Stoner ile Kısa Bir Yürüyüş

Cem Sultan N.
Türkçe Yayın
Published in
7 min readJan 22, 2022

Bundan bir süre önce gerçekleştirilen kitap fuarında bir kitap keşfettim. Söylendiğine göre üniversite kütüphanesinin karanlık köşesindeki tozlu rafında unutulmuştu. Yıllar sonra bir doktora öğrencisi tarafından keşfedilmiş ve yıpranmış eski sayfaları yeniden hayat buldu. Elime aldığım o ilk anda canlandığını hissettim. Okunmayı öyle istiyordu ki. Belki de ben kitaplara fazla aşığım.

Her şeyden evvel kitabı kendime yakın hissettiğim için okumaya can atıyordum. İki dünya savaşı arasında yeni bir dünyaya adım atan ve kendini keşfeden bir kasaba çocuğunun hikayesi bu. Dünyanın gerçekliğini çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyordu. Acı, bilgelik, açlık, tutku, aşk ve erdem. İnsan doğasını en çıplak haliyle sunuyor. Orhan Kemal’in “insan olmak için okuyorum” dediği türden bir kitap.

Yolculuk

Photo by Patrick Hendry on Unsplash

“Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar. Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir…”

Tolstoy

Köy meydanında hoş beş ettiği memur; üniversite de ziraat mühendisliği diye bir bölüm açıldığından kelam eder. Hayatı boyunca eşi ile beraber çiftçilik yapan adam oğlunun farklı, daha anlamlı bir hayatı olsun ister. Öyle ya yaşlılığın verdiği elzem duygular yaşamına karşı olan düşüncelerini sorgulatmaya başlar.

Babasının bu sözlerinin ardından karar alınmıştır. Stoner hazırlığını yapar ve kente yolculuğa çıkar. Saatlerce yürüdükten sonra kente vardığında içini bir ürperti kaplar. Bilmediği bir dünyaya adım atmıştır. Daha üniversitenin yolunu bilmeyen Stoner, önündeki kırk yılı bu sokaklarda geçirecektir.

Karanlıkta Parıldayan Bir Kıvılcım

Photo by Raphael Renter on Unsplash

Stoner bir yandan derslerine giderken diğer yandan amcasının çiftliğinde sabah işlerine bakmaktadır. Kaldığı odanın kirası, su ve elektriğin karşılığını böyle ödemektedir.

Okula neredeyse her gün aynı kıyafetle gider. Kampüse girdiğinde dikkat çekici bir yanı yoktur. Kolalı bir gömlek, siyah bir palto ve ütüsüz keten pantolon. Terlemekten sertleşmiş siyah kravatını unutmamak lazım. Başlarda zorluk çekse de kısa zamanda başarılı olacaktır. Herkes bölüm birincisi olan bu çekingen genç hakkında bir iki laf etse de bölümün en başarılı öğrencisi olduğundan yalnızca Stoner bihaberdir.

Fakülte zorunluluğundan dolayı girdiği İngiliz edebiyatı tarihi dersinden hiç hazmetmemektir. Lakin hocasının sorduğu soruya cevap verememesi ve aldığı şu ikaz onu uykusundan uyandıracaktır.

“Size söylüyorum bay Stoner, Shakespeare size üç yüz yıl öncesinden sözleriyle sesleniyor, ne düşünüyorsunuz. Ne cevap vereceksiniz.”

Bir çoğumuzun hayatında dönüm noktası olmuştur. Bu dönüm noktası kimisi için hayatına yeni giren bir şahsiyet, kimisi için ilham aldığı bir öğretmen*, kimisi için bir kitap* ya da film*, Stoner için bu ikaz içeren bir soru.

Dönem bittiğinde aklında soru işaretleri olan Stoner, yeni döneme edebiyat dersleri almaya başlar. Bunu fark eden edebiyat profesörü onu bölüm değiştirmesi için teşvik eder ve kıvılcım ateşe dönüşmek için hareketlenir.

Bu ateş içinde harlanacak kelimeler, dostluklar ve aşk kitabın sayfalarında saklıdır.

Amerikan Rüyası ve Kadınlar

Photo by Rubén Bagüés on Unsplash

Kitabı okurken dikkatimi çeken en önemli şey, yalnızca birey temeline inen bir hikaye ile sınırlı kalmaması. Yazar yeni bir dünyaya giren ana karakteri anlatırken dönemin insanlar/toplum üzerindeki etkisini anlatmayı ihmal etmemiş. Hatta Amerikan toplumunun yirminci yüzyıl başlarında statü ve tabularını çok temiz bir şekilde yansıttı.

