Son Bulut

Carmen
VeganAbolisyon
Published in
4 min readDec 26, 2022

Kişi nedir? Bir tavuk olarak kendime binlerce kez bu soruyu sordum. Hep de bu cevabı verdim: Kişi, kendi yaşamının farkında olup, birçok duyguyu deneyimleyerek, kaygılarını ve arzularını ayırt edebilendir. Kısacası, hissedebilendir. Bu soruyu onlara sormak istemedim, cevaplamazlardı çünkü. Ayrıca beni duymak ve görmek istemeyenlere nasıl sorulurdu bu soru? İlk başlarda anlatmaya çalıştım onlara. Hem de bağırdım avazımın çıktığı kadar, gücüm yettikçe yumurtalarımı almak amacıyla bedenime uzanan elleri de gagaladım. Videoya çekildim, bizim ne kadar “mutlu” olduğumuzdan bahsettiler. Şu anki koşulları geliştirip, “refah” içinde yaşamamızın planlarını yapıyormuş gibi gösterdiler kendilerini. Ölecek olduğumu, hâlâ hizmetkar olduğumu, kendimi buna zorladığımı, aksi takdirde yarın imha edileceğimi düşündüğümde içim içimi kemiriyor. Adıma konuştular, bizim adımıza konuştular! Ama asla bizim adımıza, bizim gibi hissetmediler. Her ne koşulda olursam olayım, beden çıktılarımı vermek istemediğimi, ölmekten yana olmadığımı, hala bu hayatta isteklerimin, arzularımın sürdüğünü görmediler. Kaybolmak istiyorum sevgili dostlarım. Neden bu hayata geldiğimi her sabah, o el bedenime yaklaşınca soruyorum kendime. Bu hayatta, onlar adına bir meta statüsüne yerleştirilmişsem, yani kullanıma her koşulda uygun olarak görülmüşsem, neden hissediyorum öyleyse? Sonuç olarak sorularımın cevaplarına ulaşamıyorum. O kadar korkuyorum ki sevgili dostlarım. Hayatımın sonuna kadar bu sorularımın cevapsız bırakılacağını ve gelecek nesillerin de aynı benim gibi bu soruları kendilerine sormak durumunda kalacağını düşününce yüreğim ürperiyor. Bir gün sona ereceğim, tüm biriktirmiş olduğum anılarla, koparılmış olduğum düşlerle sona erecek bedenim ve ruhum.

Yok olmak istiyorum dostlarım. Artık kendimden çok, diğer tavuk arkadaşlarıma ve sizlere üzülüyorum. Yolun sonuna gelmek, bu sefer yolun başında olmaktan çok daha kolay. Artık bitiyor diyorsun. Hayat amacını gerçekleştiremeden, planlarının ve çıkarlarının değersizleştirilmiş olduğunu bilerek ayrılıyorsun bu diyardan. Ama en azından, artık bitiyor diyorsun. Fakat daha yolun başındaysan, tümüyle sana ait olanları almaya gelen o el karşısında sorular sorarak çırpınıyorsun. Şahsına her müdahale ediliş, senin buraya hizmet etmek için geldiğini kabul ettirmek için. Ama sen reddediyorsun ve reddettikçe arayışların sonsuzluğa karışıyor. Ah sevgili inek Çilli, ne zamandır buradasın? Dünya’ya geldiğin tarihi hatırlıyorsan, ne zamandır burada olduğunu ve olacağını da hesaplayabilirsin. Çünkü doğmak demek, o günden sonra değersizleştirileceğimiz demektir. Ölmek ise, değersizleştirilen bedeninin artık beklenileni karşılayamadığını anlatan bir sondur. Bizler, farklı koşullar altında, aynı acıyı paylaşan mahluklarız. Ah sevgili dostum, hayır sana ağlama diyemem, ağla Çilli. Gözyaşlarını tek biz görüyor olsak da, tek özgürlüğün bu olsa da ağla.

