Tabii ki “Hayvan Hakları için VEGANLIK Ön Koşul”dur!

Burak Yeşilyurt
VeganAbolisyon
Published in
7 min readMay 26, 2021
https://kerstinbrueller.com/blog/vegans-working-a-non-vegan-job

Geçtiğimiz günlerde YouTube üzerinden “Hayvan Hakları Aktivistleri için VEGANLIK Ön Koşul Mudur?” başlığıyla bir söyleşi yayınlandı. Yayınlanan söyleşide bu çok temel noktanın tekrar tartışmaya açılma çabasının yanı sıra dernekler-organizasyonlar, etkili olduğu iddia edilen aktivizm önerileri, bir takım yanlış bilgilendirmeler, tutarsız söylemler ve yönlendirmeler söz konusuydu. Bununla birlikte, hayretler içindeki sunucunun da kendisini inandırmakta oldukça çaba sarf ettiği belli olan, ama zaten hayvan hakları hareketinde onlarca yıldır hâkim paradigmanın, yeni refahçılığın argümanlarının yeniymişçesine bize sunulduğunu üzülerek gördük.

Söyleşi şu ana kadar Avrupa’da birçok dernek-organizasyonda çalışmış bir “profesyonel” aktivist konuğun; mevcut işigücü bırakıp kâr amacı gütmeyen organizasyonlarda full-time (tam zamanlı) çalışarak kariyer yapma girişiminin ne kadar da hayal kırıklıklarıyla dolu olduğundan bahsetmesiyle başlıyor. Önce bu alanda “çok da fazla para olmaması” ve bu sebeple maaşların özellikle düşük olup, hayatta kalmayı zorlaştıracak seviyelerde olmasından; sonra da “hayvanlara yardım etme” motivasyonuyla bu yolu seçenlerin “fedakâr” pozisyonları üzerinden dinlenmelerine ve sosyal hayatlarına engel olacak derecede çalıştırılmalarından, maaş-tatil taleplerinde bulunamamalarından, tükenmelerine sebep olacak biçimde sömürülmelerinden ve bu doğrultuda insanların “hareketten” düşmesinden bahsediliyor. Buna ek olarak sıkça görüldüğü tespit edilen cinsel tacizlerden, zaten baskı altındaki insanların hareketi bölmemek adına sesini çıkarmamasından ve bazen de dernekler tarafından susturulmalarından, tacizlerin örtbas edilmesinden konu açılıyor. Tüm bunlar, herhangi bir “sektör çalışanı” için son derece can sıkıcı elbette.

Bilin bakalım nasıl bir çözüm öneriyor: Tüm bu sorunları çözecek; aktivistlerle dernekleri bir araya getiren, gerektiğinde “maaş, insan kaynağı” sağlayabilen, gerektiğinde dernek yöneticileriyle iletişim kurabilen yepyeni bir dernek-organizasyon! Yani, hayvan aktivizminin, insanların hayvanlara dair duyarlılıklarının veganlık yerine paraya çevrilmesiyle toplanan bağışlardan maaş ve sigorta çıkaran bir iş koluna, bir şirketler toplamına dönüşmesi! Hayvanların hakları için herkesin elini taşın altına koyması gerekirken, hayvan aktivizmi şirket ve kurum çalışanlarına emanet edilmeye çalışılırsa, varılacak nokta elbette bu olur.

İçinde bulunulan normun dışına çıkmak, dışarıdan bakabilmek, yeni çözümler aramak kolay değildir gerçekten. Hele ki bunca yıldır kökleşmiş, alanı domine eden, refahçı-yeni refahçı dernekler altındayken bunu başarabilmek. Burada kaçınılmaz bir soru çıkıyor karşımıza: “Hayvanlar için” kisvesi altında hayvanlar üzerinden para kazanmaya, yani etik olarak baştan yanlış bir temele dayalı aynı şablonu kullanarak farklı sonuçlar beklemek; fon/bağış kaygısı olmadan, taviz vermeden, ilkesiz işbirliklerinde bulunmadan sürdürülebilirliğini sağlamak ne kadar mümkündür? Bunun teminatı nasıl verilebilir? Aktivizmdeki en ya da tek ideal yolun bir dernek çatısı altında hareket etmek olduğu fikri (ve verilen emeğin-adanmışlığın bu fikirle romantize edilmesi), başka bir aktivizm biçiminin olamayacağına dair kökleşen düşünceyi beslemekle birlikte, hem dernek dışındakileri bağış ve imza gibi “dernekten değilsen geride durup para ve onay ver” mesajlı talepleri karşılamak haricinde hareket edemeyecekleri şekilde pasifize eder, hem de içindekileri (kendilerinin de detaylı bir şekilde anlattıkları üzere) “tüketir”.

