Güney Amerika Günlükleri — 2 Ay 12 Şehir

ilker cikrikcili
vovidi
Published in
18 min readMar 31, 2023

2022 Şubat ayında Küba seyahatimizin sonrasında senelerdir hayalini kurduğumuz uzun bir Güney Amerika seyahatine iyice motive olmuştuk. Dönüş biletinin olmadığı, rotasının belli olmadığı, bir sonraki durağımıza yolda karar vereceğimiz uzun bir Latin Amerika seyahatini Duygu ile aylar öncesinden tasarlamaya başlamıştık. Her ne kadar benim aklımın bir ucunda Filipinler olsa da günün sonunda Latin Amerika ağır bastı. Zamanında o kadar tango öğrendik, 1 senedir İspanyolca çalışıyoruz, senelerdir latin dansları yapıyoruz. Bu kültürü biraz daha yakından tanımalıydık. Ayrıca, kendimizi iki gezgin olarak tanıttığımızda bir noktada mutlaka “Güney Amerika’yı da gördünüz mü?” sorusu geliyordu. Bu soruya “gitmedik ama bir gün mutlaka görmek istiyoruz” gibi yanıtlar vermek yerine artık bu kıtadaki anılarımı, deneyimlerimi anlatmak istiyordum.

Dolayısıyla bir plana ihtiyacımız vardı. Öncelikle tahmin edeceğiniz üzere seyahat tarihi olarak Güney Amerika’nın yaz mevsimini beklemek en mantıklısıydı. Güney Amerika’nın yazını beklerken biz Akdeniz’in yaz aylarını Yunan adalarında yelken yaparak değerlendirmiştik ki o ayrı bir yazının konusu. Güney Amerika hedefimize yılbaşı kutlamalarını koyduk. Seyahatimizin başlangıç noktası olarak da Meksika ile Arjantin arasında kalmıştık fakat Meksika’da Türk pasaportu taşıyan gezginlerin yaşadığı olumsuz deneyimler Meksika’yı ikinci plana atmıştı. Daha romantik bir motivasyon belirtmek gerekirse Tango ağır bastı diyebilirim. Bir diğer önemli kriter de uçuş bağlantılarının güzel olması. Buenos Aires bu bakımdan da oldukça uygun bir nokta, İstanbul’dan Buenos Aires’e her gün uçuşlar var.

Hayatımızın bu noktasında bizi alışılagelmiş turistik ziyaretlerden ziyade gittiğimiz ülkede topluma karışmak, bir süre o şehrin sakiniymiş gibi yaşamak, arkadaşlar edinmek, kaliteli zaman geçirmek bizi daha çok mutlu ediyor. İşte bu yüzden gitmişken olabildiğince çok sayıda ülke görme motivasyonu ile bir planlamaya girişmek yerine sadece Arjantin için genel hatları ile bir plan yapıp sonrasını zamana bırakmak istedik. Güney Amerika’ya giderken toplam kaç ülke gezeceğimiz ve nereden döneceğimiz belli değildi. Büyük ihtimalle görürüz dediğimiz Peru ve Brezilya’yı sonradan plandan çıkardık, Buenos Aires’te geçirdiğimiz süreyi uzattık.

3 hafta Buenos Aires’te dolu dolu vakit geçirdikten sonra Uruguay’a geçtik. 1 hafta boyunca Uruguay’da gezdikten sonra Buenos Aires’e 4 günlüğüne döndük ve ardından Şili’ye geçtik. 1 hafta da Şili’de gezdikten sonra tekrar Arjantin’e fakat bu sefer şaraplarıyla ünlü Mendoza’ya geçtik. Bu noktadan sonra benim çamaşır yıkamakta ve saç kestirmekte zorlandığım bölüme geldik. Üçer günlük kısa ziyaretlerle Mendoza, Bariloche, El Calafate ve nihayetinde dünyanın sonu Ushuaia’ya geldik. En son Buenos Aires’te Tango dolu güzel bir kapanış yaptık. Türkiye’ye daha fazla İspanyolca, Tango ve Latin Amerika kültürü öğrenme isteği ile geri döndük. Bu seyahat boyunca diğer blogumuz www.vovidi.com sitesinde 3 farklı yazı yayınladım. Aşağıda linklerini paylaşıyorum. Ayrıca Youtube kanalımızda (“Duygu Akalın” yazarak aratabilirsiniz) her pazar bu seyahatimizle ilgili yeni bir video yayınlıyoruz.

