Son Alımlara İlk Bakış
Türkiye ve dünya çağdaş sanatından örnekleri bir araya getiren bölgenin en önemli uluslararası çağdaş sanat fuarlarından biri olan Contemporary Istanbul (CI), 2018 yılında 13.yaşını kutladı. 2016 yılında “Collector’s Stories” adlı projesiyle oldukça ilgi çeken fuar, bu yıl da “Recent Acquisitions I” isimli bir sergi ile sanatseverlere ‘merhaba’ diyecek. Sergi, Türkiye’nin önde gelen koleksiyonerlerinin son dönemde satın aldıkları sanat eserlerinden oluştu ve Türkiye’deki koleksiyonerlerin izledikleri hareket ve eğilimleri ortaya koymayı amaçlamıştı.
20 ile 23 Eylül 2018 tarihleri arasında gerçekleşen ve küratörlüğünü Hasan Bülent Kahraman’ın üstlendiği “Recent Acquisitions I/ Collectors’ Stories” sergisi, fuar sonrasında Çağdaş İstanbul Sanat, Kültür ve Eğitim Vakfı (ÇİV) tarafından kitap haline getirilecek. “Recent Acquisitions I” sergisini ve genel olarak merak edilenleri serginin küratörü Hasan Bülent Kahraman ile konuştuk.
Yazar Notu: Bu söyleşide bahsi geçen “Recent Acquisitions I/ Collectors’ Stories” sergisi son anda iptal olup, CI 2018 kapsamında gösterilememiştir. Ancak söyleşinin baskıya girmesi sebebiyle, Istanbul Art News, Eylül 2018 Sayı 54: Piyasa Ekinde yayımlanmıştır. Bahse konu sergi CI 2019 kapsamında sergilenmiştir.
Contemporary Istanbul, 2016 yılında “Collectors’ Stories” projesinin ilk ayağında, Türkiye’nin önde gelen 60 koleksiyonerinin kendi koleksiyonlarından seçtiği 120 eseri fuar alanında 1.500 m2’yi aşan bir alanda sergilemiş ve büyük ilgi görmüştü. Bu yılki Collector’s Stories projesinde ise 25 koleksiyonerden 60 eser bizleri bekliyor. Eser seçimlerini yine koleksiyonerler mi gerçekleştirdi? Nasıl bir seçilim oldu?
Bu sene ikili bir metot uyguladık. İşleri koleksiyonerlerle birlikte seçtik. Bu seneki küratörlük yaklaşımı biraz daha farklı; dolayısıyla bir takım tekrarlar olmasın, insanlar aynı sanatçının farklı yapıtlarını görmekten ziyade farklı sanatçıların yapıtlarını görsünler, daha zengin daha perspektifli bir sergi olsun diye koleksiyonerler işlerini seçtiler. Sonrasında bana sordular, ben de bazılarından bu söylediğim çerçeve içine girenleri değiştirmelerini rica ettim. Bazıları beni koleksiyonlarına davet ettiler, gittim ve görerek onlarla birlikte seçimlerde bulundum. Koleksiyonerlik bir aşk, tutku ve bağlanma meselesidir. Dolayısıyla insanların belli bir proje dairesinde kafalarında belli bir isim, belli bir resim veyahut belli bir yapıt oluştuğu vakit, onu zorlamak doğru bir iş değildir. O yüzden ben sadece bu konuda bir ricada bulundum. Onlar da benim birikimime, yaklaşımıma, yöntemime ilgi göstererek bunu kabul ettiler. Yani bir ölçüde katılımlı bir süreçle bunu seçtik ki bu benim küratörlük anlayışıma da çok yakın. Ben kürasyonunu yaptığım bütün sergilerde sergiyi, eğer hayatta yaşayan bir sanatçıysa onunla birlikte çıkarmışımdır. Kendi sınırlarımı çizerim, kendi tercihlerimi oluşturur ortaya koyarım; ama bunu onunla birlikte tartışarak yaparım. Ben, çok yıllar önce Türkiye’de ilk defa, altını çizerek söylüyorum ilk defa tek kişilik bir sergi yapıp, küratör diye adımı koyduğumda hakkımda çok yazılar çıkmıştı. “Tek kişilik küratörlük olur mu?” diye… Günümüz tek kişilik kürasyonlardan geçilmiyor; lakin tek kişilik küratör demek, sen bana işlerini ver ben de onları bildiğim gibi sergileyim demek değildir. Birçok sergide şimdi öyle bir yöntem uygulanıyor. Ben yaptığımıza demokratik küratörlük diyorum. Belki ileri bir kavram; fakat bu katılımcılığın sergilere çok önemli, çok ciddi katkılar getirdiği kanısındayım.
