Otelde Dolu Dolu Bir Gün!

Halil Yıldırır
Valör
Published in
8 min readApr 19, 2021

Zilberman Gallery İstanbul’da Erinç Seymen’in daveti ile bir araya gelen sanatçılar Başak Bugay, Hera Büyüktaşcıyan, Can Küçük, Şant Mengücek’in çalışmalarıyla yer aldığı “Otelde Bir Gün” sergisi 21 Eylül — 17 Kasım 2018 tarihleri arasında ziyaretçilerle buluştu. Erinç Seymen’in sergiye adını veren “Otelde Bir Gün” çalışması serginin ana hareket noktası... Buradan yola çıkılarak kurgulanan çalışmalar, serginin oluşturduğu loş ve distopik atmosferle izleyeni karşıladı.

Sergi genel görünümü

“Otelde Bir Gün” sergisinde bizi, koyu kahverengi; ahşaptan yapılmış ve üstünde büyük bir zil olan oval bir resepsiyon masası karşılıyor. Resepsiyonist konumunda ise serginin merkez noktası olan Erinç Seymen’in “Otelde Bir Gün” adlı resmi yer alıyor. Serginin genel aydınlatmasının bir elin parmaklarını geçmeyen spot ışıklarla yapılmış olması, vermek istediği ya da yaratmak istediği dünyanın dram ve distopik yükünü fazlasıyla izleyene geçiriyor. Burada da spotlardan birisi direkt olarak resepsiyon masasına da yansıyacak şekilde duvardaki “Otelde Bir Gün” resmini aydınlatıyor.

Bu çalışma Seymen’in “Bir Gün” adlı serisinin son çalışması. Yapımına lise yıllarında başladığı seride bu çalışmasını otelde bir gün olarak tasarlıyor. Tamamen otel adına tasarlanmış bu resimde sanatçının çalışmalarında görmeye aşina olduğumuz figür bolluğu yine bizleri karşılıyor. Resme biraz daha yakından baktığımızda çalışmanın orta kısımları koyu ve açık renkteki karolarla bezenmiş bir yüzeyde geniş bir delik var. Deliğin üzerinde pantolonu olmayan, deli gömleği giymiş bir erkek figür omuzlarından kukla gibi asılmış ve içinden ahtapotunkini andıran kolların çıktığı deliğin içine doğru indiriliyor. Kolların her biri ise büyük bir anahtar taşıyor. Adamın hemen yanında duvarda ‘Vae Soli’ yazısı dikkat çekiyor. Vae Soli kelimesi İncil’den… “Vae soli, quia cum reureit ceceiderit, non habet sublevantem se”. Yani ‘’Yalnız olup da düşenin vay haline! Ona yardım eden bile olmaz...’’ İnsanın yalnızlığına direkt göndermede bulunan bu söz serginin teması hakkında da çıkarımda bulunmamıza yardımcı oluyor. Yazının yan taraflarında saatten sırtları olan güve kelebekleri uçuyorlar. Buradaki insan sanki yalnızlığının pençesinden kurtulamayıp kendini bile bile bir tuzağın, kapanın içine sokuyor. Zamanın güve kelebeklerinin sırtında akması da insanın bu bunalımdan kurtulamadığını, zamanın bizi nasıl da kemirdiğini dile getiriyor.

Erinç Seymen — Otelde Bir Gün, kağıt üzerine mürekkepli kalem, 60 x 80 cm, 2018

Oteldeki bir insanın yalnızlığı üzerinden işlenen resim, günümüz insanının yalnızlığına da gönderme yapıyor sanki. Tek başına yaşamak, karşılaşılan zorluklarla tek başına mücadele etmek, genellikle birbirinin kopyası olan günler ve insanlarla geçen rutine bağlamış bir ömür. Her ne kadar sizi seven insanlar olsa da çıkmazına düştüğünüz bireysel yalnızlık içten içe kemirir durur sizi. O kişi kendini nereden geldiğini bilmediği bir tehdit altında da hissedebilir ki resimdeki figürün yönlendirildiği çok açık; bu da eseri yönlendiren ve yönlenen olarak bir sınıf metaforuna götürebileceğimizi gösteriyor. Buna otel bağlamında baktığımızda hizmet edenler ve edilenler de diyebiliriz, böylece bu durum otelden taşıp bütün dünyaya da genişletilebilir. Fakat oteldeki hizmet Seymen’in de dile getirdiği üzere görünmez olmak zorundadır. Yapılan hizmet olabildiğince fark ettirmeden yapılır.

