Hayvan Hakları: Çözüm Antikapitalizm mi?

Izeyneloglu
VeganAbolisyon
Published in
12 min readMay 19, 2021

Hayvan hakları söz konusu olduğunda, özellikle hayvan sömürüsü kavramı ortaya atıldığında çoğu kişi bunun bir sistem meselesi olduğunu düşünür. Sömürü kavramının kapitalist üretim biçimine has olduğu inancının bunda katkısı var elbette. Ancak, hayvanlar söz konusu olduğunda sömürü gerçekten de sadece kapitalist sistemde mi mevcuttur? Başka sistemlerde hayvan sömürüsü otomatikman ortadan kalkmakta mıdır? Hayvanların temel haklarının korunması açısından, farklı ekonomik sistemler farklı sonuçlar doğurur mu?

Bu yazıda, bu sorunun cevabının olumsuz olduğunu, hayvanların üretim aracı olarak kullanıldıkları her sistemde temel haklarından yoksun kalacaklarını göstermeye çalışacağım. Bunun için öncelikle ekonomik sistemin tanımını yaptıktan sonra bazı sistemlerin özelliklerinden bahsedeceğim. Daha sonra söz konusu sistemlerde hayvanların durumuna dair bazı örnekler sunarak sistemler değişse dahi hayvan hakları açısından kapitalist sistemle alternatiflerinin arasında bir fark olmadığını göstermeye çalışacağım.

1. Ekonomik Sistemler

Ekonomik sistem, bir toplumda mal ve hizmetlerin üretimini, ticaretini, dağıtımını ve kaynakların üretime tahsis edilmesini düzenleyen, ayrıca üretimi kimlerin yapacağına karar veren uygulama ve ilkeler bütünüdür (Wikipedia).

Orr, ekonomik sistemleri birbirinden ayıran özellikleri ifade eden ve her sistemde cevaplanması gereken soruları şöyle özetler: hangi mal ve hizmetler üretilmeli, bu mal ve hizmetler nasıl üretilmeli, bu mal ve hizmetler nasıl el değiştirecek (hediye, takas, ticaret, paylaşma, vb.), üretim araçlarına kim sahip olacak, üretim ve dağıtım faaliyetlerine devlet ne kadar dahil olacak (Orr, 2011: 22).

İnsanlık tarihindeki kültürel çeşitliliğe rağmen toplumların uygulamaya koyduğu ekonomik sitemler aynı çeşitliliği göstermemektedir (Duignan, 2012: 64). Duignan’a göre insanlık tarihine bakıldığında, 3 tip ekonomik sistem gözlemek mümkündür: gelenek ilkesine dayalı sistemler, komutaya dayalı sistemler (bu iki ekonomik sistemi piyasa öncesi sistemler olarak adlandırmak mümkündür) ve piyasaya dayalı ekonomik sistemler. Duignan planlı merkezi sistemleri de komutaya dayalı sistemlerle birlikte sınıflandırmaktadır ancak bu tartışmaya açık bir görüştür[1]. Geçmişte ve günümüzde uygulamaya konmuş bu ekonomik sistemlerden başka, henüz bazı yerel örnekler dışında geniş çapta uygulamaya konulmamış olduğunu söyleyebileceğimiz komünal üretim sistemini de dördüncü bir kategori olarak ele almak uygun olacaktır. Tüm bu sistemlerin ortak noktası verimliliğe verdikleri önemdir. Burada verimlilikten kasıt üretim-dağıtım-bölüşüm modellerinin toplumsal uyumu sağlayacak ve refahı artıracak şekilde ve rasyonel kararları içerecek şekilde yapılmasıdır.

A. Gelenek ilkesine dayalı sistemler:

Geleneğe dayalı sistemlerde üretim kararları arz ve talep kanunları yerine geleneğe/inançlara göre belirlenir (Orr, 2011: 20). Bu tür sistemlerde iktisadi kararların verimliliği sosyo-ekonomik rollerin (iş bölümünün) zaman içinde değişmeden hep aynı kalmasından kaynaklanır. Örneğin, hep aynı kişilerin ava çıkması avcılıkta ustalaşmayı doğurur. Bu tür sistemlerde ormancılık, avcılık, tarım gibi birincil sektörü oluşturan faaliyet kolları üretim faaliyetinin neredeyse tamamını oluşturur.