Bu son alımlar çerçevesinde ortaya nasıl bir tablo çıktı?
Şu an onun son rötuşları üstünde çalışıyorum. Sergiyi oluşturduk, yapıtları seçtik, geriye onun kendi küratörlük dilini, anlamını, yöntemini bulması kalmıştı onu da tamamladık. Yani serginin bir asılması kaldı. Bu benim üstümde asıl düşündüğüm konudur. Bu sergiyi de o yüzden yaptım. Collector’s Stories çok büyük ilgi gördü; önünde kuyruklar oluştu; insanlar fuar kapandıktan sonra bile ısrarla kalıp sergiyi görmek istediler. Ben Collector’s Stories’de aynı sergi formatı ile devam edebilirdim. Yani ben derken, Contemporary Istanbul olarak o sergiyi devam ettirebilirdik ve eminim ki gene aynı derecede, aynı ölçüde ilgi toplayacaktı. Fakat bu defa bunu değiştirmek istedik. Bunu istememizin sebebi de senin sorduğun sorudur. Ben de “Recent Acquisitions”ın nasıl bir koleksiyoner profili ortaya çıkaracağını merak ediyordum. Bu profil beni etkileyen bir profil oldu. Yani içinde neler var: bir kere içinde farklı mecralara yayılmış yapıt spektrumu var. Yani video yapıtlar, multimedia çalışmalar, yerleştirmeler, fotoğraflar, resimler var. Bir kere bu geniş bir tayf ortaya koyuyor. Evet resim gibi taşınabilir yüzey üzerine yapılmış işler biraz daha fazla olsa da kendi aralarında nispeten dengeli dağılmış haldeler. Buna ek olarak ise sergide en az heykel var diyebilirim. Nitekim böyle bir sonuçla karşılaşacağımı biliyordum. Heykel alınması, taşınması, yerleştirilmesi daha zor; bizim de geleneksel olarak ilişkimizin daha uzak, daha kısıtlı olduğu bir alan ama orada da çok güçlü, çok etkileyici birkaç yapıt var, bunları sürpriz olarak saklıyorum. İkincisi yerli yabancı sanatçı dengesi. Geçen yıllarda bu konu çok tartışıldı. Birçok paneller düzenlendi, birçok yazılar yazıldı, birçok yorumlar yapıldı ve dendi ki; koleksiyonerler, “biz yerli yapıtı bıraktık yabancı yapıt alıyoruz” gibi bir yaklaşım içindeler. Bu sergide ise güzel bir denge ortaya çıkıyor. Kendi sanatçılarımız var, yabancı sanatçılar var. Başka birçok şey sayabilirim ama bir üçüncüsü, güncel sanat çok politik bir sanat. Özü, dokusu, doğası, yapısı gereği politik bir sanat. Yani 1930’ların 1940’ların getirdiği anlamda bir politik sanattan bahsetmiyoruz. Her şeyi politize eden, mikrolojileri kendisine hedef alan bir politik anlayış var. Bununla daha esoterik yaklaşımlar çok üretken, çok etkileşimli bir denge içerisinde koleksiyonlara dağılmışlar. Bizde bunları aynı tempo içinde, sergide gösterme imkanı bulacağız.
