Sinan Canan
1972 yılında Ankara’da doğdu. Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü’nden mezun oldu. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji-Embriyoloji Anabilim Dalı’nda yüksek lisans, aynı kurumun Fizyoloji Anabilim Dalı’nda ise doktora eğitimini tamamladı. 2004–2015 yılları arasında çeşitli üniversitelerin tıp fakültelerinde öğretim üyesi olarak çalıştı. 2016 yılından beri Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Psikoloji Bölümü’nde öğretim üyesidir.
2017 yılında İstanbul’da kurduğu Açık Beyin Eğitim ve Danışmanlık Şirketi ile kişisel ve kurumsal eğitim çalışmalarını sürdürmekte; Türkiye Milli Sağlık ve Doğa Bilimleri Derneği (SADE) yönetim kurulu başkanlığını yürütmektedir.
“Kimsenin Bilemeyeceği Şeyler”, “Değişen Be(y)nim“, “Unutulacak Şeyler”, “Beynin Sırları”, “Dijital Dünyada İnsan Kalmak”, “Kendimi Keşfediyorum”, “İnsanın Fabrika Ayarları 1. Kitap: Beden”, “İnsanın Fabrika Ayarları 2. Kitap: İlişkiler ve Stres” ve “İnsanın Fabrika Ayarları 3. Kitap: Sınırları Aşmak” başlıklı kitapların yazarıdır.
Sinan Canan, Kaos Teorisi, Karmaşıklık, Fraktal Geometri, Doğadaki biçimler, Öğrenme, Lisan ve Sözyitimi, Zihin ve Beyin, Zihinsel Performansın Sinirbilimi, Yaratıcılık ve İnsan Beyni, Sanat ve Sinirbilimi, İnançların Sinirbilimi, Eğiten Beyin, Öğrenen beyin, Anne-Babalar için beyin eğitimi gibi konularda ülke çapında genel dinleyiciye yönelik konferans ve programlar düzenlemekte, bilimi ve özellikle de zor addedilen bilimsel konuları herkesin anlayabileceği anlatılara dönüştürme işi, zamanının çoğunu kaplamaktadır.
ÖZETLE:
Biyoloji mezunu. Fizyoloji doktoru. Sinirbilim sevdalısı… “Kaotik ve fraktal” olan her şeye tutkun… Bilgiye ve hikmete dair her öğrendiğini herkese anlatma takıntısından muzdarip. Hayatın tek bir işle uğraşmak için fazla uzun, insanın tek bir işle ömrünü tüketmek için fazla karmaşık olduğuna ikna olmuş. Hikmet ve şahitlik peşinde nefes alan, yemeyi-içmeyi seven biri… Aybike, Metehan ve Melike Canan’ın babası olmaktan daha ehemmiyetli ve gurur verici bir marifeti olmayan, zanları, hataları ve kusurları ile insanlardan bir insan…
Sinan Canan Hocayı evrim tartışmalarından tanıdım. Kendisi inançla bilimin çelişmeyeceğini, ikisinin farklı alanların bilgisi olduğunu hep söyler.
Bilim ve din yemekte kullandığın çatal ve kaşık gibidir. İkisinin kullandığın alanlar farklı olur.
Sinan Hocanın yotube bulunan videolarının bir liste halinde topladım. Bunlardan fırsat buldukça izlemenizi tavsiye ederim. Bu artık benim yazılarımda olmazsa olmaz oldu. Böylesi video listeleri de birer bilgi kaynağı yerli yerince kullanıldığı zaman çok faydalı olur.
Sinan Hoca adeta konuşurken kitap yazan bir insandır. Kendisi de sık sık söyler: Ben konuşmaktan, bildiklerimi anlatmaktan çok büyük zevk alıyorum.
Konuşurken öyle bağlantılar kuruyor ki daha sonra kendisini izlediğinde “Allah Allah bunları ben mi söylemişim” diyecek kadar o an orada konuşulan ile, aklındakileri anında birleştirip söyleyen bir kişi. Doğaçlama gelişen konuşmalarda, hem dinleyeni, hem kendisini bambaşka yerlerle alıp götürüyor.
Sinan Hoca farklı görüşlere açık, kendini devamlı sorgulayan insanlardan. Onu izledikçe Nihan Kaya’nın bir öyküsünün ismi olan o cümle aklıma geliyor: “Ama ben sizden değilim”.
Her taraf kendince bir etiket yapıştırıp, “böyle bir insan” derken hayır öyle değil, farklı; tam da öyle olmadığını anlıyoruz. Belki de hepimiz de olması gereken bir özellik.