B. Komutaya dayalı sistemler:

Hiyerarşik ve komutaya dayalı sistemlerde neyin, nasıl ve kimin için üretileceği iktidar sahiplerinin tercihine bırakılmıştır. Buna örnek olarak antik Mısır’ı örnek verebiliriz. Burada merkezi bir otoritenin, emeği geleneksel faaliyetlerden uzaklaştırarak kendi belirlediği alanlara yönlendirmesi mümkün olmakta ve böylece geleneğe dayalı sistemlerden çok daha fazla artı değer yaratılması mümkün olmaktadır. Hiyerarşik sitemde alınan iktisadi kararlar da etkin olabilirler. Örneğin Çin Seddi gibi bazı büyük projeler ancak bu tür sistemlerde mümkün olabilmektedir.

C. Piyasaya dayalı sistemler:

Ortaçağda ticaretin gelişmesiyle birlikte üretim kararları derebeylerinden çıkıp tüccarların inisiyatifine geçmiştir. Bu dönemde sermaye en çok ticaret yoluyla birikmiştir (Huberman, 1195: 179) ancak piyasa mekanizmasının büyük çapta bir arz sağlaması için emeğin tedariki de lazımdı (Huberman 1995:183). Mesela, yün fiyatlarındaki artışa bağlı olarak on altıncı yüzyılda toprak sahipleri tarlalarını çevirip meraya dönüştürünce emek kırsaldaki tarımdan şehirlerdeki sanayiye akmaya başladı. Benzer olaylar on sekizinci yüzyılda daha da sık görülmeye başladı ve ücretli işçilik gelişti. Böylece imalat arttı, şehirler büyüdü, evde parça başı üretim yerini fabrika sistemine bıraktı. Bu şekilde kitlesel arz ve kitlesel talep ortaya çıktı. Bu da piyasaya dayalı sistemlere örnek olan kapitalizmi doğurdu ve geliştirdi.

D. Planlı Merkezi Sistem:

Burada hem üretim kararları hem de bölüşüm kararları merkezi yönetim tarafından belirlenmektedir. Bu planlamanın ön şartları şunlardır: ülke kaynaklarının dökümünün yapılması, üretim araçlarının mülkiyetinin devlete verilmesi, üretim güçleri üzerinde devletin hakimiyetinin sağlanması (K. Fişek, 1970: 78).

E. Komünal üretime dayalı sistem:

Üretim biçimi müştereklerin ortak mülkiyetine dayanan ancak müşterek olma özelliğine sahip olmayan kaynakların bireysel mülkiyetine izin veren karma bir sistem bugün kapitalist sistemin en olası alternatifi olarak görülmekte. Bir kaynağın müşterekleştirilmesi kararı, bireysel mülkiyetten özyönetime dönüştürülme sürecinin maliyet ve faydasının kıyaslanmasıyla alınır. Bu fayda ve maliyetler ise söz konusu kaynağın özelliklerine bağlıdır. Mesela kaynağın az kullanılıyor olması ya da çok bol olması durumunda özyönetim ortaya çıkmamaktadır. E. Ostrom’un müşterekler tanımına göre bir kaynağın müşterek olabilmesi için kullanıcıların geçimlerinin büyük bir bölümü için bu kaynağa bağımlı olmaları gerekir (Adaman ve diğ. 2017: 60).

Görüldüğü üzere çeşitli ekonomik sistemlerin birçok farklı özelliği vardır. Pekiyi, bu özelliklerden hangileri hayvan hakları açısından önem arz eder? Konumuz, herhangi bir sistemde üretim faktörü olarak görülen hayvanların yaşama ve acı çekmeme çıkarlarının korunup korunamayacağını tespit etmektir. O zaman, sistemlerin temel alınması gereken özellikleri bölüşümün nasıl yapıldığı, mal ve hizmetlerin ne yolla el değiştirdiği ya da üretim biçimi değil, üretim faktörlerinin mülkiyetinin kimde olduğu ve üretim kararlarını kimin aldığı olmalıdır.

2. Farklı Sistemlerde Hayvanların Durumu

Bu bölümde farklı sistemlerde hayvanların konumuyla ilgili örnekler sunulacaktır.