Resmin diğer noktalarına baktığımızda ise kenarlarında ufak mızraklar olan bir oyun havuzu görüyoruz. Havuzdan kaydıraklar çıkıyor ama hepsinin içi ufak oyun toplarıyla dolu vaziyette. Havuzun farklı yerlerinden sarkan bacak ve kollar görüyoruz. Havuzun ortasında devasa bir balık figürü yer alıyor. Balık, sanatçının alfabesinde sık rastladığımız figürlerinden biris; kısmetle ilişkilendirilen tarafı olagelir hep. Aslında bir lüks simgesi olarak da bakabileceğimiz havuzun burada biraz işlevini yitirdiğini de görebiliriz. Resmin lüks objesi, güvelerin taşıdığı zaman gibi işlevsiz bir hal almış durumda. Farklı farklı hayvan figürlerini resmin birçok noktasında da görüyoruz. Hamakta sallanıp kitap okuyan bir kadının üzerinde yılanlar var. Fakat kadının resmedilişinden anladığımız kadarıyla oldukça rahat ve huzurlu duruyor. Üstünde yılanlar olmasına, yılanların içinde yatmasına rağmen etrafındaki hiçbir şeyi umursamayan ve kitabına gömülebilen bir kişi. Onun çevresindeki duvarlara asılmış raflarda yer alan ve soyutu andıran figürler var. Kaide üstünde sergilenen heykelleri andıran bu çizimler otellerde arka plana itilen, hakkı yenen sanat eserlerine ve onların otelde ister istemez objeleştirilmesini simgeliyor. Onların alt kısmında yer alan uçurumu dolduran otel terliklerini de hesapsızca yapılan tüketimin metaforu olarak okuyabiliriz.

Resmin sağ tarafında ise kafatasından büyük bir başlığa sahip olan ve sadece kolları kalmış bir şemsiyenin altında çarmıha gerilmiş bikinili, mayolu gençleri görüyoruz. Günümüzde realite algısını bozduğu gerekçesiyle genelde eleştirilen ‘sosyal medya mutluluğu’nu temsil eden bu gençler çarmıha gerilmiş halde olmalarına rağmen bu durumu hiçbir şekilde belli etmeden güneşlenmeye devam ediyorlar. Tabii, en basit şekilde bu tarz bir okuma yapılsa da bu figürlerin, bu durumdan mutlu olduklarını ya da keyif alıp almadıklarını bilmiyoruz. Şemsiyenin işlevsizliği ise resmin parça parça barındırdığı işlevsizliği destekliyor.

Erinç Seymen — Otelde Bir Gün (detay)

Resmin büyük bir bölümünde kendine yer bulan figürler ise otelin çalışanlarını andırıyor. Hepsinin kafası toz alma fırçasının ucundaki püsküllü tüylere benzer cisimlerle kamuflaj olmuş ve figürlerin kimlikleri tamamen belirsiz halde. Hizmet eden sınıfa ait olan bu figürleri tam olarak görememiz o sınıfın kimliğinin, yüzünün aslında hiçbir zaman belirgin değilmiş ve gelişen sistemde olmaması gerektiği yönündeymiş gibi bir sistem eleştirisi de seziyoruz. Senin bir üniforman var sen osun ve sadece orada görevini yapmakla yükümlüsün. Kim olduğun, hislerin, cinsiyetin vesaire önemli değil. Kişiler geçici, kurumlar kalıcıdır mottosunu haykırıyor sanki. Bertolt Brecht’in ‘Okumuş Bir İşçi Soruyor’ şiirini anımsatıyor bana bu durum:

…kitaplar yalnız kralların adını yazar.

yoksa kayaları taşıyan krallar mı?

bir de Babil varmış boyuna yıkılan,

kim yapmış Babil’i her seferinde?

yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar

altınlar içinde yüzen Lima’nın?

ne oldular dersin duvarcılar Çin Seddi bitince?…

Şant Mengücek — ‘İsimsiz_03’, Tuval üzerine yağlıboya, 25 x 30 x 6 cm, 2018

Şant Mengücek’in tablolarına doğru yöneldiğimizde, Şant’ın yarattığı portreler de aslında otel personelleri. Yüzleri manipüle olmuş ya da taktıkları aksesuarlar ile tam belli olmayan kişiler… Onların da aslında kimler oldukları toplumun genel algısı açısından çok da önemli değil; çünkü üzerinde taşıdığı üniforma gereği kimliklerine değil görevlerine odaklanıyoruz.