Söyleşide, kurulan yeni dernek-organizasyonun ulvi hedefleri hakkında yeterince bilgilendirildikten sonra bir sonraki aşamaya geçiyoruz ve sunucu, “ben şimdi provokatif bir şey söyleyeceğim” gülümsemesinin eşliğinde birazdan ne amaçla sorulduğunu anlayacağımız oksimoronu bizimle paylaşıyor: “Hayvan Haklarında Çalışmak için Veganlık Ön Koşul Mu?”

Bunun üzerine “veganlık bir tarafa, hayvan hakları bir tarafa” diye bir ayrımdan bahsediyor konuşmacı. Bunu gerekçelendirmek amacıyla da yaptığı araştırmalar doğrultusunda 1940’larda İngiltere’deki vegan hareketi referans gösterip; aslında daha fazla vejetaryen, yemek üzerine, politik olmayan, hayvan haklarının çok da ön plana çıkmadığı, orta-üst sınıfın sağlıklı beslenme üzerine kurduğu bir hareket olduğundan bahsediyor. Bu yanlış bilgiyi de şu şekilde ortadan kaldıralım: 1944 yılında İngiltere’de The Vegetarian Society içindeki bir grup, hayvan kullanımı meselesi üzerinden ayrışarak The Vegan Society’yi kurmuştur. Konuğumuzun ithamlarının aksine kuruluşla birlikte yayınlanan “Vegan News”te de hayvan kullanımı konusundaki etik duruş net olup, sonraki yayınlarda da bunun sadece beslenmeden ibaret olmadığı, tüm alanlardaki hayvan kullanımlarına karşı olunduğu net bir şekilde belirtilmiştir. Durum konuğumuzun bize aktardığı gibi olsaydı da bu mantıklı bir gerekçelendirme olur muydu zaten, bu da başka bir tartışma konusu.

Bu dezenformasyonun ardından, veganlıkla hayvan hareketi ayrıştırılıyor ve verilen ALF örneğiyle konuşmacının aktivizm-hayvan hareketi-politik olma anahtar kelimelerini kafasında nasıl konumlandırdığını öğreniyoruz. “Koskoca bir üretim-endüstri varken, sorunu, sorumluluğu çok fazla kişisel ve bireysel bir konu olarak ele almamalıyız”ı duyuyoruz. Bu noktada kişilerin bizzat gerçekleştirdikleri hayvan istismarının sorumlusu endüstri ve hatta sistem oluyor. Bir yanlış bilgi daha.

Hayvanların çeşitli şekillerde kullanılması bu endüstrinin oluşmasından çok daha öncesine, insanlık tarihinin başına kadar uzanıyor. Tüm bu süreçte farklı zaman ve toplumlarda farklı sistemler uygulanmış, hiçbirinde de hayvan kullanımı reddedilmemiştir. Tarih boyunca hayvanlar tüketilebilecek, üzerinden yarar sağlanabilecek mülkler, kaynaklar olarak görülmüş ve tam da bu yüzden kullanılmaya devam edilmişlerdir. Sorun ne endüstri ne de içinde bulunduğumuz sistemdir. Bu durumda, hayvanların başına gelenler için endüstri ve kapitalizmi suçlamak, endüstriyel ve kapitalist olmayan bir hayvan kullanımının onaylandığı anlamına mı geliyor, yoksa vegan dünyaya uzanan bu yolda bireysel değişimin, katkının önemsiz görülüp değersizleştirilmeye çalışıldığı anlamına mı?

İkincisi olduğunu varsayıyoruz ki hemen ardından bireylerin vegan olma kararları ve hayvan hakları ilişkisine “hayvan kurtarma” üzerinden giden safsata seviyesinde bir yaklaşımla, “annem vegan oldu diye mezbahadaki adam bir tavuğu salın demiyor” örneği geliyor. “Annem çocuklara bağırmayı bıraktı diye bir çocuk daha şiddete uğramamış olmuyor” demek gibi bir şey bu. Vegan olduğumuzda hayvanları tek tek kurtarmıyoruz, hayvan üretip tüketen toplumsal işbirliğin bir parçası olmayı reddediyoruz; aynı zamanda da çevremize hayvanların mülkümüz, kaynağımız olmadığı mesajını verip toplumsal dönüşümün parçası oluyor bu şekilde katkı sağlıyoruz. Hiçbir hayvan mal statüsü değişmeden “kurtulamaz” da zaten. Hayvan hareketi veganlığı merkeze alıp nüfusun önemli bir kısmı vegan olduğunda, kullanılan hayvan sayısındaki azalma da kaçınılmaz olarak gözle görülür hâle gelecektir.