A. Geleneğe dayalı sistemlerde hayvanların konumu: Geleneksel üretim biçiminde kâr güdüsü olmadığı halde avcılığın iktisadi faaliyet içinde önemli bir yer kapladığını daha önce belirttik. Avcılıkta kullanılan araçların ise özellikle acısız öldürmek gibi bir kaygıyla tasarlandığına dair bir bilgi söz konusu değil. Sonuçta hayvanlar bir besin kaynağı olarak görülmekteydiler. Ayrıca hayvanlar ilaç olarak da kullanılmaktaydı. Örneğin Kamboçya’nın kuzeyinde yaşayan 33 bin nüfuslu Bunong halkı 22 hayvan türünü geleneksel sağlık uygulamalarında kullanmaktadır[2]. Dolayısıyla, geleneğe dayalı sistemin hayvanların yaşam haklarını ve acı çekmeme çıkarlarını koruduğuna dair bir iddiada bulunmak mümkün değildir.

B. Hiyerarşik sistemde ise her otoriter sistemde olduğu gibi mega projeler ön plandadır. Bu mega projelerde çalışacak işgücü için önemli miktarda hayvanın gıda olarak kullanılması gerekmiştir. Örneğin Gize’deki 3 Mısır piramidinin inşaasında 10 bin kişinin çalıştığı tahmin edilmektedir. İnsanları inşaatta çalışmaya teşvik amacıyla işçilere verilen öğünlerin zengin tutulduğu ve her gün, piramit işçilerini beslemek için yaklaşık 2 bin kilo et sağlayacak kadar, koyun, keçi ve büyükbaş hayvanların kesildiği tahmin edilmektedir (inşaat alanındaki hayvan kemiklerinden yola çıkılarak yapılmış bir tahmin). Ayrıca hayvanların, inşaat alanına Nil Deltası’ndan getirildiği ve işçileri doyurmak üzere kesilene kadar ağıllarda tutulduklarına dair bulgular mevcuttur. İşçiler büyük ihtimalle burada, köylerinde olduklarından çok daha etçil bir beslenme imkanı bulmuşlardır. Yani bu sistemde de hayvanların korunduğuna dair bir iddiada bulunmak zordur.

C. Planlı merkezi sistem örneği olarak SSCB’ye baktığımızda çiftlik hayvanlarının kullanımıyla ilgili olarak bugün birçok ülkede gözlemlenenden farklı bir uygulamaya rastlanmamakta. Propaganda posterlerinden anlaşıldığı üzere hayvancılık sektöründe üretimin (!) artırılması amacıyla daha fazla tahıl rezervinin kullanılmasının öğütlendiği posterleri görmek mümkün. SSCB’nin hayvancılık sektöründeki yapay seçilim uygulamaları üzerine detaylı bilgiler veren 1989 tarihli bir çalışma, SSCB’de 115 milyon büyükbaş hayvan bulunduğunu ve Hindistan’dan sonra dünyada en fazla büyükbaş hayvana sahip ülke olduğunu bildirmektedir (Ernest ve Dmitriev, 1989). Bunun dışında köpeklerin de SSCB’de uzay deneylerinde kullanıldığı bilinmektedir. Örneğin sputnik deneylerinde kullanılan ve uzaya ilk çıkan köpek olan Laika’nın hikayesi Wikipedia’da şöyle anlatılmaktadır:

“Moskova sokaklarından toplanan melez bir köpek olan Layka, 3 Kasım 1957 tarihinde fırlatılan Sputnik 2 uzay aracının yolcusu olarak seçildi. Dönem itibarıyla uzay uçuşunun canlılar üzerinde etkileri hakkındaki bilgilerin azlığı ve yörüngeden çıkarma teknolojisinin henüz var olmaması sebebiyle Layka’nın hayatta kalmasına ilişkin bir beklenti yoktu. Layka; muhtemelen R-7 roketiyle köpeğin bulunduğu bölmenin ayrılması sırasında meydana gelen bir arızadan kaynaklanmış olduğu düşünülen aşırı ısınmadan dolayı, fırlatmadan sonraki birkaç saat içinde öldü. Kalkıştan önce bir bilim adamı Layka’yı çocuklarıyla oynaması için evine götürdü. Daha sonra Sovyet uzay eczacılığını anlatan kitabında Dr. Vladimir Yazdovski, ‘Onun için güzel bir şey yapmak istedim. Yaşayacak çok az zamanı kalmıştı’ dedi”.

