Dehşeti Köreltilmiş Hikâyeler: Bebek Adımları

Gülce Özen Gürkan
VeganAbolisyon
Published in
8 min readSep 15, 2022

(Bu hikâyeler, 2015 yılında, Vegan Abolisyon dergisinin 5. sayısında yayınlanmıştır.)

Vegan olmaya doğru birer bebek adımı olarak önce bazı hayvan kullanımlarını bırakıp gerisine devam etmenin, hatta bazı hayvan kullanımlarını önce sadece bazı günlerde bırakıp diğer günlerde tüm hayvan kullanımlarına devam etmenin dahi hayvanlar için bulunulan birer özveri olduğunu ve desteklenmesi gerektiğini mi düşünüyorsunuz? Öyleyse belki de hayatlarını korkunç ‘adım’lara mahkûm ettiğimiz bebeklerin hikâyelerine dönüp bir bakmak gerekiyordur.

İlk bebeğimiz OnlaraNasılVeganlıkAnlatacağızlı köyündeki bir ahırda dünyaya gelen mini mini bir buzağı. Buzağının adı EtsizPazartesi olsun ama biz ona kısaca Pazartesi diyelim. Pazartesi’nin annesi sütü için köle olarak yetiştirilmiş bir inek. Babasını bilemiyoruz; annesi ahır sahibinin kendi kolunu üreme organlarına sokarak bıraktığı spermlerle döllenmiş. Amaç bir buzağı dünyaya getirmekten ziyade ineğin süt verimini artırmak. Annesi Pazartesi’yi yalayarak nefesini açıyor. Birkaç saat dinlenen Pazartesi, hemen annesini emmeye başlıyor. Birkaç gün emdikten sonra burnuna tuhaf bir levha takılıyor; bu levha takıldıktan sonra annesini dilediği zaman ememiyor artık; ahır sahibi istediğinde çıkarıyor levhayı. Bir zaman sonra da annesinden tamamen ayırıyorlar. Annesinin Pazartesi için ürettiği sütü çalıp insanlara satıyorlar. Çünkü insanlar sütten, yoğurttan, peynirden vazgeçemiyorlarmış.

Pazartesi’nin kölelik hayatının uzunluğu üreme organlarının biçimine bağlı. Ahır sahibi doğumun hemen sonrasında bakmıştı: Dişil üreme organı… Demek ki kölelik hayatı mezbahada birkaç ay sonra değil de birkaç yıl sonra bitecek. İki yıl önce Pazartesi’nin kardeşi doğduğunda onun üreme organları erkek çıkmıştı; ahırın bir boğası zaten olduğu için onu mezbahaya satmışlardı. Etsiz Pazartesi kampanyasını destekleyen bir ailenin Salı günkü yemeği olmuştu ölü bedeniyle. Aile bir gün önce et tüketmemiş olmanın iç rahatlığıyla mutlu mutlu kızartmıştı Pazartesi’nin birkaç aylıkken öldürülen kardeşinin bedenini.

Pazartesi de annesi gibi bir süt ineği olacak. Bunun anlamı, kardeşiyle aynı kaderi paylaşmadan önce birkaç yıl daha yaşayıp bedeninin insan hizmetine verilecek olması. Belirli aralıklarla ahır sahibinin kolu onu dölleyecek, yavruları ondan ayrılıp günde birkaç kez sütü çalınacak, ahır sahibi istediğinde dışarı çıkıp o istediğinde geri dönecek, çalınan sütleri ‘mutlu inek’ sütü olarak pazarlanıp insanlara satılacak ve satın alan insanlardan birkaçı muhtemelen Pazartesi’nin kardeşinin bedenini yemeyi reddeden ama kendisinin ve annesinin köleliğinde sakınca görmeyenler olacak. Birkaç yıl sonra insanlara yeterince hizmet veremediğinde ise o da bir mezbahaya satılıp Etsiz Pazartesi’cilerin Çarşamba yemeği olacak.