Sinan Hoca biyoloji alanında yıllarını vermiş, onca laboratuvar çalışması yapmış biri, şu kısa ama ufuk açan bilgiyi doğrudan söylüyor: “Canlılığın ne olduğunu bilmiyoruz.” Sinan Hocanın kitapların birinın adı: Kimsenin Bilemeyeceği Şeyler
Bilim denen şey bilmediğini bildiğin noktada başlar. Bir şeyi kesin biliyorum diyorsan orada bilim diye bir şey olmaz. Sinan Hoca bizlere bilmediğimiz o noktaya çekmeye çalışıyor ki öğrenme serüveni başlasın ve sürekli olsun.
Sinan Hoca evrim konusunda bilgisinin değişmesiyle bunun kendi inanç dünyasında, büyük bir değişiklik yaptığını anlatır. Evrim konusu salt bir biyoloji teorisi değil, başlı başına müslümanların bilimsel alanda takıldıkları en büyük engeldir.
Evrimin ne olup olmadığı konusunda hiç kafa yormadan bu yanlıştır diyen büyük bir kesim var. Bu kişilerin durumu dünyanın düz olduğunu iddia edenlerin durumundan hiç de farklı değil.
Kur’anı Kerim’in sadece mealini okuyan biri sorgulayan, araştıran; evreni, Allah’ın yarattığı evreni, merak edip araştırması gerekmez mi? Kur’anı Kerim’i bir yana herhangi bir kitabı anlamak için o kitabın çevreyle olan ilgisini kurmak gerekir.
Kitap içinde geçen kavramları, nesneleri çevremizle ilişkilendirmek, onları soyut ya da somut görmek, anlamak isteriz.
Sinan Canan Hoca dış çevreyle ilgilenmemiz, dış çevrenin bilgisine sahip olmadan elimizdeki hiçbir kitabı doğru anlamayacağımızı sıklıkla vurguluyor. Bu konuyla ilgili Sinan Hoca müthiş bir düşünce deneyi anlatıyor. Kendisi mi yoksa başka bir yerden mi aldı bilmiyorum ama çok çarpıcı bir benzetme ile bilimin önemini anlatıyor.
Evet şöyle anlatıyor Sinan Hoca:
Var sayalım hiçbir penceresi olmayan bir odanın içindeyiz. Elimizde bir kitap (Kur’anı Kerim) var ve bu kitabı sabah akşam okuyoruz. Bu kitabı ezbere biliyoruz. Bu kitap hakkındaki bilgimiz ne kadardır? Kitabın bize ne kadar faydası olur?
İkinci aşamaya geçip deneye devam ediyoruz ve odaya bir pencere açıyoruz. Bu pencerenin dışında orman, dağlar, nehir, göl gözüküyor. Ve biz aynı kitabı okuyor, tek fark kitapta geçen, dağ, nehir, göl gibi kavramları görüyor onların neye karşılık geldiğini anlıyoruz. Şimdi kitapta anlatılanlar hakkındaki bilgimiz değişir mi? Soyut kelimelerin somut karşılığını gördüğümüz de bilgimiz nasıl değişir? Platon’nun mağara benzetmesindeki insanlar gibi, zincirden kurtulmuş dış dünyayı görmüş olmaz mıyız? Bu dış dünya bize elimizdeki kitabın içini, derinliğini kavramamızı sağlamaz mı?
İkinci aşamada odanın tüm duvarlarını kaldırıyoruz. Etrafı geziyoruz. Koca bir dünya içindeyiz. Kitabı yine okuyoruz. Kitaptaki geçen Allah’ın yarattığı varklıkları çeşitliliği, o muhteşem doğayı beş duyu ile inceliyor, ölçüyor bir çok kıyas yapıyor, bilgimizi kat be kat artıyor. Ama kitapta insan ilişkileriyle ilgili bölümler var. Yani bunların anlaşılması çevremizde kitapta sayılan özelliklein taşıyan insanların olmasıyla mümkün olur.
Üçüncü adımda aynı sizin gibi insanlar geliyor yanınıza aynı dili konuşuyor, aynı şeylerden zevk alıyor, aynı yemekleri seviyor, aynı aynı… Ne kadar sıkıcı bir dünya değil mi? İnsanın kendinden kaçacağı bir ötekinin olmaması cehennemden farksız :)
Evet bu üçüncü etapda dünyayı kendi kafamıza göre şekilendirdik, her şey bizim istediğimiz gibi oldu nasıl bir dünya olur? Hitler nasıl bir dünya istemişti? Hitlerin hayalindeki dünyada yaşamak ister misiniz? Böyle bir dünyada kitabı anlama imkanınız olur mu?
