerle uğraşıyorduk.” dedi. Ellerinde bir şans vardı, yalnızca devam etmeleri gerekiyordu ancak etmediler! Bunun büyüklüğünü göremediler. Bu zannımca duyduğum en korkunç korku hikayesidir.
  • Büyük bilim insanları, fırsatı gördüklerinde peşinden gider. Diğer her şeyi bırakır. Bu büyük fikrin peşinden gider çünkü, bunun üzerinde düşünmüştür. Ne yapacağını bilir. Tabii ki çoğu zaman başarı gelmez, ama büyük işler başarmak için, tüm önemli sorunları çözmek zorunda değilsiniz. Birkaçını çözmek için biraz uzun yaşamanız yeterli olacaktır.
  • Dikkatimi çeken diğer önemli şey ise, kapısı açık ve kapısı kapalı çalışanlar arasındaki fark. Eğer kapınız kapalı ise, bugün ve yarın yapmanız gereken her şeyi tamamlamış oluyorsunuz. Ama 10 yıl sonra, üzerinde çalıştığınız problemlerin önemi hakkında çok bir fikriniz olmuyor. Çalıştığınız her şey, yüzeysel kalmış oluyor. Kapısı açık çalışanlar, tüm bölünmelere maruz kalır ancak dünyanın nereye gittiğinin ve üzerinde çalışmaya neyin değecek kadar önemli olduğunun farkına varır. Kapısı açık çalışanlar ile başarıları arasındaki ilişkiyi gösteren veriler bulunmaktadır. Kapısı kapalı olanlar çok çalışsa da, çoğu zaman yanlış şeylerin üzerinde çalıştıkları ortaya çıkmıştır, tamamen yanlış şeyler değildir belki bunlar ama, onları ünlü edemeyecek kadar yanlış şeylerdir.
  • Bir başka konudan bahsetmek istiyorum. Çoğunuzun bildiği bir şarkı, “It ain’t what you do, it’s the way that you do it.” -Ne yaptığınız önemli değildir, nasıl yaptığınız önemlidir.- Bir zamanlar dijital bir bilgisayar ile analog makinelerin çözemediği bir problem üzerinde çalışıyordum. İstediğim sonucu da elde ettim. Sonra düşündüm. “Hamming, bu sonucu elde ettikten sonra, raporlaman gerekecek ve tüm analog makine kurulumuna sahip herkes, bir hata bulup bulamayacaklarını görmek için sadece, raporunu okuyacak.” Farkettiğim şey şu oldu, önemli olan cevabı almak değildi, önemli olan, ilk defa, bir cevabı almak için analog makineler yerine dijitalleri kullanıyor oluşumdu. Çözüme giden metod üzerinde çalıştım, temiz ve anlaşılır bir teori sundum. “Hamming’in Diferansiyel Denklemleri Entegre Etme Yöntemi” olarak bilinen bu teori şu anda kullanılmıyorsa da zamanında çok problemin çözümünde işe yaradı. Problemi biraz değiştirerek, daha önemli ve daha büyük bir problem üzerinde çalıştım.
  • Aynı şekilde, bir problemden sonra başka bir problem çözdüğüm dönemde, birkaç başarı ve birkaç başarısızlık yaşadım. Bir Cuma günü, bir problemi çözmüş olduktan hemen sonra hissettiğim şey mutluluk değildi. Depresyondaydım. Hayatımın bir problemden başka bir probleme doğru akıp giden halini görebiliyordum. Biraz düşündükten sonra dedim ki, “Hayır, çözmem gerekenler şu anda önümde duran problemler değil, çözmem gerekenler gelecek yılın, bir sonraki yılın problemleri.” Soruyu değiştirerek, biraz daha iyi olacak şekilde ama hemen hemen aynı sonuçları elde ettim. Ama önemli bir iş yapıyordum artık. Büyük problemi çözüyordum. “Nasıl olur da, gelecek yılın problemlerini bilmeden, onları çözebilecek makineler bulabilirim? Bunun için nasıl bir hazırlık yapmalıyım? Newton’un, “Eğer daha ilerisini görebildiysem bunun sebebi devlerin omuzları üzerinde durmamdır” dediği kurala nasıl uyarım?” O günlerde birbirimizin ayağına basıyorduk sadece.
  • İşinizi öyle bir biçimde yapmalısınız ki, diğerleri bunun üzerinde yükselsin. Bilimin merkezinde ortak çalışma vardır.
  • Bu bölümü sonlandırırken size hatırlatmak istediğim, “Başarısız insan, çevresini suçlar, başarılı insan elinde olanlarla, elinden gelenin en iyisini yaparak sonuca ulaşır.” Size önerim, problemi değiştirmeniz. Biraz daha farklı bakarak, çok daha büyük sonuçlar elde edebilirsiniz. Ya bunu siz yaparsınız, ya da diğer önemli bilim insanları, bu yaptığınız işin üzerine eklerler, omzunuzda yükselirler, herkes kazanır.

*Sen ve Arayışın (2) için tıklayınız;

Namaste.

--

--

Handegül Sert
Türkçe Yayın

Product Person, Editor, Akıl Modelleri podcast host