Ekonominin temellerinden biri olan arz-talep ilişkisinin göz ardı edilmesi, ötesinde, bireylerin vegan olma kararlarının etkisizliğine yapılan vurgu, veganlığa dair bu değersizleştirilme çabasının hiçbir açıklama ve argüman sunulmadan sadece “ben makro ekonomi okuduktan sonra anladım” ifadesiyle gerekçelendirilmeye çalışılması da anlam verilemeyecek başka bir nokta. Burada sunucunun müdahalesini görüyoruz, ona bile tuhaf gelmiş olacak ki, “dinleyicilerimiz seni yanlış anlayabilir” diye uyarıyor konuşmacıyı. Hayır sevgili sunucu, defalarca uyarma ihtiyacı duyduğunuzun farkındayız fakat biz sizi yanlış anlamadık, maalesef çok iyi anladık. Tam da bu yüzden, veganlık ve hayvan hakları ilişkisinin koparılması amacıyla öne sürülen argümanlara/argümansızlıklara tepki gösteriyoruz, dinleyiciler olarak.

Bir diğer argüman olan ve hayvanların zaten tüketim malları olduğu ön kabulüyle bunu bir tüketim sorunu olarak ortaya koyan plastik tüketimi örneği ve bununla birlikte kurulan ekoloji-iklim hareketi anolojisi bu noktada son derece geçersizdir. Hayvan hakları hareketi tabii ki de hak mücadelesi perspektifinden ele alınmalıdır. Daha uygun ve son derece güncel bir örnekleme yapmak gerekirse, nasıl ki Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanının sarf ettiği “kadına şiddetin tolere edilebilir seviyesi”ne karşı çıkılıyorsa “vegan olmak ön koşul mudur?” tartışmasına da tam olarak bu noktadan tepki gösterilmelidir. Aksi, hayvanlara uygulanan şiddetin tolere edilebilir seviyelerini tartışan türcü noktaya taşır çünkü bizi. Hayvanların en temel haklarının ihlal edilerek haklarının savunulabileceği savını tam olarak hangi mantık ve etik çerçevesinde değerlendirmeliyiz acaba? Vegan bir dünya tahayyülüyle yola çıkıp hayvanların keyfi sebeplerle istismar edilmesine ehliyet veren, göz yuman, hatta “annem-babam kahvesine inek sütü mü koyuyor, yulaf sütü mü o kadar da önemli değil” cümlelerini kuran noktada konumlanmak, hayvanların haklarını savunduğunu söyleyen biri için ne kadar tutarsızca, öyle değil mi?

Vegan dünyaya bizi götürecek “etkili” aktivizm önerisi olarak bireylerdense sistemlere, politikalara yönelmenin; “sekiz milyar tüketicidense beş bin üreticiyi hedef alma”nın nicelik bağlamında değerlendirildiğinde daha gerçekçi olacağı öne sürülüyor bir sonraki aşamada. Konuşmacı daha önce endüstrinin sahip olduğu sermaye, medya gücü, devlet desteğinden bahsetmiş ve çok güçlü olduğuna vurgu yapmıştı; endüstriyi hedef alma önerisinin ardındaki motivasyon, üreticilerin sayısal olarak tüketicilerden daha az olmasıysa eğer, bu bile kendi içinde inandırıcı bir noktada konumlanamıyor maalesef. Üreticiyle, sistemle mücadele etme yöntemi, stratejisi nedir benzeri sorular sorulmasına rağmen, bu konu da konuşmacı tarafından “böyle kampanyalar var”la geçiştiriliyor. McDonald’s’dan vegan olmasını ve tüm üretimlerini bu şekilde dönüştürmesini mi bekliyoruz? Etkili stratejimiz bu mudur? Yoksa daha önce PETA’dan da gördüğümüz gibi “ara yollarda buluşup” kafesleri genişlettikleri için teşekkür mü edeceğiz McDonald’s’a? Ya da Whole Foods Market örneğinde olduğu gibi, “her vicdan ve her bütçe için ayrı ayrı derecelendirilmiş refah seviyesiyle” üretilip öldürülen, sömürülen hayvanlar için etiket uygulamasında mı ortaklaşacağız? Emin olun bu tip değişiklikler de sürekli vurgulanan o güçlü endüstrinin kârını düşürmüyor; aksine artırıyor ve bunun üzerinden prestij elde ediyorlar. Endüstriye yönelen aktivizm hiçbir zaman hayvan haklarına dair taleplerimizi elde edemedi, edemez de.