Böyle bir hayatı tahayyül edebiliyor musunuz? Belki de edebiliyorsunuz ve tam da bu yüzden vegan oldunuz. Çevrenizdeki birçok insanın sizin gibi vegan olmadığını, sizin etkilendiğiniz durumlardan aynı şekilde etkilenmediğini gördünüz ama bir yandan da, en azından bazı hayvanlar bu durumdan kurtulsun diye, insanlara bebek adımları önermeye başladınız. Oysa bebek adımlarının sonuçları ortada; bu hikayede herhangi bir ‘kurtulmuş’ ya da ‘kurtuluş’ görebildiniz mi? Bebek adımları önermek içinize siniyor mu gerçekten? Hemen her inek için daha da korkunç halleriyle de geçerli olan bu hikâyeye bebek adımlarıyla dahil olanları yine de alkışlayacak mısınız?

İkinci bebeğimiz DünyaBirGecedeVeganOlmayacak çiftliğinde yumurtasını biraz önce kırıvermiş bir civciv. Hayatı boyunca nelerle nitelenebileceğini düşünüp ona göre bir isim verelim: Sarı-Minik-Masum-YumurtaÜreticisi-Dövüşçü-Köle-İnsanYemeği-But-Kanat… Sarı diyelim. Sarı, bir fabrika çiftliğinde doğmamış, yani erkek üreme organına sahip olduğu bir seksör tarafından algılanıp doğrudan öğütme makinesine yollanmamış. Sarı, bir köy civcivi. Büyüyünce görkemli bir horoz olacak.

Sarı’nın annesi yumurtası ve nihayetinde eti için üretilmiş bir tavuk. Yumurtaları çalınıp pazarda ‘serbest gezen tavuk yumurtası’ olarak satılıyor. Böylece Sarı’nın annesine köleliği esnasında ayaklarını da kullanması için izin vermiş olmanın huzurunu taşıyan insanlar, sabahları bu yumurtaları yiyerek, endüstride tavuk istismarını değil de kümeste tavuk istismarını desteklemiş oluyorlar. Sarı’nın annesi için değişen pek de bir şey yok. Yumurtalığının son gücünü kullanarak insanların pazarda satacağı son yumurtayı da ürettikten sonra kafası kesilecek, ‘serbest gezen’ ayakları koparılacak ve bedeninden geriye kalanları insanlar ‘hayatı boyunca ayaklarını kullanabilme büyük şansına sahip olmuş bir tavuğun ölü bedenini satın almanın huzuruyla’ yiyecekler.

Sarı, pazarda horozu yeni ölmüş bir başka kümese satılana kadar annesinin yanında büyüyor. Bir kümese satılmasaydı kendisini sevimli bulan minik bir çocuğa satılacaktı. Büyüdüğünde çocuğa artık eskisi kadar sevimli gelmeyecek, evde bakımı ebeveynlere zor gelecek, çocuğa Sarı’nın onu bırakıp gitmek zorunda olduğu harika yerlerle ilgili bir masal uyduracaklar ve doktor tavsiyesiyle en az haftada bir kez tükettikleri ‘haşlanmış beyaz et’ için bu hafta da Sarı’nın bedenini kullanacaklardı. Sarı’yı sevmemiş değillerdi, sadece ‘bunlar hayatın gerçekleri’ idi. Çocuklarını ona bu gerçeklerin bedenlerini yedirerek büyütürken, onun Sarı’ya duyduğu özlemi hayvan satan bir dükkândan aldıkları bir muhabbet kuşuyla gidermeye çalışacaklardı. Hem muhabbet kuşu “babacım” ve “cicikuş” da diyebildiği için aile ferdi olmaya daha uygundu.

Sarı, satıldığı kümeste büyüyüp serpildi. Horoz dövüşçüleri Sarı’yı kümes sahibinden birkaç kez istediler ama sabahları tam zamanında öttüğü ve kümesinde ona ihtiyaç olduğu için kümes sahibi Sarı’yı satmadı. Sarı’nın kümesinden onlarca tavuk, yüzlerce civciv geçti; bazıları bir ayda, bazıları birkaç yılda öldürüldü. Sarı kaldı. Tam 16 yıl kaldı.