Yani üretim araçlarının bireysel kârı maksimize etmek için kullanılmadığı ve kararların devlet tarafından alındığı SSCB’de de çiftlik hayvanları ve diğer hayvanların hem gördükleri muamele hem de temel haklar bakımından diğer ekonomik sistemlerdekinden farklı bir konumda olmadığı görülmektedir. Ayrıca bu örnek, hayvan hakları söz konusu olduğunda muamelenin bir önemi olmadığını göstermesi açısından önemlidir. Gerçekten de, Laika’yı mutlu etmek için uçuştan bir gece önce onu evine götüren Dr. Yazdovski’nin bu çabasının ne kadar anlamsız olduğu burada açıkça görülüyor. Bizim açımızdan bakıldığında Laika’ya güzel bir son akşam yaşatmak (iyi muamele etmek) onun bile bile ölüme gönderilmiş olmasını mazur göstermiyor, içimizi rahatlatmıyor. Laika’nın açısından bakıldığında ise muhtemelen o gece Dr. Yazdovski’nin evinde güzel bir akşam geçirip ertesi günü uzaya fırlatılmak yerine sokakta yaşamaya devam etmeyi ve bu deneyde yer almamış olmayı tercih ederdi.

Burada belki şöyle bir itiraz gelebilir: SSCB sosyalist bir sistem değildi, devlet kapitalizmiydi, o yüzden örnek gösterilmez. Bu itirazın konumuz açısından bir önemi yoktur. Üretim araçlarının bireysel mülkiyetinin yasaklanmasının hayvanların temel haklarını korumaya yetmediği sonucu yine de geçerlidir.

D. Komünal üretim sistemlerinde hayvanların konumu: Bu tür sistemlerde hayvanların ne durumda olacağını belirlemek için hangi kaynakların müşterek sıfatını alacağı ve bu müştereklerin nasıl kullanılacağını belirlemek gerekir. Eğer yeterli derecede mera alanı varsa hayvancılık sektöründe muhtemelen kolektif üretim yapısı ortaya çıkmayacaktır çünkü hayvanların sürekli doğurtulması hayvanın kıt bir kaynak olmasına engeldir. Balıklar buna bir istisna teşkil edebilirler çünkü üremeleri insan tarafından yönetilmediği için kaynaklarda azalma görülmesi çok sık yaşanan bir durum. Nitekim, özyönetim şekli özellikle deniz hayvanlarının avlanmasında sıkça görülür.

Burada ortaya çıkan müşterekler meta üreten müşterekler ya da anti-kapitalist müşterekler şeklinde ortaya çıkabilir (Adaman ve diğ. 2017:137–143). Örneğin, İsviçre’de mandıra inekleri için otlak haline getirilen Alp meraları çiftçi birlikleri tarafından ortak yönetilmektedir. Benzer şekilde, bini aşkın Maine’li ıstakoz avcısı da av alanlarını paylaşarak ve gönüllü kotalar koyarak komünal bir av paylaşım sistemi kurmuş durumdalar. Caffentzis ve Federici bu özyönetim şekillerini eleştirirler çünkü bu müştereklerin meta ürettiklerini ve kapitalist sistemin içinde konumlandıklarını düşünürler. Alternatif olarak anti-kapitalist müşterekler diye bir kavram ortaya atar ve bu müştereklerin Marksist ve anarşistlerin amaç edindiği ancak gerçekleştiremediği tasavvuru barındırdığını savunurlar. Yazarlar bu tasavvuru şöyle tanımlarlar: “kendi kendini yöneten ve yalnızca soyut bir eşitlik için değil, insanların ihtiyaç ve arzularını karşılamak için örgütlenmiş özgür üretici birliklerinden oluşan bir toplum”. Görüldüğü üzere anti-kapitalist olduğunu iddia eden bu tasavvur da insan merkezcidir.

Yazarlar ayrıca antikapitalist müştereklerin üretim araçlarına eşit erişim ve eşitlikçi karar alma süreçlerini temel almaları gerektiğini söyler. Üretim araçlarından ne kastedildiğini belirtmeye ihtiyaç bile duymamış olmalarından üretim araçlarının geleneksel tanımı dışında bir tanım önerisinde bulunmadıkları tahmin edilebilir. Ayrıca, E. Ostrom’un müşterekler tanımına göre bir kaynağın müşterek olabilmesi için kullanıcıların geçimlerinin büyük bir bölümü için bu kaynağa bağımlı olmaları gerektiğini tekrar hatırlayalım.