Buenos Aires

Buenos Aires’e uçmadan bir kaç gün önce şehirdeki yürüyüş turlarının programlarını inceledim. Temel olarak 4 farklı bölgede yürüyüş turları yapıldığını tespit ettim: Merkez, La Boca, San Telmo, Palermo’daki parklar ve Recoleta mezarlığı.

Şehir merkezindeki durak noktalarını öğrenip o turu Duygu ile günlere yayarak kendimiz yaptık. Diğer mahallelerde yapılan rehberli grup turlarına ise katılmaya karar verdik. Aslında bizi bağlayan bu tarz aktiviteleri pek yapmasak da sadece 2–3 saat süren bu yürüyüş turları özellikle video çekimlerimiz için çok pratik oluyor. Kendi araştımalarımız sırasında öğrenemediğimiz bir çok ilginç bilgiyi rehberden öğrenir öğrenmez sıcağı sıcağına Duygu bir kenara geçip aktarıyor, sonra tura kaldığımız yerden devam ediyoruz. Rehberin hızlı geçtiği fakat bizim beğenip daha fazla vakit geçirmek istediğimiz yerler olursa oraya daha sonra tekrar gitmemiz mümkün.

Buenos Aires İspanyolca’da “Güzel Havalar” anlamına geliyor. Buenos Aires’liler de kendilerine Porteño (yani liman insanı) diyorlar. Buenos Aires’te iki önemli liman gördük, biri Puerto Madero (Uruguay’a feribotların kalktığı liman) diğeri de La Boca (ismini şeklinden alan, ağız şeklindeki doğal liman). Yılbaşı gecesi Puerto Madero’daki havai fişek gösterilerini izledik. Başka bir gün de La Boca’daki yürüyüş turuna katıldık.

La Boca
La Boca

La Boca Buenos Aires tarihinde çok önemli bir yere sahip, rengarenk evlerle dolu bir mahalle. La Boca ve Buenos Aires’in geri kalanı ile ilgili detaylı yazımı aşağıda paylaşıyorum.

Duygu’yla bir tam günümüzü Palermo’daki parkları gezmeye ayırdık fakat öğlen sıcağında tek başımıza Gül bahçeleri parkında dolaşmaya başlayınca hata etmişiz dedik! Gül bahçeleri ve Japon parkını gezdikten sonra bütün enerjimiz çekildi, bir taksi tutup eve döndük. Botanik park ve Ekopark’ı ilerleyem günlerde gezmeye karar verdik. Birbirine komşu bu parklar haritada göründüğünden çok daha büyük ve güzel. Herbirine birer gün ayırmaya değer. Ancak buraları sabah erken saatlerde veya öğleden sonra gezmek daha mantıklı. Özellikle daha sonra akşama doğru bir saatte Gül bahçelerinde Tangoda tanıştığımız Serdar ile bira içmek için buluştuğumuzda farkettik ki geç saatlerde bu parklar çok daha canlı. Güneş battıktan sonra “limanlılar” bu parklarda koşuya çıkıyorlar, biz sosyalleşmeyi tercih ettik.

Palermo Parkları
Palermo Parkları

Buenos Aires’in bizim için en büyük anlamı Tango oldu. Dünyada İstanbul ile birlikte Tangonun en yoğun yaşandığı iki şehirden biri Buenos Aires. Burada haftanın her günü şehrin bir çok bölgesinde dans etmek mümkün. Tango seviyesinin ne kadar iyi olduğunu söylememe gerek yok. Tango öğrenmeye İstanbul’da başlamış kişiler olarada Tangonun İstanbul’da da çok popüler olduğunu elbette biliyorduk fakat İstanbul’daki Tango seviyesinin ve popülaritesinin ne boyutta olduğunu Buenos Aires’te anladık. Tango gecelerinde (bundan sonra Milonga olarak yazacağım) kiminle tanışsak ve İstanbul’dan geldiğimizi söylesek gözlerinin içi güldü, İstanbul’da mutlaka tango yapmak istediklerini söyledi, Türklerin ne kadar iyi dans ettiğinden bahsetti. Tango dışında tanıştığımız herkes de zaten bize Türk dizilerinden dolayı sempatik davranıyordu. Dolayısıyla burada kendimizi çok özel hissettik.