Temelde özgür bir Amerikan toplumundan hala bahsedebiliyoruz. Ancak bu söz üzerinde kalıyor. Gençliğinin baharını yaşayan bireyler zamanla toplumun bir parçası olması için belli bir kalıplara sığdırılıyor. Mesela Stoner’ın yakın arkadaşı; Finch Gordon, gençliğinde daha asi ve hayalperest bir minvalde keyif sürüyordu. Savaş sonrasında bir mesleğe girdiğinde. Giyim tarzı, konuşması, tavırları tamamıyla zıt bir hal aldı. Hatta Stoner bundan dolayı birazcık sitem eder.

Önemle değinmek istediğim şey ise toplum içerisinde kadının yeri. Okutmanlığa başladığı ilk sıralarda Edith adında bir kadını görür ve aşık olur. Aşk Stoner için bir sorumluluktur. Belli bir yaşa gelindiğinde birisiyle tanışılır, geleneksek bir isteme ve seremoni ile aile kurulur. Toplumun bireye yüklediği görev yerine getirilmiş ve bir bütünün parçası olunmuştur.

Amerikan yapımı dönem filmlerini izlediğim zamanlar aklıma gelir. Kadınların belli bir kalıp içerisinde yetişmesi, kibar, sakin, yumuşak başlı bir karakter temelinde toplumun inşa ettiği bir kimlikti. Zamanla bu karakterler psikolojik ve sosyolojik problemler yaşamıştı. Her kadın değil tabii. Diğerleri duruma ayak uydurmuştu bile. Öyle bir normalleşmiş bir durum ki; kadınlar, kadınları kimliklerinden çıkmasına pek müsaade etmedi. Tabulara bağlılıktan mı yoksa tabular dışına çıkma cesaretine sahip olamamaktan mı?

Utangaç, kibar, piyano çalan ve güldüğünde hafifçe öne eğilen Edith, zamanla çok farklı durumlara girecek hatta ailesinin resmettiği kimlik içerisinde bunalıp birbirinden farklı karakterlere bürünecektir. Dedikoducu bir kadın, sanatsever bir kadın, çocuğunu iyi(toplumun iyisi) yetiştirmeye çalışan bir kadın, kaprisli bir kadın. Stoner aşık olduğu Edith ile kurduğu iletişimi, evlendiği Edith ile kurmakta bir hayli zorlanacağı zamanlar dahi olur.

Kayıplar, Değişim ve Güzel Şeylere Dair

Photo by Aaron Andrew Ang on Unsplash

Kendisini edebiyat ile tanıştıran hocasını kaybettiği an kendisini ilk defa yalnız hissetti. Dünyaya baktığında gördüğü görüntüyü, kurduğu cümleleri, belki de bir suskunluğunu dahi anlayacak insanı kaybetmenin acısı üzerine ağır bir şekilde çökmüştü.

Bir çoğumuz yalnız olmayı severiz. Lakin hepimiz yalnızlık hissinden nefret ederiz. Stoner bu duyguyu çok sert bir şekilde hissetti. Hatta aynı zaman zarfında kaybettiği babasına dahi böyle bir üzüntü duymadı. Değişen şeyler vardı yalnızca. Yürüyerek gittiği yolu arabayla döndü. Dünyanın böylesine değişmesi, kendisini böyle bir konumda bulması ve biraz kafa dağıtmak için yaptığı çiftlik işleri, babasının yaşadığı hayata dair düşünmeye başlar.

Öfke, Gelenek ve Hayalperestlik

Photo by Daniel Uvegård on Unsplash

“Öfke ve üzüntü; bize, bizi öfkelendiren ya da üzen şeylerin kendisinden daha çok zarar verir.”

Marcus Aurelius, Düşünceler

Stoner meslektaşının yönlendirdiği hayalperest bir öğrenci ile tanışır. Yüksek Lisans kredisin tamamlaması için edebiyat dersi alması gerekmektedir. Yeterince meşgul olan Stoner kısa bir konuşma ardından bu öğrenciyi kabul eder. Öğrenciye dair bir takım şüpheleri oluşur. Anadal öğrencileri, yeni oğlanı alaya alır. Stoner zamanla yeni oğlanı kale almayacaktır.

Dönem sonu tez projeleri teslim edilmesi gerekmektedir. Hayalperest öğrenci sunumunu tamamladığında Stoner ne yapacağını şaşırmıştır. Öğrencisinin sorumsuzluğu, makale sunumunu sürekli ertelemesi ve makalesiyle alakasız gerçekleştirdiği yenilikçi sunumu sinirlerini taşırmıştır. Gözde öğrencisinin tezine saldırması, dersine ve şahsına yaptığı saygısızlık öğrencisini ani bir şekilde yargılaması ve dersten kalma kararı almasına sebep olur.