Dördüncü evrede her şey yerli yerine oturur. Artık etrafta farklı kültürler, farklı ırktan insanlar, farklı inançlar, farklı renkler vardır. Ötekinin olması benim var olmam demektir. Eğer benden başkası yoksa aslında ben kendimin ne olduğunu bilemem. Bu dünya da şeytanın olmasına ihtiyacımız var ama şeytan olmaya değil.
Ancak böyle bir dünyada insanlaşabiliriz. Ancak iyinin, kötünün olduğu herşeyden önce bizden başkasının var olduğu dünyada biz de var oluruz. Kitabı anlaşılır kılan da bu farklılıkların olmasıdır.
Meşhur Merkez Efendinin bu ismi almasının bir hikayesi vardır. Şaban Ali Düzgün Hoca anlatmıştı. Merkez Efendinin asıl adı Musa Muslihiddindir.
Merkez Efendi’nin Manisa’daki külliyenin dârüşşifâsında tabip olarak görev yaptığına ve burada çeşitli baharatlardan hazırladığı macunu (mesir macunu, nevrûziye) her yıl nevruzda şifa için halka dağıttırdığına dair bilgiler yer almaktadır.
Bir gün medresede ders alırken hocası talebelerine sorar: Siz Allah olsaydınız nasıl bir dünya kurardınız? Talebelerden kimi der ki hastalık olmazdı, herkes sağlıklı olurdu; kimisi hiç fakir insan kalmazdı herkesi zengin yapardım gibi cevaplar gelir.
Hocası Musa Muslihiddin’e sorar: Evet Sen Allah’ın haşa yerinde olsaydın ne yapardın, nasıl bir dünya kurardın?
Musa Muslihiddin der ki: Ben eğer Allah olsaydım dünyayı aynen şimdiki gibi yapardım. Çünkü sonsuz rahmet sahibi Allah madem böyle yaptı, Allah böyle takdir etti ben de aynen böyle yapardım.
Hocası bu cevaba karşılık der ki: İşte tam da meselenin tam merkezinden verilmiş bir cevap bu. Bundan sonra sana merkez efendi densin.
Musa Muslihiddin’in Merkez Efendi ismini almasına vesile olan cevapta verdiği gibi şu dünyanın şartları tam da bizi uygundur. İnsan bu şartları anlayıp onlara göre kendini dizayn etmesi gerekir. Yok eğer hiçbir çaba göstermeyip doğal işleyen sistemin ne olduğu bilmeden hareket ederse başına gelecek olan her şeyi Allah’ın kaderi olarak görür ki bu hiçbir sorumluluk almayan kendini ve çevresini tanımayan bir insandır. Kader Kur’ani bir kavram olup Allah’ın koyduğu ölçüler, yasalar anlamına gelir. İnsan bu yasaları, ölçüleri bilmek için bilimle uğraşır. Müslüman en başta gelen görevlerinden biri bu değil midir?
Sinan Canan Hoca Açık Beyin ismindeki eğitim alanında çalışmalarını üniversite dışında yaptığı, tüzel kişiliği olan bir akademi çatısı altında da yapıyor. Açık Beyin’in yotube, facebook vb sosyal mecralardan yaptığı çalışmalar hakkınnda bilgi alabilirsiniz.
Sinan Canan Hocanın her hafta “Sinan Canan ile 5 Soru” ismindeki programa çeşitli alanlarda konuklar alıyor. Bu konuklarda kendi alanlarında diğerlerinden ayrılan, farklı bir bakışı olan kişiler. Bu programa konuk olanların o zengin birikimi ortaya çıkarmak da ancak Sinan Hoca gibi doğru soruları soran birinin olmasıyla mümkün oluyor.
Bu değerli madeni işleyip onun değerini ortaya çıkarmak gibi, böylesi birikimli insanların değerlerini daha bir ortaya çıkarmak, genel halk arasında daha çok tanınmasına vesile olması açısından çok önemli bir çalışma.
Eğer biz ortalama kültür seviyemiz yükselecekse bizim yolumuzu aydınlatacak yıldızlara ihtiyacımız var. Sinan Hocam gökteki yıldızları bize tanıtan ve göğümüzü genişlemesine sebep olan bir astronom gibi bize yol gösteriyor.