Daha Buenos Aires’teki ilk gecelerimizden birinde gittiğimiz bir milongada (El Beso), Duygu seneler önce beni ilk dansa kaldırdığı günkü özgüveniyle gitti gecenin sonunda Gustavo Saenz isimli maestroyu partnerinden önce davranarak dansa kaldırdı. Böylece Buenos Aires’teki dans hocamızı bulmuş olduk. Gustavo hem çok iyi bir dans hocasıydı hem de çok sempatik bir arkadaş. İlerleyen günlerde sadece kendisiyle ders yapmadık, aynı zamanda birlikte milongalara gittik, çok keyifli vakit geçirdik. Gustavo ile yaptığımız derslerde İspanyolca öğrendiğim için kendime bir kere daha teşekkür ettim. Her ne kadar Arjantinlilerin İspanyolca aksanı biraz farklı olsa da bu anlaşmamızın önünde bir engel değildi.

Puerto Madero
Puerto Madero’daki Yılbaşı gecesi

Buenos Aires hakkında daha yazılacak çok şey var ancak tekrara girmek istemiyorum, Buenos Aires’e özel yazdığım yazıya bu linkten ulaşabilirsiniz. Günün birinde (bence en geç bir sene içinde) Buenos Aires’e tekrar gelip yeni anılar edinmeyi ve bunları yazmayı diliyorum.

Colonio Del Sacramento

Buenos Aires’te geçirdiğimiz 3 haftadan sonra Arjantin’e kısa bir ara verip Uruguay’a geçmeye karar verdik. Uruguay’a Buenos Aires’ten en kolay nehir yoluyla (deniz yolu değil) gidiliyor. Feribotlarla Buenos Aires’ten Colonia yaklaşık 1 saat sürüyor, Montevideo ise 3 saat sürüyor. Biz Colonia’ya gidip dönüşümüzü ise Mobtevideo üzerinden yapmaya karar verdik.

Colonia yarım ada şeklinde küçük, sakin bir şehir. Aynı zamanda Uruguay’dan güneş batışını izlemek için en uygun nokta diyebilirim. Güneş Colonia’da nehirin üzerinden harika bir manzara yaratarak batıyor.

Colonio Del Sacramento
Colonio Del Sacramento

Duygu Colonia’daki gün batımının çok güzel olduğunu bildiği için daha geldiğimiz ilk gün doğru sahile koştu fakat ben biraz işlere daldığım için yarım saatle gün batışını kaçırdım. Nasıl olsa ertesi gün de Colonia’dayım, güneş ertesi gün tekrar aynı noktadan batacak dedim ama maalesef ertesi gün hava kapalıydı. Ben aynı manzarayı yakalayamadım. Hayatta öncelikleri belirlemek bu yüzden çok önemli, kaçırdığınız bazı anları tekrar yakalamak mümkün olmayabiliyor.

Montevideo

Uruguay’ın başkenti Montevideo beni Latin Amerika’da değil de adeta bir Avrupa şehrinde hissettirdi. Tabi İspanyolca konuşulan bir Avrupa şehri. Beklediğimden çok daha gelişmiş, modern, medeni, temiz ve güvenli bir şehir buldum. Montevideo’lular sahilin tadını doyasıya çıkaran insanlar. Koşuya çıkanlar, paten yapanlar, köpek gezdirenler, güneşlenenler, kitap okuyanlar, mate içenler. Adeta bütün şehir hayatı sahilde yaşıyor, toplumun kalbi sahilde atıyor. Özellikle Malaga’da bile bu kadar çok koşuya çıkan insan görmemiştim. Dolayısıyla ben de çoğunluğa uydum ve Montevideo’da geçirdiğimiz günlerde sahilde koşuya çıktım.

Montevideo hayat pahalılığı bakımından da Avrupa şehirlerini hiç aratmıyordu bu arada. Seyahatlerimizde hep yerel halkın ortalama standartlarına uygun yaşamaya çalışıyoruz ve hiç lükse kaçmıyoruz fakat gittiğimiz sıradan restoranlardaki fiyatları bile görünce baya şaşırıyordum. Latin Amerika seyahatimizin ilerleyen günlerinde Şili sahil şehirlerinin de oldukça pahalı olduğunu keşfedecektik fakat Montevideo’nun farkı gelirin daha adil dağılmasından dolayı toplumun geniş bir kesiminin bu standartta yaşayabiliyor olması.