*******

Zor olanın ne olduğunu açıklamak istiyorum. Fakat sizlere anlattıkça aklımdan neler geçirdiğimi, binlerce kez daha tekrarlamış olacağım yüreğimi. Ve bu beni o kadar zor durumda bırakıyor ki… Anlaşılmadığımı hissettiğim zamanlarda-ki bu özellikle yavrum elimden alınmışken oluyor-bulabildiğim en sessiz köşeye geçip-karanlık olmasına dikkat ediyorum-kendi kendime konuşuyorum. Münakaşa içerisine giriyorum benliğimle. Tüm iç çatışmalarım böylece su yüzüne çıkıyor. Kaç tane kimliğim var bilmiyorum: Yaşamından nefret eden Çilli, kaderini artık kabul etmiş olan Çilli, umut eden Çilli, yok olabilmek için yeterli sebepler sıralayan Çilli… Birçok Çilli var bedenimde. Kısır döngüm sürdükçe, kimliklerim de o döngünün içerisinde var olmaya devam ediyor. Ben değildim öyle senin gibi sevgili tavuk Merlin. Anlaşılayım diye hiç çabalamadım. Umutsuzluğa sürüklenip durdum. Ama o dipsiz karanlıkta, bir ışığın yandığına dair kendimi inandırmaya çalıştığım zamanlar da oldu. O minicik, her an kaybolabilecek olan ışık benim umudumu simgeledi. Her gebe kaldığım ya da gebe bırakıldığım anın sonunda, doğacak olan yavrum ile daha uzun bir süre geçiririm umudunu taşıdım içimde. Sadece ona ait olan sütü verebilmeyi öyle çok istedim ki! Çoğunluğunuz gibi de değilim aslında. Şimdi konuştuğuma bakmayın, kendimi doğru düzgün ifade edemiyor bile olabilirim. Affınıza sığınıyorum, belki uzun uzun iç çekişler ve sürekli benzer tarzda cümleleri sarf ederek başınızı ağrıtıyorum. Ya da bu dünyada değersizleştirilen tek varlık benmişim gibi, tüm dert tasa bendeymiş gibi bencilce konuşuyorsam eğer yine özür diliyorum. Dünden sonra, tüm bu yaşadıklarıma teslim olmuş bir vaziyette, hayatımdaki kesitlerin dünümü ve kalan günlerimi de etkilediğini görüyorum her zamanki gibi. Yaşlandım diye mi böyle duygusal oldum acaba?

Evlatlarımın nefeslerini elimde tutmaya çalışırken yok edilmesine artık dayanamıyorum. Onlara , sadece kendilerine ait olanı verememek, bunun elimde olmaması acı veriyor. Bir inek olarak akıttığım sütün benim için nelere mal olduğunu bilmeyenlerin kamyonuna bindirilmekten her geçen gün korkuyorum. Her günüm, ne yazık ki tanık olmaya devam ettiğim manipülasyonlar ile çevrelenmiş: Mutlu bir çiftlikte, mutlu hayvanların yaşadığı bir yerden bahsediliyor. Bizlerden bahsediliyor dostlarım! Bizi resmetmişler. Ama neden bu kadar gerçeklikten yoksun bir şekilde bahsedildi bizden? Çünkü onlar, lezzettin verdiği sürekli hazzı arzulamayı biliyorlar sadece. Bugün yemekte ne var? Diye soruyor paspasa deriden yapılmış olan ayakkabılarını silerek, kapıyı arkasından çarpan o insan. Kimse bilmiyor, bu akşam yemek tabaklarında aslında birilerinin yaşamının son bulduğunu. Kimse bilmiyor, yarın sabah birilerinin o beden çıktılarını verebilmek adına haklarının ihlal edileceğini. Susuyorum, susuyorum çünkü sesimi duyuramıyorum. Bakıyorum ki, çığlık dediklerim bile kendiliğinden sessizleşmiş. Gözlerime de bakamıyorlar dostlarım. O anne gözlerime bakamıyorlar…. Ve Sevgili Merlin, derinden hissettim yaşadıklarımı ve yaşayacaklarımı seni dinlerken. Yine dün düşündüm en dehşet verici korkumun ne olduğunu. Süt verememe zamanımın yaklaştığını, artık “verimsiz” bir inek olmaya geçiş yapacağımı hissediyorum. İşte o geçiş benim korkum, kayboluşum. Sonuçta, süt makinesi olarak var oldukça, önem verilen tek nokta hala işlevsel olup olmadığındır. Dün bir yavruma veda etmek zorunda kaldım yine. Yıldan yıla, vedalar daha mı zor oluyor yoksa? Çünkü her veda sonrasında, bir öncekileri hatırlıyorsun. O gün sadece bir yavrun ile yolların ayrılmışsa, belki beş yavrundan ayrılmışsın gibi hissettiriveriyor yaş almak. Ölüme yaklaştığını da hissediyorsun tabii. Ölüm korkusuyla birlikte, vedalar daha sancılı oluyor. O veda, şu ayrılık derken birden kendi bedeninden ve ruhundan da ayrılmış olduğunu, bu diyara veda ettiğini anlıyorsun.

Dün, yavruma hoşça kal demek zorunda kaldım. Ve ben, kendimi hiç olmadığım kadar güçsüz hissediyorum. O, belki bedenimden çıkan ve ona ait olanı veremediğim son buzağım olacak. Sürekli götürüldüm bir yerlere, buzağımın ihtiyacını karşılayacak olan sıvıyı, başkalarının keyfi sebepleri için kullanılmaya götürüldüm! Senin sütünü yavrum! Belki duyuyordur sesimi. Doğduğu an, her zaman benimle olacak. Bakıyorum gökyüzüne; koca, hiç görmediğim kadar aydınlık bir bulut geçiyor. O olduğunu hissederek, ötemdeki koca bulutu bekleyeceğim, ruhunu göreceğim. Duy sesimi sevgili son yavrucuğum. Bakın, orada dostlarım! Görebiliyoruz onu. Çünkü burası göğe bakma durağı. Neler yaşadığını bilen, çığlıkları olan ve de sonunda farkındalık dolu gözlerin aydınlık bir buluta dönüştüğü duraklardan!

--

--