Bu durumda, hayvanların üretim aracı olduğu bir dünyada onların yaşadığı alanların anti-kapitalist müştereklere dönüşmesi hayvanlar açısından ne ifade eder? Muhtemelen sırtlarından para kazanan kişi sayısının birden fazla olması dışında bir şey ifade etmez. Sonuçta Ostrom’un dediği gibi kullanıcıların geçimini sağlamak için büyük oranda o kaynakları (hayvanları) kullanmaya ihtiyacı vardır ve Caffentzis ve Federici’nin belirttiği gibi, özgür üretici birliklerin amacı insanların ihtiyaç ve arzularını karşılamaktır. Özgür olanların da üretici birlikler yani insanlar olduğunu dikkatinize sunalım. Ayrıca, üretim araçlarına eşit erişim vurgusunun da hayvanların temel haklarının korunmasıyla ilgili bir önerme içermediği ortadadır. İnsanların kaynak olarak hayvanlara eşit erişiminin olması sadece insan için bir fark yaratır, hayvan için değişen bir şey yoktur. Müştereklerin trajedisinin yalan olduğu ve gerçekte müşterekleştirmenin söz konusu kaynağı (örneğin balıklar-ıstakozlar) daha sürdürülebilir şekilde ve daha uzun süre kullanmaya olanak sağlaması ise yine avlanan hayvanlar açısından bakıldığında bir önem arz etmemektedir. Tüm iyi niyetimizle varabileceğimiz en iyimser sonuç, antikapitalist müştereklere dayalı bir ekonomik sistemin hayvan kullanımına dair net bir karşı duruşu garantilemediğidir.

3. Sonuç

Tüm bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, asıl mesele üretim kararlarının kim tarafından alındığı ya da üretim araçlarının mülkiyetinin kimde olduğu değil; hayvanların bir üretim aracı olarak görülüp görülmediğidir. Hayvanlar basit bir input (girdi malı) oldukları sürece hayvanların yaşama hakkının korunması mümkün değildir. Üretici için rasyonel olduğu sürece tavuklar kafesten çıkarılabilirler, inekler çayırlarda bebekleriyle bir arada dolaşabilirler ama asla uzun bir hayatın sonunda yaşlılıktan ölmezler. Üstelik üretici için bu yaşam biçimi rasyonel değilse o zaman bu yaşam biçimini dahi yaşayamazlar. Burada rasyonellik kavramının altını çizmekte fayda var. Yazı boyunca bahsi geçen rasyonel davranışları hatırlayalım: Mesela Mısır piramidlerinin inşasında zorlu koşullarda çalıştırılacak insanları hem bu çalışmaya ikna etmek hem de güçten düşmelerini engellemek için bolca et yedirmek rasyoneldi, geleneksel toplumlarda hep aynı kişinin ava çıkması rasyoneldi (böylece avın kaçıp kurtulma olasılığı azalıyor), uzay deneylerinde insan yerine Laika’nın kullanılması rasyoneldi. Yani rasyonel insan her daim kendi faydasını maksimize etmeye çalışıyor, başkasının faydasını değil. Eğer insanın faydasını artıran şey tesadüfen hayvanın refahını da artırıyorsa ne âlâ, o zaman muameleye dair bir ilerleme olabilir. Ancak, hak ihlalini yapmadan önce iyi muamele etmenin hak ihlalini mazur göstermediğini Laika örneğinde deneyimlemiştik.