Hizmeti var etmeyip aktaran kişiler, haliyle aradaki sıradan bir araç haline geliyor. Tabii hizmet edilen için hizmet edenlerin bireysel kimliklerinden yoksun olmak, beraberinde tehditkar bir durumu da açığa çıkarabilir. Seymen’in resmine yeniden döndüğümüzde, hizmet edilen için de tehdit her zaman varlığını koruyor. Bir otel müşterisinin hizmet edenler için potansiyel bir tehdit olabileceği gibi, hizmet eden kişilerin de tehdit potansiyelini ellerindeki tepside taşıdıkları bomba ile gözler önüne seriyor sanatçı. Hizmetin potansiyel tehlikesi! Bir nevi distopik kurgulanmış, ironik bir eğlence parkını anımsatan resimde büyük bir ayağın altını kaşıyan hizmetlilerin yavaş yavaş insan formuna büründüklerini görüyoruz. Bir bakıma kimlikleşme, bilinirleşme halindeler. Hizmet edilene olan hizmet etme yakınlığı, vahşi bir cismi evcilleştiriyor adeta. Bu durumu Laurent Berlant’ın “türlerin azalması’’ nitelemesiyle de destekleyebiliriz. Neoliberal sistemin ürettiği daimi kriz, kırılganlık, güvencesizlik. Yani yarattığı prekarya ortamında eski türler (elinde bomba olan hizmetli-tehdit potansiyeli yüksek) artık bu sistemin duygulanım gereksinimlerini karşılayamazlar. Bu düzende olumlayıcı türler, yani sınıflı sistemin albenili sunumuyla yukarılara çıkma çekimine kendisini kaptıran iyi hayat beklentisi olan türlerdir. Şikayet etmeden hizmetkarının ayaklarını kaşıyan hizmetlilerin yavaş yavaş insan formuna bürünmesi de bundan. Sisteme adapte olmaya başlamış, sözde bir görünürlük kazanıyor.

Hera Büyüktaşcıyan — Dalga, ahşap, bronz, ayna, kumaş, 122 x 76 x 28 cm, 2018

Genelde buluntu nesnelerle çalışan ve üretimini onlarla gerçekleştiren Hera Büyüktaşcıyan’ın galerinin zemininde sergilediği görece büyük antika ayna ve yansıması, Mengücek’in çalışmalarının önünde yer alıyor. Ayna, sanat tarihinde çok fazla kullanılmasına karşın edilgen ve etken tutumu sayesinde sanatçılar tarafından vazgeçilemeyen bir nesne olmuştur. Bu sergi çerçevesinde ise aynaya otelin bir nevi hafızası gibi bakabiliriz. Gelip giden otel müşterileri, çalışanlar hepsi zamanla oteli terk ederler; fakat aynı zamanda orayı tam anlamıyla da terk etmezler. Çünkü kendilerinden bir iz daima orada kalır. Aynanın orta kısmında dikdörtgen şekilde katlanmış yastık kılıfları da bunu destekler nitelikte. Orayı terk etsek bile ardımızda kalan, bir zamanlar kullandığımız yastık kılıfları…

Can Küçük — On Yıllar, Satine krom, pleksi üzerine folyo baskı, led, 25 x 13 x 5 cm, 2018

Bir diğer tarafta yer alan çalışmada, otellerde çok fazla maruz kaldığımız obje olan kapı numaraları yer alıyor. Yine hafıza ile ilişkilendirecek olursak Can Küçük’ün binanın giriş katındaki merdivenlerden başlayarak bizleri karşılayan çalışmasında, otel odalarının numaraları yıllar üzerinden tanımlanıyor. Merdivenlerde onar onar artan numaralar, galeri mekanında günümüze kadar teker teker artıyor. Otel odalarının numaralarının farklı artması ise hafızanın güvenilmezliğine bir vurgu. ‘Odamın numarası hangisiydi?’ gibi bir soruyla hepimiz boğuşmuş olabiliriz. Hafızanın güvenilmezliğini otel odalarının kapı numaralarıyla ilişkilendiren sanatçı, sergi çerçevesindeki işlevsizlik durumunu da besliyor. Kapıların biraz ilerisinde yukarı kısımda yer alan ve çıkış tabelasını andıran tabelanın renkleri ise gökkuşağını andırıyor. Çalışma ‘çıkış’ tabelasını anımsatsa da bizi nasıl yönlendireceğini kestirmek oldukça zor. Belki her daim şu anda yaşadığımız için renklerinden dolayı bir geçiş halini de referans ediyordur.