Cabo Polonia

Cabo Polonia Uruguay’ın doğu kısıyındaki bir milli park ve aynı zamanda bohem bir köy. Buranın sakinleri hippiler ve deniz aslanları. Ziyaretçiler parkın girişinde kumun üzerinde gidebilen özel safari otobüsleri ile alınıp sahile bırakılıyor. Sahilde barakalardan oluşan salaş bir köy karşıladı bizi. Hediyelik eşya satılan standlar ve kafelerle dolu şirin bir köy ve hemen ardından deniz aslanlarının güneşlendiği kayalıklar.

Punta Del Este

Açık konuşmak gerekirse Punta Del Este’den arabayla ilk geçişimizde bende hiç güzel duygular uyandırmamıştı. Burada çok vakit geçirmek istemedik çünkü Punta Del Este Uruguay’ın sosyetik tatil şehri. Sahil şeridi boyunca manzarayı bozan onlarca yüksek katlı oteller dışında hiçbir şey görmedik. Latin Amerika’ya özgü otantik bir bina bile yok. Tamamiyle ruhsuz bir otel şehri olmuş. Fakat dönüş yolculuğumuzda burada kısa bir mola verdik ve şans eseri buradaki balıkçı barınağında Punte Del Este’ye sempati beslememe sebep olacak aşağıdaki sahneyi yaşadık.

Evet, Cabo Polonia’da uzaktan gördüğümüz deniz aslanları burada liman içinde insanlarla iç içe yaşıyordu. Balıkçılar deniz aslanlarını ellerimizle besleyebilmemiz için bize balık verdi, bize de böyle güzel bir anı kaldı.

Santiago de Chile

Uruguay sonrasında 3 4 gün kadar Buenos Aires’te dinlendik ve hemen ardından Şili’ye geçtik. Şili Latin Amerika’da şu ana kadar gördüğüm Avrupa kültüründen en az etkilenmiş ülke diyebilirim. Bunun olumlu ve olumsuz yanları var. Öncelikle burada kendimizi biraz daha otantik bir Latin Amerika ülkesinde hissettik. Zaten aradığımız deneyim buydu. Yediğimiz en lezzetli ve farklı yemekleri Santiago ve Valparaiso’da yedik. Öte yandan gezdiğimiz diğer şehirler içinde kendimizi en tedirgin hissettiğimiz şehirler Santiago ve Valparaiso oldu. Gerçi başımıza en ufak tehlikeli bir olay gelmedi ama yine de çantamıza, cüzdanımıza en çok dikkat etme ihtiyacını Şili’de hissettik.

Santiago’ya tekrar yolumuz düşerse herhalde bu sefer merkez yerine İtalyan mahallesinde (Barrio Italia) kalmak isteriz çünkü genç nüfusun sosyalleştiği en popüler bölgelerden biri burasıydı. Nitekim biz de iki gün ard arda İtalyan mahallesindeki tango gecelerine geldik. Santiago’nun en meşhur meydanı Plaza de Armas neden bizi biraz hayal kırıklığına uğrattı? Santiago’nun hippi mahallesinde neler yaptık? Cafe con piernas (bacaklı kafe) konsepti nedir? Santa Lucia tepesine çıkıp ne gördük? Atatürk büstü nerede? Gibi soruların yanıtlarını aşağıdaki detaylı Şili yazımdı okuyabilirsiniz.

Valparaiso

Santiago’daki dört günün ardından otobüsle Valparaiso’ya geçtik. Burası adeta bir açık hava müzesi. Bütün sokakları, binaların duvarları grafiti sanatçılarının eserleriyle dolu. Sanırım en çok fotoğraf çektiğimiz şehir burası olsa gerek. Valparaiso’da ilk gün yürüyüş turuna katılmadan hemen önce bir sokak satıcısının standında bir mavi boncuk dikkatimi çekti. Dedim bu mavi boncuğu olsa olsa bir Türk satar. Gerçekten de mavi boncuğu satan Adanalı bir gençti. Valparaiso’da tanıştığımız ilk insanlardan biri enteresan bir şekilde Türkiye’den getirttiği ürünleri Şili’de satarak hayatını kazanan bir genç olmuştu.

Vina Del Mar

Vina Del Mar Valparaiso’ya 15 dakika mesafede bir sahil şehri. Burası daha çok kıyı şeridi boyunca otellerin uzandığı, uzun kumsalların olduğu, Şili’nin biraz zengin kesiminin tatile geldiği bölgesi. Duygu’yla Vina del Mar’da biz de uzun bir sahil yürüyüşü yaptık. Vina del Mar’ın denizi oldukça soğuk ve dalgalı. Antartika’dan gelen soğuk su akıntıları burada denizin yaz aylarında bile çok soğuk olmasına sebep oluyor.