Bu yıl neden koleksiyonerlerin son alımlarına odaklı bir sergi yapmak istediniz? Bu sergi bize neyi gösterecek?
Bu sorunun cevabının bir bölümüne yukarıda da biraz değindim. Türkiye güncel sanat ortamı, son yıllarda bu konuyu çok tartıştı. Acaba sanat yapıtı alımı önemli bir yörünge değişikliği yaşadı mı? Yani bir evren, bir galaksi değiştirmek söz konusu oldu mu? Çünkü basına sıçrayan birçok yorumda, değerlendirmede koleksiyonerlerin ‘biz artık Türk sanatı almayı bıraktık, yabancı sanat alıyoruz’ dediklerini ben de gördüm, okudum. Bu konularda yapılmış panellere de katıldım. Bunun gerçek olmadığı kanaatini taşıyordum kendi içimde. Yabancı sanat alımı ne demek? Bir kere bu iddialı bir kavram ve benim çok özlediğim bir kavram. Yani Türkiye’de şöyle bir koleksiyon ve koleksiyonerlik anlayışı yok. Ben kübist dönem desenlerini veya kağıt üzerine çizimlerini ya da kağıt işlerini toplarım. Veya ben ekspresyonist dönem Alman ekspresyonizminin sulu boyalarını toplarım. Ya da ben Türkiye’de 1980’leri topluyorum. Yani birçok sanatçı bırakmıştır, resim yapmamaktadır; ama 1980’lerin müzeolojisini oluşturmak için ben öyle bir çabanın içindeyim. Hayır böyle bir koleksiyon yok. Veya Yahşi Baraz’ın sözüdür bu “Ben 16.yy Çin Hanedanı vazolarını toplarım.” Hayır bizde bu şekilde dikine, düşey derinleşmiş, yoğunlaşmış bir koleksiyonerlik anlayışı yok. Bizde lateral, yatay, enine giden daha eklektik, sanayi çarşısı ya da bilgisayar teknolojisi dahilinde söylersek daha toplama koleksiyonlar var. Yani her şey var içinde. Halbuki ben koleksiyonun dikine derinleşmesi gerektiği kanısındayım. Bu nedenle aslında Türkiye’de yabancı sanat alımı yok. Birkaç galerinin getirdiği yabancı sanatçılardan iş almayı, insanlar yerli sanatçıları bırakıp yabancı sanatçıdan iş almak olarak değerlendiriyorlar. Nitekim bir süre sonra koleksiyonerleri ziyaret ettiğiniz zaman, aynı, galeride sergilemiş insanların yapıtlarını görüyorsunuz. Bu her yerde olur, bunun bir garabeti yok; ama sadece böyleyse o zaman hadiseyi biraz değiştirmek lazım. Yani diyelim ki ben 2000’li yıllar Ortadoğu sanatını, Irak sanatını veya Çin sanatını toplarım anlamında bir yabancı sanatçı koleksiyoneri figürü Türkiye’de oluşmadı. Ben bunun da Recent Acqusitions’da ne şekilde dağılacağını görmek istedim. İtiraf edeyim orada güzel, dengeli bir dağılım ortaya çıktı. Ben de doğrusu buna özen gösterdim. Sadece Türkiye’de satılmış, sunulmuş yabancı sanatçılar olmasın, daha geniş bir tayfta yer alan sanatçılar bulunsun diye çaba gösterdik. Bunu da sağlayabildiğimizi düşünüyorum.
Peki, seçilen eserler ve serginin küratöryel bağlamından da bahsedebilir misiniz?
Kürasyonu çok beğenileceğini sandığım şekilde, belli temalar, belli iç diller, iç sözcükler, iç ilişkiler üzerine kurdum. Yani yerli sanatçıymış, yabancı sanatçıymış, genç sanatçıymış, eski kuşaktan sanatçıymış gibi problemleri izlemedim. Jeneolojiler, soybilimler, mezhepler, şecereler üstünden gitmeyi tercih ettim. Ben hayatımda hiçbir zaman kronolojiden haz etmiş bir insan değilim. Sanat tarihi yazımının kronolojik olmasına da tepki gösterdim. Histografyanın kronolojik olmasına da tepki gösterdim. Bunların daima temalar etrafında içe doğru genişlemeler, içine patlamalar bazen dışına patlamalar, derin dip akıntılar olarak ortaya çıktığı kanısındayım. Bu sergiyi de o yüzden böyle iç bükümleri, açıları, düğümleri olan bir sergi olarak düşündüm.