Başak Bugay — “Baldan Tatlı, Baltadan Ağır”, karışık teknik, 143 x 80 x 80 cm , 2018

Galerinin orta kısımlarında ise Başak Bugay’ın silindir şeklindeki beton heykelini görüyoruz. İnce demirden yapılmış silindir yapının üzerinde duran ve silindir şekilde inşa edilmiş bina da diyebileceğimiz heykel, üzerinde yer alan pencere açıklıklarına benzer açıklıklardan oldukça loş ve karanlık olan galeri atmosferine ışık saçıyor. Heykeldeki açıklıklara yakından baktığımızda hepsinin bir otel odası olduğunu görüyoruz: Lüks bir otelin suit odalarını andırıyor. Odaların hepsinin içinde figürler var. Kendilerini otel odalarına kapatmış yalnız figürler. Bunların yalnızlığının bir tercih olup olmadıklarını bilmiyoruz; fakat serginin ana teması olan yalnızlıkla çok güzel bir uyum halindeler. Sanatçı bu figürlere tek başına yaşayan kimselerden yola çıkıyor ve odalardaki figürler bazen tam olarak görülebilirken, bazen de sadece figürün çeşitli uzuvları görünüyor. Başak’ın silindir oteli dışarıdan oldukça sert bir görünüme sahip olsa da odaların içi pamuktan yapılmış hissi uyandırıyor. İnsanların dışarıya oldukça sert görünmeye çalışmasına vurgu -bir nevi öğretilmiş toplumsal savunma mekanizması olarak da görebiliriz bunu- bireyin kendisiyle yalnız kaldığı yer de huzura kavuşmanın rahatlığı ve samimiyetini ön plana çıkarıyor.

Sergi genel görünümü

Birkaç adım geriye gidip sergiye hakim olacak şekilde yeniden baktığımızda, Erinç’in “Otelde Bir Gün adlı eseri bizi tekrar karşılıyor. Aslında çok da dikkatimizi vermediğimiz, insanın yalnızlığının mekansal değişimine dikkat çekmemizi sağlıyor. Toplumsal sınıf algısının, yabancıdan tanıdık olmaya, kimlikleşmeye doğru gidişini ortaya koyuyor. Seymen’in estetik algısında kendisine sağlam bir yer edinen anlamın çokcepheliliği, dilin kavramsal derinliği ve ince eleştirileri, distopik bir otel kurgusunda da bize rehberlik ediyor. Şant’ın ufak yağlıboya tabloları üniformadaki kişilerin, hizmet edenlerin belirsizliğini gözler önüne seriyor. Yerdeki aynanın üzerindeki katlanmış yastık kılıfları ile bizi daha da derinlere götüren Hera, cisimlerin hafızası sonucu bir yeri terk etmenin sandığımızdan daha zor olduğunu hatırlatıyor.

Can’ın bizleri bina girişinden karşılayan otel odası numaraları, aynı zamanda güve kelebeklerinin sırtında taşınan zaman gibi stabiliteden yoksun ve algıda seçiciliğimize göre akışkanlığının da farklılığına dikkat çekiyor. Tabii algısal olarak işlevsizliği de beraberinde getirmekle birlikte, bizi farkına varmadan kemiriyor. Başak’ın betondan oteli ise çağımız yalnızlığını vurgularcasına kendimizi dışarıdan soyutladığımızda ya da sert duvarlar çektiğimizde aslında içeride de bir bütün olamadığımızı gösteriyor. Bertolt Friedrich Brecht’in yabancılaşma nosyonu gibi dış gerçekliğin aslında kurgu olduğunu vurguluyor. İçimizdeki farklılık da bunu destekliyor. Bu durumun farkına vardığımızda içinde bulunulan ortama duyulan yabancılaşma hissi bizi etkisi altına alıyor. Sergi genel itibariyle yalnızlık, sınıf metaforu, hafıza ve işlevsizlik bağlamında bizleri şiddetli bir yolculuğu keşfe çıkarıyor.

Bu makalenin orijinal hali Istanbul Art News, Kasım 2018 Sayı 56, Sergi Bölümünde yayımlanmıştır.

Makaleyi beğendiyseniz aşağıdaki 👏🏻‘a istediğiniz kadar tıklayabilir ve yazının diğer insanlara ulaşmasına daha fazla katkıda bulunabilirsiniz.

--

--

Halil Yıldırır
Valör
Editor for

Visual Artist | Poet | Art Critic — [member of AICA Tr] | PhD in Art