Mendoza

Bu şehri anlatmaya aslında şaraplarından başlardım ama dondurmasından başlamaya karar verdim!

Yine Güney Amerika’da ziyaret ettiğimiz bir çok şehirde olduğu gibi Mendoza’ya bir rehberli yürüyüş turu ile başladık. Çok sempatik ve konuşkan tur rehberimiz Ignacio’nun arada paylaştığı tavsiyelerinden birini not etmiştim: Dante Sopplesa

Burası sanırım hayatım boyunca gittiğim dondurmacılar arasında ilk üçe rahatlıkla girer, hatta Nice’deki favorimi geçip bir numaraya bile oturabilir. Çılgın dondurma çeşitliliğinden önce beni en çok etkileneyen detay dondurmacının sahibinin (Jose) işini ne kadar severek yaptığıydı. Jose her müşterisi ile o kadar yakından ilgileniyor, hazırladığı her dondurma ile o kadar uğraşıyor ki sıranın bana gelmesini beklerken sabırsızlansam bile hiç sesimi çıkarmadan adamı hayranlıkla izledim. Sıra bana geldiğinde de Jose’ye işini ne kadar severek yaptığını farkettiğimi söyledim kendisine. Jose hangi müşterinin dondurmasını hazırlıyorsa sıranın uzunluğuna aldırmadan o müşteriyi en çok mutlu edecek dondurmayı hazırlayabilmek için adeta istişare ediyor! Müşteri seçimini yapıyor, Jose hazırlarken ara sıra ara verip, farklı bir dondurma denetip müşterinin görüşünü alıp seçimi güncelliyor, en sonunda bir cımbızla her bir çilek dilimini, yaban mersinini, gofreti bir bir özenle yerleştiriyor, eserine bir bakıyor, bir meyvenin açısı hoşuna gitmezse alıyor onu tekrar yerleştiriyor, adeta bir ressam! Bu dondurmacıdan çıktığımda aklımda iki şey vardı: 1- Duygu’yu da buraya getirmeliyim (maalesef kendisi benim kadar heveslenmedi) 2- Bu sanat eseri hazırlanırken neden videoya çekmedim? Sanırım bu deneyimi kendime özel tutmak istedim. Daha önce hayatımda hiç avokadolu dondurma denememiştim, bu ilk oldu. Onun haricinde, susamlı, güllü, lavantalı gibi çok rastlanmayan çeşitlerin dışında tabiki bir Arjantin klasiği olan Dulce de Leche’nin bir çok çeşidi de mevcuttu.

Dante Sopplesa
Dante Sopplesa

Tamam, bu kadar dondurma romantizminden sonra esas konumuza geri dönüyorum. Mendoza çölün ortasına kurulmuş dünyadaki en büyük vaha şehirlerinden biri. Çevresi çorak çöl, içerisi yemyeşil parklarla colu cıvıl cıvıl bir şehir. Bütün caddelerinde İnka zamanından kalma derin sulama kanalları var, dağlardan inen sular bu kanalların içerisinden geçerek kaldırımlardaki ağaçları suluyor. Mendoza Şili’ye yakınlığından dolayı oradaki depremlerden etkilenme ihtimali olan bir şehir. İşte bu yüzden şehir planlamasında deprem önlemleri önemli bir yer tutuyor. Şehrin merkezinde yer alan Bağımsızlık Meydanı (Plaza Independencia) aslında bir deprem toplanma alanı olarak tasarlanmış. İlk bakışta yemyeşil ağaçlarla dolu, içinde havuz da olan bu meydan güzel bir park gibi görünüyor ancak burası bir afet durumunda toplanma alanı olarak düşünülmüş. Bağımsızlık meydanının dört köşesine yaklaşık 200er metre mesafe dört farklı park daha bulunuyor: San Martin meydanı, İspanya meydanı, İtalya meydanı ve Şili meydanı. İşte bu dama tahtası gibi planlama insanların kolayca, kısa süre içerisinde toplanabilecekleri alanlar olarak tasarlanmış.