Türkiye’de koleksiyonerlerin kişisel estetik anlayışlarını sunmalarına olanak sağlayan ve sanat koleksiyonerliğinin geçirdiği dönemsel değişimleri ve bugününü de sunan “Collectors’ Stories” projesi, koleksiyonerlerle ilişkiler çerçevesinde amacına ulaşabiliyor mu?
Öncelikli olarak bizim buradaki amacımızdan bahsedelim. İzleyici hiç görmediği yapıtları görüyor. Bu Contemporary Istanbul’un kendi dışına taşan bir açılımı. Yani CI, ilk gününden beri hiçbir zaman ticari maksadı, kaygısı önde bir fuar olmadı. Sosyal kaygıları daha öne çıkan bir fuar oldu. Bu bazen onun işletmecilerine zarar bile vermiş olabilir; ama benim de içinde bulunduğum yönetim yapısı bunu çok önemsedi. O kadar önemsedi ki neticesinde şimdi bir vakıf da kurduk. Çağdaş İstanbul Sanat, Kültür ve Eğitim Vakfı (ÇİV) ile de sosyal, eğitsel, sanatsal sorumluluk bağlamında işler yapmayı düşünüyoruz. Dolayısıyla Türkiye gibi müzeleri hala olmayan bir ülkede ki bu söylem için beni mazur görsünler, ben o müzelerin bazılarının yönetim kurulu üyesiyim ve ne kadar zor iş yaptıklarını biliyorum. Ne kadar büyük çabalar gösterdiklerini, ne kadar çok özveri gösterdiklerini biliyorum; ama ne yapalım ki bizim büyük koleksiyonlu müzelerimiz yok. Kendi sanatımızı kapsayanlar da yok, yabancı sanatı kapsayan müzelerimiz hele hiç yok. Bu bakımdan insanların görmedikleri yapıtları onlara yeniden gösterme imkanı veriyoruz. Bir yapıtı burada özellikle sergiledim, hatta bazı yapıtları. Bunlar daha önceki yıllarda fuarda sergilenen yapıtlar. Şimdi koleksiyonların parçaları olarak sergileniyor. Bu beni duygulandıran ve heyecanlandıran bir şey. Bunu insanlar amatör bir yaklaşım olarak görebilirler. Varsın görsünler. Ben sosyal duyarlılığı yüksek birisiyim. Fuardan bir yapıtın bir koleksiyona girmesi, oradan da bir sergiye girmesindeki yolculuk bence önemli. Bunun insanlara başka esinler kazandırdığı kanaatindeyim. Bunu sağlamak istedim. Böyle bir serginin küratörlük ve koleksiyonerlik arasındaki derin ilişkiyi ortaya çıkardığı kanaatindeyim. Son olarak da ben her koleksiyonun kamusal olduğunu düşünüyorum. Onun intifa kullanma hakkı şimdi x, y veya z kişide olabilir; ama o koleksiyon iyi yönetilirse sonunda kamusaldır. İnsanlar ya bunu bir koleksiyon olarak sergilerler, ya bunu bir müze olarak sergilerler, ya bu parçaları çeşitli sergilere vermek suretiyle sergilerler. O yüzden koleksiyonerlik meselesi çok ciddi bir meseledir. Ben bu sergilerle bu tartışmayı da ortaya açtığımızı düşünüyorum. Biz suskun ve mahçup bir milletiz. Geçen sergiden biliyoruz ki insanlar bu koleksiyonları büyük bir saygıyla gezdiler. Bu koleksiyonları biriktirmiş olan insanlara içlerinden teşekkür ettiler. Gördükleri ilginç yapıtlardan ötürü koleksiyonlara ayrıca saygı duydular. Ben bunun çok önemli bir sosyal boyut olduğu kanaatindeyim. Sergilerle bu yüzden istediğimiz sonuçlara elbette ulaşabiliyoruz.
