Üretmek İçin Var Olmak Gerekir

Büyük hayatlar…

Ferhan Kır
Türkçe Yayın
4 min readAug 1, 2022

--

Daha hayata merhaba demeden nasıl bir hayat yaşayacağımız bellidir. Nasıl ebeveynlere sahip olduğumuz, nerede doğduğumuz, kimlerle arkadaş olduğumuz, hangi mesleği tercih ettiğimiz… hiçbiri tesadüf değildir. Yaşanan her anın, alınan her nefesin bir anlamı vardır.

Kendimize göre tüm dünyada hatta tüm evrendeki en önemli şey kendi hayatımız, başımıza gelen olaylardır. Bir problem yaşadığımızda kurulan klişe cümlelerden birinin “dünyam başıma yıkıldı” olması bize pek çok şey anlatıyor.

Dışarıdaki insanlara göre minicik, küçücük bir kum tanesi olan hayatlarımız kendimize göre ne kadar büyük, ne kadar önemli, ne kadar kıymetli. İyi ki de kıymetli. Yoksa sanatçıların hissederek söylediği şarkılar, ressamların büyük duygularla yaptıkları sanat eserleri, bir yazarın kaleminden dökülen kelimeler bu kadar anlamlı olmazdı. Derin duygularla hazırlanmış eserler o kadar yoğun hisler barındırır ki, o esere maruz kalan kişi de sanatçı ile aynı hisleri hisseder, bir nevi arada görünmez bir bağ kurulur.

Bu nedenle sanat olmalıdır, sanatçı olmalıdır. Üretmelidir insan. Var olabilmek için. Hissedebilmek için. Anlaşılabilmek için.

Photo by Pavel Nekoranec on Unsplash

Sanat üreterek var olan insanın dünyası da büyür. O dünyayı, sanatını paylaştığı insanlarla büyütür. Sanatı ile binlerce insanı kendine kilitleyen, üstelik bunu küçük bir sahnede yapan bir ekipten örnek vereceğim. Geçtiğimiz aylarda neredeyse tüm Türkiye tarafından konuşulan bir konser oldu İnönü Stadyumunda. Globalde çok yaygın olan ve büyük dinleyici kitlesine sahip olan pek çok sanatçının yaptığı stadyum konserlerini Türkiye’de ilk kez bir grup yaptı; Mor ve Ötesi.

Konser günler öncesinden konuşulmaya başlamıştı zaten, fakat konser günü kayıtlı olduğum neredeyse tüm sosyal platformlarda bu konser konuşuluyordu. Mor ve Ötesi grubunun ne kadar iyi olduğundan bahsetmeme gerek yok ama o stadyum konserinde MVO’nun diğer konserlerinden daha farklı bir şey vardı. Bu konu ile ilgili pek çok teori atılabilir ortaya ama bence o konseri özel yapan şey aynı yerde aynı anda binlerce insanın paylaştığı ortak duygulardı.

“Bir derdim var artık” şarkısında ilk elektrogitar sesini duyunca herkesin yaşadığı heyecan, insanların birbirine gülümseyerek hep bir ağızdan “herkes neden düşman” sözlerini söylerken hissettikleri, sanki önceden her şey ayarlıymış gibi herkesin tüm şarkıya eşlik etmesi insanın tüylerini diken diken eden etmenlerden.

Tam bu noktadan bakınca, binlerce insanı ortak bir değerde buluşturan şeyin sanat olduğunu anlıyor insan.

Mor ve Ötesi örneğinin benzerini daha pek çok sanatçı için çoğaltabiliriz; örneğin dünyaca ünlü besteci Beethoven, işitme duyusunu kaybetmesine rağmen notların titreşimini kullanarak bugün hepimiz bildiği ve severek dinlediği Moonlight Sonata’ı besteledi ve çaldı. Peki sizce Moonlight Sonata’ı dinlerken parçanın bize hissettirdiği hüzün duygusunu fark etmemek mümkün mü? Bu parça öyle yoğun duygularla üretilmiş ki dinleyicisini etki altına almakta çok da zorlanmıyor; dinleyici hem etkileniyor hem de yüzyıllar önce Beethoven’ın bu parçayı oluştururken hissettiği hislere tanık olmamıza ve eşlik etmemize olanak sağlıyor. Ne etkileyici değil mi?

Üreterek var olan elbette ki sadece sanatıyla kitleleri etkisi altına alan sanatçılar değildir, tüm insanlık alemi hayatlarını bir şeyler üreterek geçirir. Sen, ben, sokakta kestane satan satıcı, eve gelen tamirci… herkes bir şeyler üreterek var olur. Herkesin üretimi kendine özgüdür ve çok kıymetlidir; yoğun duygularla üretilmiş her şey adeta bir sanattır.

Bir şeyler üretmek tıpkı beslenmek gibi hayati bir önem taşır fakat çoğu kişi bu bilgiyi ya bilmez ya da umursamaz. Futbol oynamayı çok seven, hayatında her ne olursa olsun futbola zaman ayıran birinin elinden futbol topunu aldığınızı düşünün, ya da uzaklara gitmeye hiç gerek yok, kendinizden pay biçin, yapmaktan en çok zevk aldığınız aktiviteyi elinizden bir daha geri vermemek üzere alsalar ne yapardınız?

Dilimizde de bu aktivitelere verdiğimiz bir isim var; oküpasyon. İngilizce “occupation” kelimesini Türkçede “oküpasyon” olarak kullanıyoruz ve bu tabir kişi için anlamı ve amacı olan aktiviteler anlamına geliyor. Örneğin ben günlük iş yoğunluğumun arasına mutlaka yazı yazma aktivitesini sığdırıyorum. Dinlediklerim, okuduklarım, hissettiklerim, gözlemlediklerim, fark ettiklerim hakkında yazmak bana çok iyi geliyor, büyük bir motivasyonla bunu yapıyorum. Yazı yazmak hayatımda bir anlama ve amaca sahip, bu nedenle bunu oküpasyonum olarak sayabilirim.

Yazımın başında belirttiğim gibi, dışarıdan minicik olan ama içine dünyaları sığdıran büyük yaşamlarımızda üretmenin önemi çok büyük. Bazılarımız öyle güçlü ve yoğun duygularla üretiyorlar ki eserlerini, diğer insanları da etkileri altına alabiliyorlar, bazılarımız da eserlerini kendilerine özel tutup üretmenin verdiği yaşam doyumunun keyfine varıyorlar. Benim için ikisi de geçerli, önemli olan kişinin kendisini anlamlı ve doyumlu bir hayat içinde yaşadığını hissetmesi. Bu hisleri yaşamak için illa ki Beethoven, Picasso ya da Charlotte Bronte olmaya gerek yok.

Özetle, kişinin yaşamında var olduğunu hissedebilmesi için onun için anlamlı olan aktiviteleri yapması gerektiğini ve “var olmak için üretmek gerek” gerekliliği savunuyorum. Aynı zamanda üretmek için elbette var olmak gerektiğine de inanıyorum. “Yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan” sorusu misali “üreten mi var olur yoksa var olan mı üretir” sorusunu sizlere de yöneltiyorum. Bu çıkmazdan kurtulan olursa haber versin :)

Sen bu konuda ne düşünüyorsun?

--

--

Ferhan Kır
Türkçe Yayın

Yaşama dair farkındalıklarımı yazıyorum. Profilime hoşgeldin! Substack'te de yazıyorum: https://konubendegilim.substack.com mail: ferhankr28@gmail.com