Depremden söz etmişken, biz Türkiye’deki 6 Şubat Maraş depreminden bir kaç gün sonra Mendoza’ya gelmiştik ve olayın sıcaklığıyla biz ne yapabiliriz diye düşünürken aklıma bir fikir geldi. Hem Türkiye’de yaşanan acıları anmak hem de yurtdışında bu tarz afetlerde nasıl önlemler alındığını anlatmak için bir video hazırlamaya karar verdik. Mendoza’nın deprem özelinde aldığı önlemleri bildiğimiz için Mendoza Belediyesi ile iletişime geçip bu konulardan sorumlu kişiyle röportaj yapmak istediğimizi ilettik. Sağolsunlar bizi kırmadılar, Afet ve Risk departman müdürü ile deprem üzerine uzun bir röportaj yapıp kanalımızda yayınladık.

Mendoza’da Plaza España önünde kiraladığımız bir airbnb evinde kalıyorduk. Saydığım meydanlar içerisinde en beğendiğim meydan bu oldu. İspanyol tarzı mavi beyaz seramiklerle hem yerlerin hem bankların süslendiği çok güzel bir park burası. Saydığım bu parklar gündelik yaşamda Mendozalılar için en popüler buluşma ve temiz hava alma alanları olmuş. Saydığım bu meydanların haricinde şehir merkezinden yürüyerek 15 dk uzaklıkta bir de San Martin parkı var ki buraya da hayran kaldım. Şehir merkezinde bu kadar büyük parklar görmeye hiç alışkın değilim. Burası Londra’daki Hyde Park’ı hatırlattı bana. San Martin parkını Ignacio’nun yürüyüş turunda keşfetmiştik. Daha önce bahsettiğim gibi yürüyüş turlarını fragman gibi gördüğümüz için daha sonra en sevdiğimiz yerlere tekrar gelip daha uzun vakit geçiriyoruz. Bu yüzden Mendoza’da geçirdiğimiz günlerden birinde bu çok sevdiğim parka spor yapmaya tekrar geldik. Şansımız aynı günün akşamı bir de canlı müzikli açık hava milongası vardı burada, böylece San Martin parkının bol bol tadını çıkarmış olduk.

Mendoza ile ilgili yapılması gereken en önemli aktivite elbette bağ evi gezileri. Mendoza şarapçılık alanınca Arjantin’in gururu. Dünyaca ünlü Arjantin şaraplarının önemli bölümü bu bölgede üretiliyor. Özellikle Mendoza’nın 1 saat dışındaki Uco Vadisi (Valle Uco) onlarca farklı şarap markasına ev sahipliği yapıyor. Küçük butik bağ evleri, Katar Havayolları gibi büyük şirketlere üretim yapan işletmeler, Avrupa’dan gelip bölgede Arjantin üzümleri yetiştiren global markalar. Burası gerçekten de bir şarap vahası. Ben de şu anda bu satırları bir Mendoza şarabı eşliğinde yazıyorum. Duygu ile bu bağ evi turlarını nasıl yapsak diye uzun uzun düşündük. Aslında araba kiralamak aklımıza daha çok yatıyordu fakat o kadar şarap tadımı yaptıktan sonra tehlikeli olabilir diye en sonunda bir tura dahil olmaya karar verdik. Mendoza şehir merkezinde bir sürü acente bağ evi turları satıyor. Hepsinin anlaşmalı olduğu farklı bağ evleri var. Biz hem kendi araştırmalarımız hem de Ignacio’nun tavsiyeleri doğrultusunda bir kaç bağ evini hedeflerimiz arasına koymuştuk zaten (Salentein, La Azul, Bodega Domaine Bousquet, Masi Tupungato). Google map üzerinden iyi puanlı acenleteleri bulup bu bağ evlerinden hangilerine gittiklerini öğrenip birinde karar kıldık. Genellikle sabah erken saatlerde yola çıkıp iki farklı bağ evinde şarap tadımı gerçekteştirip en sonunda da birinde öğlen yemeği eşliğinde şarap tadımı yapıyorsunuz. Araba kullanmak zorunda olmamak aktiviteyi daha keyifli hale getirdi fakat minibüste kafamızı şişiren geveze bir turist olmasaydı daha memnun olurduk. Grup aktivitelerinde bu tarz riskler oluyor maalesef.