Genel açıdan baktığımızda bu sergiler, Türkiye’deki koleksiyon/koleksiyonerlik bağlamında uluslararası ortama nasıl bir kültür gösteriyor? Her ne kadar Türkiye’de dikine derinleşen koleksiyon/koleksiyonerlik kültürü yok söylemini dile getirmiş olsanız da bunu nasıl deneyimlemeliyiz?
Bu sorunun şöyle bir yanı var. Bize yabancı galeriler geliyor. Biz yabancı galerilere Türkiye’deki koleksiyonerlerin neler aldıklarını gösteriyoruz. Bu bir ticari ilişki değil. İnsanların yanıldığı nokta da bu. Bu bir sosyal ilişki. Yani bu benim bir param var meselesi değil, paranız vardır ama koleksiyoner olamazsınız. Koleksiyonerliğe başlarsınız ama kötü koleksiyoner olursunuz. Yani koleksiyonerlik önce bir bilinç meselesidir. Dünyada öyle koleksiyonlar var ki bunları “Bakmak, Bilmek ve Görmek” isimli kitabımda da yazdım, öyle başarılı koleksiyonlar vardır ki sıfır sermaye ile ama yüksek bir bilinçle başlamıştır. Bu sergilerin, yabancı galericilere gösterdiği böyle bir boyut var: Türkiye bu konuda dünyanın neresinde duruyor? Bu önemli bir sorudur. Dünyanın neresindeyiz? İki, bu sergiler, Türkiye’deki güncel sanatın ne olduğunu dünyaya gösteriyor. Bakın biz Collector’s Stories’i Türkçe ve İngilizce olmak üzere nefis bir kitaba çevirdik. Türkiye’de güncel sanatı anlatan bir benim kitabım vardır “Türkiye’de Çağdaş Sanat 1980–2000”, bir de bu kitap. Bunlar olmasa Türkiye’de koleksiyonerlik yerin magma tabakasının içine gömülü gibi görünür. Dolayısıyla Türkiye’deki güncel sanatı küreselleştiriyoruz, kamusallaştırıyoruz ve uluslararası zevkin önüne çıkartıyoruz. Bu çok önemli bir kavram, zevk kavramı! O bakımdan yabancı galeriler de Türkiye’deki koleksiyonerlere neler getirdiklerini sunuyorlar. Bu bir etkileşim meselesi. Bakın yazı yazarsınız, bazen düşündüğünüzü yazarsınız, bazen de yazıyı yazdıktan sonra ne düşündüğünüzü öğrenirsiniz. Bir insan kendi koleksiyonunun bir parçasına, başka insanlarla, başka yapıtlarla birlikte, onların ortasında baktığı zaman kendi koleksiyonuna dönük yeni düşünceler ve yeni esinler kazanır. Biz de bunu böyle diyalektik bir ortam içinde sunuyoruz. Bu üstünde çok durulması, çok tartışılması, çok olumlanması gereken bir proje. Yani bunlar da olmasa bu etkileşimlerin, bu dinamiklerin nerede durduğunu, nerede başlayıp nerede bittiğini bilemeyeceğiz.
2018 yılı için Türkiye siyasi hayatı açısından önemli bir dönüm noktası/yılı diyebiliriz. Parlamenter sistemin yerini Cumhurbaşkanlığı sistemi aldı. Yeni sistemin neler getireceğini tam olarak kestiremesek de ülke ekonomik açıdan da parlak günlerini yaşamıyor. Bu durumu değerlendirmekle birlikte sanatın bu sistem içindeki rolünü nasıl görüyorsunuz?