Bir sabah Sarı yine her zamanki gibi uzun uzun öttü. Gelgelelim, zaman her zamanki zaman değildi. Sarı her sabah ötmeye devam etti ama kümes sahibinin işine eskisi kadar yaramıyordu bu ötüşler. Bir sabah boğazını bir el kavradı; kümes sahibinin eliydi bu. Sarı’yı yatırdı, baltasını boynuna geçirdi, Sarı’nın 16 yıl boyunca elinde tuttuğu hayatını tek darbede bitiriverdi. Yaşlı horozun eti pek tutulmaz diye düşünerek 16 yıllık çalar saatinden kendisine bir akşamlık yemek yaptı. Oysa iki ay önce köyü ziyaret eden ve kümes sahibinin onun şerefine bir bütün tavuk kızarttığı fotoğrafçı, kümes sahibi ve 16 yıllık ‘emektar horozu’nun dostluğundan blog yazısı çıkarmış; bazı hayvan savunucuları da gözleri dolarak paylaşmışlardı.

Yukarıdaki hikâye, bir civcivin yaşayabileceği en iyi hayatı anlatıyor. Bu kuş bebeğin yaşamı boyunca adım adım maruz kaldığı kölelik bize tavuk ve horozları rahat bırakmamızın, onları *hiçbir şekilde* kullanmamamızın ne kadar hayati bir öneme sahip olduğunu göstermiyor mu? Hayvanları mal ve kaynak olarak kullanmayı tamamen reddetmek dışında hangi bebek adımı bu horozun köleliğinin önüne geçebilir?

Sıra üçüncü bebeğimizin hikâyesinde. Bu bebek bir balık yavrusu. Adını Peske koyalım. İtalyanca’da pesce balık demek; bir bebek adımı olarak da görülen ve diğer hayvanlar yerine balık bedenine dişlerini geçirenlerin kendilerine takıyor olduğu isimde geçiyor Peske. Bir balık çiftliğinde doğmamış ama insanların bedenini yiyecek ya da hammadde olarak kullanmayı tercih ettiği türlerden birinin mensubu. Büyüyene kadar balık ağlarından ve balık avlamayı bir çeşit ‘meditasyon’ ya da ‘romantizm’ olarak gören kişilerin oltalarından kaçabilmiş.

Etrafında bunlardan kaçamayan birçok balık var. Yan yana yüzdüğü balıklardan bir tanesi bir gün bir ağa takılıyor; ağda kendisiyle birlikte diğer balıklar, başka deniz hayvanları ve bazı su kuşları var. Yukarı çekilip denizden tamamen çıkarıldıklarında suda yaşayanlar boğulmaya başlıyor; acı içinde kıvranıyorlar. Daha sonra bir yüzeye yatırılıp elektrikle şoklanarak korkunç bir acı içinde ölüyorlar. Bu katliamdan haberdar olan birçok kişinin üzüldüğü hayvanlar yenen balıklar değil, onlar katledilirken yanlışlıkla ağa takılan hayvanlar oluyor. Yenmedikleri sürece ölümleri boşa gitmiş gibi görülüp onlar için üzülünüyor; yaşamının elinden alınması gibi dehşet verici bir adaletsizlik, insanların kafasında yiyecek olmakla meşrulaşıveriyor.

