EĞLENCE
Erdemli yolculuk bizi nereye götürüyor?
Hükümetlerin, kurumların, federasyonların ve bürokratik oluşumların en sevdiğimiz ulaşım yöntemine koyduğu tüm sınırlamalara rağmen, motosiklet hala güçlü ve çekici.
Motosikletlerin kullanımını giderek daha zor hale getiren tüm teknolojiye, ekstrem pistlerde kullanım için özel olarak tasarlanmış tüm aygıtlara, işe yaramaz güç konusundaki anlamsız rekabete rağmen, motosiklet hala canlı ve popüler.
Biz motorcuların her gün kötü sürüş, saygısız gürültü ve suçlu manevralarla gösterdiğimiz tüm cehalet ve kibire rağmen, motosiklet sürmek hala yasal.
Motosikleti canlı tutan şey, (ve bu her zaman öyle olmuştur) çoğumuzun, yani motosikletçilerin göstermeyi ve çevremize yaymayı başardığı şey eğlence ve zevktir. Bu eğlenceli mesaj susturulduğunda, aynı gün arabaların güvenli sıradanlığı galip gelecek ve iki tekerler müzelere, sergilere (garip ama doğru) ve belki de pistlere sürgün edilecek.
Uzun zamandır motorcular ve tutku, iki tekerler ve coşku, motosikletçiler ve eğlence yakından ilişkilendirilmiştir. Motosikletçiler her zaman, tüm yol kullanıcılarından farklı olarak, sportif bütünlüğe ve çevre ile doğrudan bağlantılı, yardım eden ve paylaşan, birbirine sıkı sıkıya bağlı bir topluluk olmuştur. Evet: çeteler tarihimizin bir parçasıdır ve öyle olmuştur; her ailenin günah keçisi vardır ve bizimki diğerlerinden daha günahkar değildir. Medya “doğuştan asilere” odaklanırken, gerçekte motorcuların eğlenmek için trilyonlarca nedeni vardır.
Bir koruma eylemi olarak, motosiklet sürerken eğlencenin nerede üretildiğini düşünmeye değer: Motosiklet sürmenin basit Keyfi, geçmişte paylaştığımız eski basit (ve çok maliyetli olmayan) keyiflerle birlikte bugün ciddi bir şekilde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya (konuşma, iletişim çağının en belirgin kurbanıdır).
Eğlence öncelikle aracın sadeliğinden gelir: iki tekerlek ve fren, ortada bir motor, oturulacak bir sele ve etrafta bizi çevreleyen kafeslerin olmaması. Bu sadelik, motosikleti hareket ederken çevik ve “özgür” hale getirerek yolların ve diğer araçlara kapalı alanların kullanımına izin verir. Sadelik ve çeviklikten bir özgürlük duygusu ve doğayla birlik olma hissi gelir. Sıklıkla motosiklet sürmenin gerçek keyfi olarak anılan özgürlüğün iki yüzü vardır: “negatif özgürlük” (bireyin başkalarının otoritesine maruz kalmadan özgür olması) ve “pozitif özgürlük” (bireyin kendi hayatını kontrol etmek üzere sahip olduğu özgürlük). Görüntüleri, sesleri, kokuları ve duyguları deneyimleyerek çevik ve basit bir şekilde hareket etme özgürlüğü belli miktarda keyif verebilirken, genel kanunlardan ve sağduyudan özgür olmak, her türlü eğlence olasılığını öldürebilir, kelimenin tam anlamıyla öldürebilir.
Bir süre önce, motorcu bir arkadaşın kullandığı bir arabanın içinde hapisken, Boğaz köprülerinden birine yaklaştığımız sırada, güçlü bir dört silindire bağlı tam açık bir egzozun yırtıcı sesi, bir motorcunun yaklaşmakta olduğunu işaret etti: şimşek gibi ve sürücü bir anda önümüzdeydi, kot pantolon ve “rocker” ceketiyle tankın üzerine uzanmış, saçma bir hızda hareket ediyor, şeritler ve çizgiler arasında geziniyordu, hayalindeki hız, özgürlük ve bireysellikte kaybolmuştu.