Bakın yeni sistem, eski sistem olmaz. Sistem sistemdir. Tabii metot değişiklikleri olur; ama bu şöyle bir noktaya gelmektedir: Türkiye’de ve dünyanın her yerinden güncel sanat 1989 yılında Berlin duvarının yıkıldığı günle başlamıştır. Bu çok keskin bir tarihtir ve böyledir. Bu da demektir ki güncel sanat çok politik bir sanattır. Bu büyük harflerle yazılan politika olmayabilir. Yani devlet yönetimi veya Hobbes’cu anlamda bir devlete itiraz şeklindeki politika olmayabilir. Ama bu insan ilişkilerinin, mikro ilişkilerin getirdiği ayrımlar ve ayrıştırmalar şeklinde bir politika olacaktır. Ayrım bir politika için önemlidir ama ayrıştırma yanlış ve kötüdür. Şimdi Türkiye’deki sisteme de böyle bakmak lazım. Bu bir ayrım mı getirecek? Bir ayrıştırma mı getirecek? Hangisini getirirse getirsin, güncel sanat ortaya çıkmış olan yapıyı kendi bildiği şekilde yorumlayacak, ele alacak ve tartışacaktır. Bu dünden bugüne bir şeyi değiştirmez. Buna hükümetlerin, iktidarların, devletin tepkisi nedir? O da dünle bugün arasındaki iktidar meselesi değildir. Türkiye’de iktidar daima sanatla ya da kültürel alanla gerilimli bir ilişki içerisinde bulunmuştur. Bunu olumlayanlar bakımından da olumsuzlayanlar bakımından da bu böyledir. Bu ilişki bundan sonra da devam edecektir ve umarım ki bu ilişki yapıcı bir ilişki şeklinde devam etsin. Yapıcı derken de şunu söylemeden edemeyeceğim: Güncel sanatın zaten iktidar, yönetim, devlet gibi meselelerle bir çıkar ilişkisi yoktur. Bir muhalefet ilişkisi vardır. O yüzden bu kendi doğası ve dokusuna koşut olarak devam edecektir.
Sanat fuarları ile ilgili yaptığım araştırmalarda, fuarların artık genç sanatçılar için birer marka oluşturma yeri haline geldiği bilgisi ön plana çıkmakta. Bir küratör ve fuar yönetim kurulundan biri olarak bu durumu nasıl görüyorsunuz?
Fuarların genç sanatçıların yapıtlarını göstermesini engelleyen bir yer olduğunu da söylüyorlar. Dolayısıyla fuarların tartışılacak yanı çoktur; ama fuaları markalaşma gibi tek bir unsura indirgeyerek bunu çözmenin ve aşmanın bir imkanı da yoktur. Fuarlar ciddi ve kapsamlı bir konudur. Dolayısıyla bunun olumlu olumsuz birçok durumu mevcuttur. Bunu tek bir mesele olarak izlemek ve irdelemek imkansızdır.