Peske bazen bir tele çarpıp kaçıyor; dolaştığı yerlerde balık çiftlikleri de var ve buralarda onun gibi balıklar insan yemeği olmak için üretiliyorlar. Çiftlik balıklarının kafesleri bazen denizin ortasına inşa ediliyor, bazen de bir havuzdan kafes yapılıyor. Bu kafeslerde balıklar döne döne öldürülecekleri günü bekliyorlar. O gün gelince onlar da ya boğularak ya da elektrik şokuyla katlediliyorlar. Ölü gözleri pazarlarda ve marketlerde onları satın almak için gelen görmez gözlerin görüş alanlarına temas ediyor. Öyle bir çaresizlik ki onlarınki, kimse onları bir tavada ölü bedenlerinin yakılması ya da başsız bir gövde halinde tabakta aldıkları yer dışında anlamlandıramıyor; kimse onların da hayata gözlerini açtığını, suları dolaştığını, çiftleştiğini, suyu ve susuzluğu hissedebildiğini, kesilip atılan organlarının bir zamanlar onlara can verdiğini hayal dahi edemiyor. Havayı soluyan hayvanları yememeyi seçenler, suyu soluyan onları hayvandan saymıyor, adlarını “deniz ürünü” takıp bedenlerini dişlerinin arasında parçalarken adalete dair hislerini kendi yakıştırmaları olan bu “ürün”lükte boğuyorlar. Aynı pazardan hem ölüsünü hem de dirisini alıyor; dirisini akvaryum adlı kafeslere, ölüsünü tavaya koyuyor; birini zevkle seyrederken diğerini yiyorlar.

Elbette Peske’nin sonu diğer balıklardan pek de farklı olamıyor. Bir gün karşısına çıkan bir yiyeceği ısırdığı anda damağından içeri bir şey saplanıyor, acı içinde çırpınırken damağından yukarı çekiliyor ve her Pazar Galata köprüsünde balık öldürmeyi hobi edinmiş bir balık avcısının ellerinde buluyor kendisini. Avcı damağından o şeyi acı verici bir şekilde çıkarırken Peske boğuluyor, öleyazmışken birkaç balıkla birlikte küçük bir kovanın içinde buluyor kendisini. Yüzecek yer yok; kovadan kurtulmak için atladığında denize değil kaldırıma düşüyor, yine boğuluyor, öldü ölecek. Balık avcısı onu yine kovaya koyuyor, Peske güç bela hayatta. Birkaç saat sonra balık avcısı onu kovadan çıkarıyor, Peske boğularak can çekişirken gövdesini yarıyor, organları tek parmakla bedeninden koparılırken de bu esnada ölürken de gözleri açık. Apaçık. Balık avcısı akşam arkadaşlarıyla birlikte Peske’yi rakısına meze yaparken içlenip içlenip dünyanın adaletsizliğine isyan ediyor. Kendi ellerindeki kanı daha bir iki saat önce sabunlamışken. Fotoğraf da çekiyorlar rakılı cesetli köle peynirli masalarında; sosyal medyada paylaşıyorlar. Çektikleri hiçbir fotoğraf hayvan savunucularının kamalı tüfekli avcı fotoğraflarına verdiği tepkilerin hiçbirini almıyor. Olta Peske’yi öldürmezmiş, daha küçük bıçaklar bedenini parçalamazmış gibi.

Belki bu hikâye, “balık da mı yemiyorsunuz” gibi anlamsız bir soruyu “balık dışındaki hayvanları yemiyorum” şeklinde cevaplandırarak kendisini daha adil bir konumda hissedenlerin ilgisini biraz çekebilmiştir.

Dördüncü bebeğimiz bir kuzu. İnsanların ‘kombine verimli ırk’ kategorisinde yetiştirdiği kıvırcık ırka mensup. Bir kuzuyu ona bir süre sonra muhtemelen zaten verilecek olan Çorap Yünü ya da Pirzola ya da Peynir ya da Halı gibi isimlerle çağırmak kişi olarak görüp hikâyesini incelediğimiz biri için uygunsuz olacağına göre adı Kıvırcık olsun. Kıvırcık AnneanneminÖrdüğüYünÇoraplar adlı çiftlikte doğuyor. Annesi gibi o da çeşitli amaçlarla beslenen bir koyun olacak. Annesi artık 8 yaşında, bir daha yavrulayamayacak. Kıvırcık annesini 2 ay emecek, annesi 4 ay daha sağılacak, sonra sütten de kesildiği için öldürülecek ve bedeni parça parça satılacak. Koyun yetiştiriciliğinin altın kuralı: Koyundan yavru alınmadığı yıl o koyun boşuna beslenmiş demektir.