Sürekli bahsi geçen politikalarla da ne kastedildiği açıklanmamıştır tabii ki. Devletler vegan olmaya mı davet edilecek, bununla ilgili yasalar mı çıkarılacak? Mezbahalar, çiftlikler, yün kazaklar mı yasaklanacak? Toplumun yüzde biri bile vegan değilken, hayvan kullanmak son derece legal ve “ahlaka uygun” konumdayken, toplumda bununla ilgili bir tartışma ve talep bile yokken neden ve nasıl olacak tüm bunlar? Ayrıca, söyleşinin bu noktasında gelen “mahalledeki petshop’u hedef alma” önerisi, asıl hedef alınması gerekenin koca endüstriler, sistemler olduğu savının neresinde konumlanıyor? McDonald’s’tan mahalledeki petshop’a nasıl geldik?

İnsanlarla iletişime geçip tartışarak, bilgilendirerek toplumsal dönüşümü hedefleyen aktivizm biçimlerinin “bakın 1940’lardan beri pek de yol alamadık bu yöntemlerle” gibi kökensiz bir argümanla değersizleştirilmeye çalışıldığını görüyoruz bir de söyleşide. Halbuki bizi bu vahim noktaya getirenin başından beri hayvan hakları hareketinde hâkim olan refahçı ve yeni refahçı paradigmanın söylemleri, eylemleri ve kampanyaları olduğunu hatırlamakta fayda var. Halen insanlar vegan oluyorsa, bu, veganlıktan azını önerip şiddeti meşrulaştıran, suçu sistemlere atıp hayvan istismarını bizzat gerçekleştirenlerin yüreklerine su serpen, onlara rastgele hedefler gösteren binlerce türcü kampanya gibi konuyu odağından çıkaran yöntemler sayesinde değil; onlara rağmen, onlara karşı duran, dernek çevrelerine göre daha az sayıda ama ilkeli veganın tavizsiz veganlık savunusu ve bu savununun veganlık fikrini dinç tutması sayesinde gerçekleşiyor.

Hayvan hakları hareketi bir sınıfın duyarından sıyrılıp politikleştirilmeli söylemi, “beş çocuklu, sosyal ve ekonomik statüsü çok da yüksek olmayan kadın”ın vegan olamayacağını varsaymak ve onunla iletişimi gerçekçi bulmamakla ne kadar örtüşmektedir? Vegan olmak gayet kolay, ekonomik ve sürdürülebilirken sizi bu önyargıya iten nedir? Son derece üstten ve elitist bir tavır değil midir bu? Ahlaki değer yargıları daha mı düşük görülüyor yoksa bu insanların? Kapsayıcılık adı altında işçi sınıfının, feminist ve lgbti+ hareketinin “vegan olma ön koşulunu kaldırarak!”, yani hayvanların haklarını ihlal etmelerinin çok da sorun olmadığı mesajı vererek desteklerini almak politik bir duruş mudur? Bu hareketlerdeki insanların “özellikle ve öncelikle” vegan olması gerekmiyor zaten; onların vegan olma gerekliliği de, herkesinki kadar öncelikli ve acil. Bu kimlikleri taşıyan insanların hayvan kullanımı da, en az ve en fazla, diğer insanların hayvan kullanımı kadar adaletsiz. Buna rağmen yaratılan “veganlıktan muafiyet” söyleminin altında yatan, prestij elde etmek ve/veya toplumun yüzde biri bile olmayan vegan kesimdense, daha büyük bir kısmından maddi destek-bağış elde edip derneklerinizin-organizasyonlarınızın sürdürülebilirliğini sağlamak mıdır? Eğer değilse rahat olabilirsiniz, veganlık temelli hayvan hareketi de, tıpkı diğer sınıf ve kimlik hareketleri gibi, toplumun normlarına karşı gelip hak mücadelesi sürdüren politik bir harekettir.

Velhasılıkelam, başka bir yol yokmuşçasına bize dayatılanları kabul etmiyor ve sorguluyoruz. Şiddetsiz, doğrudan, tavizsiz yöntemlerle çevremizin nasıl dönüştüğüne de her gün şahit oluyoruz açıkçası. “Vegan polis” yaftasını yapıştırıp eleştirilerin önünü kesmeden hayvan hakları aktivizminizi bu doğrultuda gözden geçirmeniz dileğiyle.

--

--