Biraz da fuar ekonomisinden bahsedecek olursak; orta ve küçük ölçekli galerilerin sanat fuarlarına özellikle Art Basel, Art Basel Miami, Frizee gibi mega fuarlar diyebileceğimiz fuarlara katılımı gün geçtikçe zorlaşıyor. Gider kaleminin keskinliğinin yanında gelir kalemindeki belirsizlik bu ölçekteki galeriler açısından daha fazla risk anlamına geliyor. Fuarların artan ücretlerini ve bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Contemporary Istanbul’un ücretleri hemen hemen artmıyor, yani belli bir rölativite içinde bakarsanız gerilediği bile söylenebilir. Mutlak değerler bağlamında artmış görülebilir; ama öbür taraftan Amerika’yı yeniden keşfetmek veya televizyonu yeniden keşfetmek gibi bir meselenin içinde olmayalım, kalmayalım, bulunmayalım. Sanat ekonomisi diye belli başına bir alan, bir dünya var. Bu üniversitelerde ders olarak okutulan o derece ciddi ve önemli bir alan. Şu kadar milyar doların sirküle edildiği, tedavülde bulunduğu bir alan. Türkiye bundan ne kadar faydalanıyor? Doğrusu beni işin bu kısmı, bu anlamı ve bu boyutu çok da ilgilendirmiyor. Ben fuarın estetik, artistik, teorik yanıyla ilgiliyim; lakin bu gözün kapatılacağı, yok sayılacağı bir alan değil. Bunu yıllarca söyledim. Belki yanlış anlaşıldım, belki yanlış değerlendirmeler içinde kaldı insanlar ama bu genel olarak şudur: Eğer güncel sanattan söz ediyorsak -bakın artık çağdaş sanat sözcüğünü bile kullanmıyoruz- güncel sanatın ekonomiyle, piyasayla, galeri sistemiyle, ödeme sistemiyle, döviz değerleri ile herhangi bir sanatçının on yıl içinde gösterdiği alım satım trendleriyle ilgisi yoktur denemez. Sanatçı bunu ne kadar önemser? Bu bir tercih meselesidir. Ama bir üçüncü göz olarak, dışarıdan bir göz olarak buraya baktığınız zaman ben bunu yok sayıyorum, öyle bir realite yok gibi söylenebilecek bir laf, bir söz değildir ve olamaz. Bugünkü dünyada sanat bir ekonomi meselesidir. Dolayısıyla bunun bağlı olduğu sayısız parametre vardır ve bir realitedir. O yüzden konu sadece şuraya veya buraya teksif edilemez. Biz antik Yunan efsanesindeki Styx ırmağının ötesini konuşmuyoruz, içinde bulunduğumuz bir alanı konuşuyoruz. O zaman o alanı olgular ve gerçekler üzerinden konuşmak zorundayız ki ben o yüzden bundan 25 sene evvel yazdığım kitaba “Sanatsal Gerçeklikler, Olgular ve Öteleri” adını koymuştum. İşte bugün o noktaya gelmiş bulunuyoruz.
Son olarak, bu yıl CI özelinde bizleri bekleyen başka yenilikler olacak mı? Nasıl bir fuarla karşılaşacağız?
Bir kere “Recent Aquisitions” var. Bu çok güzel, çok etkileyici, vurucu, çarpıcı bir sergi. İki, Plug-In var. Üç, yeni galeriler var. Dört, fuara etkinliği doğrudan yansımamış olsa bile bir vakfın kuruluşu, heyecanı, arayışı var. Beş, CI Dialogs’u yurtdışındaki bir küratöre verdik ve o iç organizasyonu gerçekleştirdi. Çok öncül, çok yenilikçi, çok avangard konuşmaların, panellerin, serilerin olduğu müthiş bir maraton olacak. Bunu çok iddialı olarak söylüyorum ve herkesi şimdiden davet etmenin ötesinde yükümlüyorum. İnsanların, bu konuyla ilgili herkesin orada gelip sadece sanatın değil, bugün içinde bulunduğumuz dünyanın bütün öncü konularının, kavramlarının konuşulduğu bu panelleri, konuşmaları, tartışmaları dinlemeleri gerekir; eğer içinde yaşadıkları dünyayı anlamak istiyorlarsa. Sanat bunun sadece çok önemli bir parçasıdır. Galeri destekleme programımız var. Bu bize yeni galerilere, yeni ülkelere ulaşma imkanı verdi. Onlarla ilgili çalışmalar devam ediyor. Onlar da fuarda yer alacak ve dolayısıyla, çok etkili, çok etkileyici, canlı bir fuar bizleri bekliyor.
Bu söyleşinin orijinal hali Istanbul Art News, Eylül 2018 Sayı 54: Piyasa Ekinde yayınlanmıştır. Bahse konu sergi “Recent Aquisitions”, CI 2019 kapsamında sergilenmiştir.
Söyleşiyi beğendiyseniz aşağıdaki 👏🏻‘a istediğiniz kadar tıklayabilir ve yazının diğer insanlara ulaşmasına daha fazla katkıda bulunabilirsiniz.