Akademinin içine girdiğim an itibari ile kendi içimde tartışa geldiğim bir sorun. Gelenek mi yoksa yenilik mi? Usta-çırak ilişkisi ile gelişen bir şahıs nasıl yeni düşünceler inşa edebilir. Muhakkak geçmişin yükünü taşıyan bir değirmenden yararlanmak gerekir. Lakin bu beni, zihnimi kısıtlamaz mı. Mesele yaratıcılığımın körelmesi değil. Yaratıcılığımın gelenek çerçevesinin dışına çıkamaması. Ya da ustamın benim için çizdiği sınırların dışına. Mağaradan çıkmak isteyen bir insanı yeniden mağaraya tıkmak değil midir bu. Yeni yorum, yorumun yorumu…

Yeni düşüncelerin gelenekten kopması, altını boş bırakıyor. Geleneği tamamen reddederek tez kaleme almış bir öğretim görevlisi tanıyorum. Ulaştığı sonuç öylesine absürt ki. Vardığı sonuçlar dönemsel, metodolojik ve anakronizm hataları ile dolu.

Denge hakiki cevap ancak, denge nerede. Ölçüsü ne. Kategorileştirme yeni yüzyılın icadı. Bir düşünceyi etiketlemek onu daha tomurcuktan kafese hapsetmek olmaz mı?

Çöküş

Ani bir öfkeyle yıkıldı Stoner. Açılan bir soruşturma, alınan bir kaç karar, dersten geçen bir öğrenci ve prestijini kaybeden tutkulu bir hoca. Sayfaları çevirdikce hınca hınç dolan duygular.

Odasına güneş vurmaz artık. Akademi toplantıları can sıkıcıdır. Agresif, depresif ve bir o kadar da melankolik bir atmosfer vardır kentin üzerinde. Hayatındaki güneşin o tatlı sarısı sönükleşir. Her şey daha bir mavi, daha bir koyu, daha bir karanlık. Fırtına esti. Ardında yalnızca acı bıraktı.

Derinlere doğru sürüklenirken bir ışık hüzmesi değer gözlerine. Yüzeye çıktığında etrafında ki karanlık yavaş yavaş dağılmaya başlar. Aşk, Stoner’ı hiç beklemediği bir anda, beklemediği bir yaşında ziyaret eder. Ancak dünya ona pek merhametli olmayacaktır. Önce bir yanılgı sonra hakikat.

İnsanlar konuşur. Konuştular da, kimse bir şey demedi. Hatta normal karşılayanlar dahi oldu. Stoner, yaşadığı yasak aşk ile ilgili ne yapacağını bilemiyordu. Edith bile durumu oldukça normal karşıladı.

İnsanlar konuşur. Konuştular da, dedikodular, hoş olmayan tavırlar ve tehlikeye düşen yaşantıları. Şehir değiştirmeyi dahi düşündü. Kızını ve eşini geride bırakamazdı. Hem akademik olarak iş bulması olanaksızdı. Bir sabah kaldığı odaya gelir ve kadın gitmiştir, ardında hiçbir şey bırakmadan.

İnsanlar Konuşur…

Çıkar Karanlıklar Aydınlığa

Photo by Warren Wong on Unsplash

Yıllar sonra ayağa kalkar, başına üşüşen yılların karanlığını bir çırpıda silkeler. Şahsına yapılan haksızlığı karşı bir duruş ve kendine ait olanı geri alma mücadelesi. İlk sayfada tanıdığımız o utangaç, çekingen, istediğini alamayan sönük genç yaşlı bir kurda dönüşür. Akıl almaz bir satranç oyunu; şah ve mat.

Yaşlılık ve Erdem

Photo by Bruno Martins on Unsplash

İki dünya savaşı arasında; kasabadan kente; tarladan, akademiye; yokluktan, varlığa; gelenek, yenilik ve yasak aşk…

Yaşanmışlıklarla dolu bir hayat. Hani Oğuz Atay bir hikayesinde bize seslenir ya şu cümleler ile “ Hayatı bitirmek gerek, bir yenisine başlayabilmek için…” Stoner onlarca hayat yaşamıştır. Topladığımızda bunlar bir insan hayatına denk düşmektedir. İnsanca, Pek insanca yaşamak işte buna denir.

***

Neden okunmadı, neden şimdi keşfedildi. Belki de doğru zaman şimdiydi. Hani çocukken derlerdi ya, büyüyünce anlarsın. Bu kitapta vakti gelince anlaşılacaktı. O an belki de şimdi. Dünyanın değişime en çok ihtiyaç duyduğu ama değişmekten korktuğu an.

Bir hayat gibi; yazarını bilmem ama burada yaşamak arzusuyla dolu, yaşamış ama yaşanmamış bir ağacın hikayesi var.

***

Hayatımda bana ilham olanlara ithafen. Bir gün şahsımda birilerine ilham olması dileğiyle.

  • Öğretmenim Mori
  • İnto The Wild
  • Dönüşüm

--

--