Kıvırcık’ın ondan önce doğan tüm kardeşleri doğumdan birkaç hafta sonra kasaplara satılmış; et restoranlarının vitrinlerinde ölü bedenleri kaç aylık, hatta kaç haftalık olduklarına göre dizilmiş. Aileler birkaç aylık bebeklerini de alıp bu restoranlara gelerek Kıvırcık’ın birkaç haftalık ya da aylıkken katledilen kardeşlerinin bedenlerini yemişler. Çıkışta da McDonalds’ın önünde eylem yapan hayvan aktivistlerini görüp hayvan endüstrisinin insanları nasıl da tüketime yönlendirdiği hakkında bilgi alarak endüstriyi kınamışlar.

Kıvırcık, annesinin yerini dolduracağı için kesime yollanmıyor. Her baharda bedeninin tüyleri alınacak, hamile kalıp doğuracak, çocuklarının çoğu birkaç aylıkken kendisinden alınıp katledilecek, aylarca sütü sağılacak, sütü kesilirken tekrar hamile bırakılacak, tekrar doğuracak, tekrar sağılacak, 7–8 yıl sonra o da öldürülecek. Bu esnada çiftliği ziyaret edenler onun başını okşadıktan hemen sonra Kıvırcık’ın kendi yavruları için ürettiği sütü çalanların o sütten yaptığı peyniri satın alıp evlerine geri dönecekler.

Üstelik Kıvırcık’ın köleliği ölümünden sonra bedeninin parçalarıyla devam edecek: Bedeninin tüyleri iplik atölyesine satılacak ve tuhafiyeden bu ipliği alan biri torununa çorap örecek. İçine kölelik örülmüş bu çorabı giyen torun, hayvanlara karşı ‘şefkatli’ davranmak istediği için hayvan bedeni ve çıktısı yemeyi bırakacak, ama anneannesinin safi kölelikten ördüğü çorapları ‘endüstriden satın almadığı için’ kullanmakta sakınca görmeyecek.

Bu yazıdaki tüm hikâyeler gerçek olaylara ve hikâye yazılırken veya okunurken olmakta olanlara dayanmaktadır. Anlatıcı daha fazla dayanamamaktadır; anlatmaya ve okumaya dayanması bile zorken uygulaması neden bu kadar kolay gelmektedir? Adım adım vegan olmak ne demektir? Adımlarda zaman geçirmek ne demektir? Hayvanlara adaleti taksit taksit vermek ne demektir? Öldürmekten, köleleştirmekten aşamalı olarak vazgeçmek ne demektir? Aşamalarda katledilen hayvanların hayatları aşama uygun görücülerinin rahatlarından daha mı az değerlidir? Kesinlikle değildir. Hayvanları mal ve kaynak olarak görüp kullanmaya bir an önce tavizsiz bir biçimde son vermeli, yani vegan olmalısınız. Veganlık kolaydır, hesaplıdır, doğru beslenildiğinde birçok sağlık avantajını da beraberinde getirir, çevreye önemli katkıları vardır, fakat vegan olma gerekliliğinin tüm bunları ikincil bırakan asıl sebebi, yukarıdaki hikâyelerin kahramanlarından hiçbirini kullanma hakkımızın olmamasıdır. Benzer şekilde, veganlıktan daha azını asla önermeme ve onaylamama gereğinin asıl sebebi, hikâyenin kahramanlarına canımızın istediği kaderi biçme gibi bir haddimizin olmamasıdır. Bebek değiliz, adalete yönelik sorumluluklarını yerine getirmesi gereken yetişkinleriz. Bebek adımlarına ihtiyacımız da yok, hakkımız da.

--

--

Gülce Özen Gürkan
VeganAbolisyon

Adalet ve özgürlük denince aklıma ilk gelen site: www.VeganOluyorum.com / A website to help you do the right thing for animal rights: www.HowDoIGoVegan.com