Peki mesele ekonomik düzen değil de hayvanın eşya statüsü ise hayvanların yaşadığı sorunların sistemden kaynaklandığı düşüncesi neden bu kadar yaygın? Bu genellikle yine bir input türü yani üretim araçlarından biri olan emeğin zihnimizdeki yeri ile ilgilidir. Emeğin üretim sürecinde kullanımı normal koşullarda bir ölüm-kalım meselesi değildir. Üretim sürecinde emeğin tamamen tükenmesini yani işçinin ölmesini şart koşan bir üretim fonksiyonu yoktur. O yüzden emek söz konusu olduğunda mesele kullanım değil gerçekten muamele meselesidir. Yüksek ücretlerle, konforlu bir ortamda, kendimizi geliştirebileceğimiz, sosyalleşebileceğimiz bir işte çalışıyorsak üretim sürecinde kullanılıyor olmaktan şikayet etmeyiz, aksine mutlu oluruz. Sorun aynı işi kötü koşullarda yapıyor olmakla ilgilidir. Gerçekten de bazı ekonomik sistemler emeğin gördüğü muameleyi diğerlerine göre kayda değer derecede iyileştirir. Bu yüzden de insanların gözünde diğer ekonomik sistemlere göre daha tercih edilebilir bir konumda olurlar. Ancak aynı ilkeyi hayvanlara uygulamak mümkün değildir çünkü emeğin aksine, hayvanın üretim sürecinde tamamen yıpranması ve yok olması söz konusudur. Et endüstrisinde bu yıpranma/yok olma hemen gerçekleşiyorken süt-yumurta endüstrisinde birkaç döneme yayılmaktadır, aradaki tek fark budur. İşte hayvan haklarının korunması için sistem değişikliğine bel bağlayanların gözden kaçırdığı nokta emek ile hayvanın input olarak durdukları bu farklı konumdur.

Meselenin muamele değil de kullanım olduğunu kabul etsek ve veganlığın şart olduğunu düşünsek dahi kapitalist sistem var oldukça hayvanları korumak mümkün olabilir mi ki? D. Nibert bu soruya 3 sebepten olumsuz cevap veriyor. Nibert’ e göre herkes veganlığı yaymaya çalışsa bile kapitalist sistem küresel veganlığı ütopik kılar çünkü 1. Kitlesel medyada her gün gördüğümüz reklamlar hayvancılık endüstrisinin vermeye çalıştığı mesajları insanların aklına kazıyarak toplum mühendisliğine katkıda bulunurlar 2. Hayvancılık endüstrisinin politika yapıcılarla arasındaki güçlü bağ ve lobicilik faaliyetleri kanunların naveganlığı yasaklamayacak şekilde yapılmasına yol açar, 3. 2008 krizinde görüldüğü üzere kapitalizm insanları fakirleştirir ve bu kadar çok fakirlik ve yoksunluğun bulunduğu bir dünyada kendi hayatını idame ettirmeye odaklanmak zorunda kalmış birçok kişi için hayvanlardan elde edilen ürünleri reddetmenin önemini fark etmek zor olacaktır (D. Nibert, 2013: 266–270).

D. Nibert’in ABD’de yaşadığı deneyimlere göre böyle bir fikre kapılması gayet anlaşılır bir durum olmakla birlikte ileri sürdüğü argümanların vegan olma kararıyla ilgisi yazarın sandığından daha zayıftır. Kitlesel medyanın insanları reklam yağmuruna tuttuğu ve bu reklamların da veganlığı öğütlemediği doğrudur ancak veganların taban hareketi örgütleyerek veganlığı daha görünür kıldıkları da doğrudur. Bu taban hareketi sayesinde veganlık daha görünür hale gelmiş ve veganların sayısı da yüksek bir artış hızı kazanmıştır. Doğru nedenlerle vegan olan bir kişi fast food reklamı gördü diye naveganlığa dönmez. Politika yapıcılar ve sermaye ilişkisi konusunda da Nibert haklıdır ama politika yapıcılar veganlığı yasaklamadıkları sürece bu ilişkinin veganlıkla bir ilgisi yoktur. Politika yapıcıların vegan olmaya karar verenlere yasak getirmemeleri, veganlığın yayılması için yeterlidir. Son olarak, yoksul insanların kendi dertlerinden başını alıp da başka baskı türlerini fark edemeyeceğini söylemek ise etik davranışların sadece zenginlerin tekelinde olduğunu, yoksulların başkalarına haksızlık yapmaya mahkum olduğunu, onların ahlaki sorunları fark etmekten aciz olduklarını söylemekle aynı şeydir ve bunun yoksullar için bir iltifat olmadığı ortadadır. Ek olarak şunu hatırlatmakta fayda var: yukarıda gördüğümüz üzere, tüm ekonomik sistemler içinde bireysel tüketim/üretim kararlarına en çok saygı duyulan sistem kapitalist sistemdir çünkü kapitalizmin temelinde bireysel kararlar, üretim araçlarının bireysel mülkiyeti vardır. Vegan olmak da bireysel bir tüketim kararı olduğuna göre kapitalizmin bununla bir derdi olmayacağı açıktır. Bu yeni bireysel tüketim biçimi kapitalizm açısından yeni pazarlar ve yeni kazançlar dışında bir anlam ifade etmeyecektir.