Arkadaşımın (araba kullanan bir motorcu) ilk yorumu, “Bunun gibi sürücüler ölecek — bilirsin — motorculuğun adını kötüleyecekler…” oldu. Sağlam temellere dayalı iyi niyetli, sağduyulu ve sıradan bu görüşe katılmaktan başka yapacak bir şey yok. İstanbul’un yoğun ve düzensiz trafiğinde, kalkanı sadece kot ve deri olan iki tekerli korumasız bir füzeyle yüksek hızda filtreleme yapmaya çalışıyorsanız, bu dünyadan istatistiksel olarak size ayrılan zamandan daha erken ayrılma şansınızı artırma eğilimindesiniz demektir.
İçimdeki bastırılmış düşüncem şuydu: “Bu motorcu yaptığı şeyden zevk alıyor mu? Saf bir özgürlük anında mı?” Trafik yasalarından, hız sınırlarından, şerit kurallarından ve diğer yol kullanıcılarına ve kendine olan saygıdan özgür olmak. Korku içinde yaşıyordu: kontrolü kaybetme korkusu, çarpma korkusu, yakalanma korkusu, yeterince havalı görünmeme korkusu. Özgürlük nadiren gerçek neşeli bir özgürlüktür. Motosiklet giderek daha da KOMPLİKE hale geliyor ve işler basitlik boyutunu kaybettiğinde eğlence de azalma eğilimi gösteriyor. Trafiğin kuralını zorlaştırmak bile keyif kaçırıyor.
“Basit” olanı ortadan kaldırıyoruz ve eğlenceyi atıyoruz. Sporumuzun oyunsu, şakacı boyutunu bir kenara bırakıyoruz. Kendimizi fazla ciddiye alma riskine giriyoruz, çünkü sonuçta harika bir oyunu fazla ciddiye alıyoruz. Steve McQueen’in yol arkadaşlarının her Pazar kot pantolon ve tişört giyerek oldukça basit motosikletlere binmelerine ya da tüvit pantolon ve lastik çizmelerle ortalıkta dolaşan Avrupalı trial motosiklet sürücülerine bakın.
Profesyonellik adına ama havalı olma gizli mesajıyla, motosikletler, aksesuarlar ve donanımlar basitliği ortadan kaldırır ve tüm eylemi karmaşıklaştırır. Çoğunlukla profesyonel kar motosikletleri için tasarlanmış bir mont ve pantolon giyen bir motorcuyu izlemek iyi bir referanstır: tüm bu yüke, tüm bu ağır korumalara, tüm bu karmaşık fermuarlara/ceplere/havalandırma deliklerine kimin ihtiyacı var? Nick Sanders, biri depo üstünde ve biri selede olmak üzere iki küçük çantayla Yamaha R1 ile dünyayı dolaşırken, toplam 145 litrelik üç alüminyum çantaya kimin ihtiyacı var? “Post-endüstriyel-tüketici kültürümüzdeki hemen hemen her şey bizi daha havalı göstermek için satılıyor — Daha beyaz dişlerden daha iyi beslenmeye kadar aklınıza ne gelirse. Herkesin bir efsane olmak ve sonsuza kadar yaşamak istediği varsayılıyor.” (Mr Subjective)
Motosiklet sürmenin basitliğini ve eğlenceli boyutunu çıkardığınızda spor herkes için daha az tatmin edici hale gelir. Aynı zamanda daha pahalı ve mali açıdan daha ayrımcı hale gelmesi de cabası.
Son olarak, kendimizi ve oyunumuzu “profesyonel anlamda havalı” yapmaya çalışıp fazla ciddiye alarak, oyunun eğitici tarafını ve her zaman gerçek motorcuyu tanımlayan paylaşma sevincini unutma eğilimindeyiz.
Motosiklet teknikleri, üzerinde çalıştığımız rotalar ve yaşadığımız deneyimler hakkında edinilen bilgileri paylaşmak, eğlenceyi artırmanın yoludur. Bunun yerine, kendimizi küçük gruplara, şu markanın, şu okulun, şu sürücülük tarzının “özel kabilelerine” hapsederiz. Tecrit ve sahte uzmanlaşma da eğlenceyi öldürür.
Her sürüşte sporumuzun basitliğini, oyunsu ve alçakgönüllü boyutunu ve bizi ilk kez seleye çeken EĞLENCEYİ diğer sürücülerle paylaşmanın zevkini yeniden keşfetmemiz gerekiyor. Asıl havalı olan şey sürmenin kendisidir.