Bariloche

Aslında Arjantin seyahatini ilk planladığımızda Bariloche ziyaret edeceğimiz şehirler arasında yoktu fakat Buenos Aires’te kiminle tanıştıysak bize Bariloche’yi mutlaka ziyaret etmemizi tavsiye ediyordu. Ben de bu Bariloche nasıl bir şehirdir diye alıcı gözüyle tekrar bir araştırayım dedim. Güney Amerika’da olup tarihi bir Avrupa şehrine benzemesi, bira ve çikolatanın meşhur olması, gölleri ve doğal parkları burayı Arjantin’in en ilginç, en sıra dışı ve en turistik şehirlerinden biri yapmış. Biz de Şili’den dönüp ikinci Arjantin turumuzu başlattığımızda Bariloche’yi de rotamıza ekledik. Zaten Bariloche güneye inerken Mendoza ile El Calafate arasında bizim için de güzel bir uğrak noktası oldu.

Nahuel Huapi Milli Parkı

Bariloche’nin şehir merkezi gerçekten de İsviçre — Almanya tarzı bir orta çağ şehrine benziyor. Kış sporlarına meraklı Arjantinlilerin kayak yapmak için İsviçre’ye kadar gitmelerine gerek yok! İnsan kendisini burada İsviçre’de gibi hissediyor zaten. Bariloche’nin en işlek caddesi olan Mitre yol boyunca yan yana çikolatacılarla dolu. İnsanın başını döndüren bir çikolata çeşitliliği var burada. Biz de kafamıza göre çikolatacılara girip küçük torbalara seçtiğimiz çikolataları doldurup bol bol kalori aldık burada. Mitre’deki evlerin tarzı biraz da Bremen evlerini andırıyordu. İkinci dünya savaşı sonrasında Bariloche’ye çok sayıda Alman göçmüş, buradaki mimarinin Avrupa’ya benzemesinde bu Alman göçünün etkisi olduğu söyleniyor.

Bariloche

Bariloche’de iki tam gün doğa gezilerine ayırdık. Bir gün araba kiralayıp ön keşif yaptık, ertesi gün de bir tekne turu satın aldık. Drone çekimleri için harika manzara noktaları bulduk.

El Calafate

Güneye inmeye devam ediyorduk ve biz indikçe hava soğuyordu. Zaten El Calafate‘ı ziyaret etmemizin en önemli sebebi Perito Moreno buzuluydu.

Bariloche’den El Calafate havalimanına indiğimizde kendimizi uçsuz bucaksız bir çölün ortasında bulduk. Gözlerimiz şehri aradı ancak havalimanını bir hiçliğin ortasına yapmış Arjantin’liler. Sanırım El Calafate’ın ileride çok büyüyeceğine inanmışlar ki şehir merkezine biraz uzak yapmak istemişler. Tam tersine, El Calafate tek caddeden ve o caddeyi kesen kısa sokaklardan oluşan göl kenarında şirin küçük bir şehir. Taksiyle yaklaşık yarım saatlik bir yolculuk sonrasında çölü geçip şehre ulaşabildik.

Dikkatli okuyucular şimdi hem soğuk hava hem çöl nasıl olabiliyor diyecektir. Üstelik dünyanın en büyük üçüncü tatlı su kaynağı olan Perito Moreno buzulunun memleketinde! Burası bizim orta doğu coğrafyasından bildiğimiz anlamda bir çöl değil. Patagonya’nın genel olarak iklim ve toprak yapısı bitkilerin yetişmesi için çok uygun değil. İşte bu yüzden Patagonya’da çok büyük çölleşmiş araziler oluşmuş. Duygu bu çölü uçaktan videoya çekmiş, El Calafate videomuzda yayınladık.

Çölleri aşıp geldiğimiz otelimizde bize tatsız bir İspanyolca pratik imkanı sağladıklarını farkettik! İnternetten satın aldığımız oda ile bize verdikleri oda farklıydı. Önce kısa bir konuşmadan sonra resepsiyondaki arkadaşı ikna edemeyeceğimizi görüp durumu kabullendik. Verdikleri oda hem manzarasız, hem daha küçüktü, hem de yatağı rahatsızdı. Nitekim akşama döndüğümüzde konuyu tekrar açtık. Uzun ikna çabalarımız sonunda sonuç verdi ve bizi gecenin bir vakti daha güzel bir odaya taşıdılar.