Bu aşamada aklımıza son bir soru daha takılabilir: hayvanların mal ve kaynak olarak görülmeyeceği bir sistem mümkün değil mi? Bob Torres “Making a killing” adlı kitabında bu soruya olumlu cevap veriyor. Torres, anarşistlerin hayvan kullanımını reddetmesi gerektiğini çünkü hayvan kullanımının bir tahakküm biçimi olduğunu söylüyor ve insanla hayvan arasındaki hiyerarşi de dahil olmak üzere tüm hiyerarşilerin reddedildiği anarşist bir düzende hayvanların mal ve kaynak olarak görülmeyeceğini ve tam bir eşitlik düzeninin sağlanabileceğini savunuyor. Ancak bunun gerçekleşmesi için öncelikle içinde bulunduğumuz hiyerarşi ve baskı düzeninin yıkılmasını beklememiz gerektiği fikrine karşı çıkıyor. Aksine, içinde yaşadığımız düzendeki tüm tahakküm ve baskı çeşitlerini tespit edip kendi gündelik hayatımızdan çıkarmadığımız sürece yani kendi zihnimizi temizlemediğimiz sürece o zihinle kuracağımız yeni düzen de baskı ve tahakkümden arınmış olmayacaktır (Torres, 2007: 124). Yani Bob Torres’e göre hayvanların kaynak olarak görülmeyeceği bir sistem vardır ama o sistem ancak biz şimdi hayvanları kaynak olarak görmeyi bırakırsak hayata geçebilecektir. Diğer bir ifadeyle, hayvan haklarında ilerleme sağlanması için sosyal anarşizmin gelmesini beklemenin, hele de beklerken bir yandan hayvanları kullanmaya devam etmenin hiçbir anlamı yoktur. Torres bunu, Ursula LeGuin’in “The Dispossessed” adlı kitabından bir alıntı yaparak anlatıyor:

Devrimi satın alamazsın, devrimi yapamazsın, ancak ve ancak devrim olabilirsin. O ya senin içindedir ya da hiçbir yerde.

KAYNAKÇA

1. Orr, Tamra (2011), “Understanding economic systems”, Rosen Publishing group

2. Duignan, Brian ve Britannica educational publishing staff (2012), “Economics and economic systems”, Rosen publishing group

3. Fişek, Kurthan (1970), “100 soruda sosyalist devlet”, Gerçek yayınları

4. Huberman, Leo (1995), “Feodal toplumdan 20. Yüzyıla”, İletişim yayınları

5. Chassagne, François, Savonmaly Hul, Eric Deharo, Geneviève Bourdy (2016), “Natural remedies used by Bunong people in Modulkiri provincewith special reference to the treatment of 11 specific ailments”, Journal of ethnopharmacology, vol. 191: 41–70

6. Ernest, L. K ve N. G Dmitriev (1989), “Animal genetic resources of the USSR”, FAO Animal production and health paper 65, http://www.fao.org/3/ah759e/AH759E00.htm#Contents

7. Adaman, Fikret, Bengi Akbulut, Umut Kocagöz (2017), “Herkesin, Herkes için: Müşterekler üzerine eleştirel bir antoloji”, Metis yayınları

8. Nibert, David (2013), “Animal oppression and human violence: Domesecration, capitalism and global conflict”, Columbia University Press

9. Torres, Bob (2007), “Making a killing: the political economy of animal rights”, AK press

[1] SSCB’deki ekonomik planlama yönteminin yapısı için bkz Fişek (1970:78).

[2] Çalışmaya göre, ilacın hazırlanması için önce hayvanlar bütün halinde, ya da sadece belli organları, kurutulmak üzere ateşe konuyor, sonra alkol bazlı solüsyonların içinde bekletiliyorlar. Detaylar için bkz. Chassagne ve diğ. (2016)

--

--