Ertesi gün sabah erkenden kiraladığımız arabayla Perito Moreno buzuluna doğru yola çıktık. Taktik yaptık, tur şirketlerinin otobüslerini atlatıp, ortam kalabalıklaşmadan buzula gelmeliydik ki Perito Moreno’nun sessiz huzurlu ortamını yakalayabilelim. Burası şehir merkezine yarım saat mesafede bir doğal park (Los Glaciares National Park). Parkın girişinde bizi güvenlik görevlisi karşıladı ve İngilizce drone kullanamayacağımızı bize hatırlattı. Biz görevliyle ısrarla İspanyolca konuşmaya çalışsak bile bize inatla İngilizce yanıt verdi sağolsun. Drone konusunda biraz ısrarcı olduk fakat maalesef o konuda hiç esnek değillerdi. Oysa ki buz dağının üzerinden ne güzel videolar çekebilirdik. Neyse, yine de bence elimizdeki imkanlarla kanala çok güzel bir video hazırladığımızı düşünüyorum. Buzullarla muhteşem görüntüler yakaladık. Perito Moreno bizim için unutulmayacak bir anı oldu. Bir de unutulmayacak bir ders edindim: Kafanda bere varsa güneş gözlüğünü berenin üzerine geçirme! Park Perito Moreno manzaralı yürüyüş yolları ve balkonlarla çevrili. Herhalde bir noktada uzun yürüyüşün de etkisitle sıcaklayıp beremi çıkardım, güneş gözlüklerim de o noktada düşüp kayboldu.

Seyahatlerimizde zaman zaman biz planlamadığımız halde çeşitli festivallere, karnavallara denk gelebiliyoruz. Bunlar da bize seyahatlerimizin hoş sürprizleri oluyor. Daha önce Lizbon’da San Antonio festivaline denk gelmiştik. Şehirde garip bir kalabalık vardı, insanlara sorduk bu nedir diye. Meğer o akşam Lizbon’un en eğlenceli sokak festivallerinden biri varmış. El Calafate’te de bunun görece minyatür bir versiyonuna denk geldik. Her akşam şehrin açık hava konser meydanında ücretsiz konserler vardı. Biz de bir akşam Los Palmeras’ın Cumbia konserine gittik. Bu küçük şehirde yapılabilecek en güzel aktivitelerden biriydi.

El Calafate’deki son günümüzde Reserva Laguna Nimez isimli parka (bence kuş cenneti demek daha uygun) geldik. Arjantin kuş gözlemciliği ile ilgisi olmayan insanları bile kuş gözlemciliğine teşvik eden bir ülke. Doğada bu kadar farklı kuş çeşidini başka hiçbir yerde görmemiştim. Malezya’da da bir kuş parkına gitmiştik, orada da rengarenk bir sürü tropik kuş tanımıştık fakat o park doğal ortamları değildi.

Reserva Laguna Nimez

Ushuaia

Sonunda dünyanın sonuna gelmeyi başardık! Ushuaia yerleşim olan dünyanın en güney şehri. Ushuaia “Fin Del Mundo”, yani Dünyanın Sonu söylemini adeta markalaştırmış. Şehirdeki tabelalarda, satılan ürünlerin etiketlerinde hep bu deyimi görmeniz mümkün.

Ushuaia’yı ziyaret etmemizdeki en büyük motivasyonlarınız penguenleri görmek, dünyanın sonu postanesini görmek, dünyanın sonu deniz fenerini görmek ve arkadaşlarımıza dünyanın sonunda konum göndermek!

Ushuaia telafuzu çok zor bir şehir ismi. Arjantin seyahatimiz boyunca bize nereleri ziyaret edeceğimizi soranlar her seferinde mutlaka Ushuaia telafuzumuzu düzeltme ihtiyacı hissetti. Sanırım hala bu şehrin ismini tam olarak doğru söyleyemiyorum. Ama doğru yazdığıma eminim. Ushuaia da El Calafate gibi tek bir cadde ve onu dik kesen küçük sokaklardan oluşan küçük bir şehir. Ama El Calafate’a göre biraz daha gelişmiş, biraz daha turistik bir yer. Hatta şehrin turizmi şehrin imkanlarından daha hızlı gelişmiş diyebilirim. Zaman zaman şehrin turist kalabalığını pek kaldıramadığına, restoranlarda yer bulmanın oldukça zor olduğuna tanık olduk. Şehirde esnaf, tur şirketleri ve restoranların güzel bir dayanışması var. Herkes turistler aracılığıyla birbirine indirim veya hediye kuponu gönderiyor. Örneğin tekne turu satan bir firma katılımcılarına bir barın ücretsiz bira kuponunu hediye ediyor, böylece tur sonrası bir bara gitmek isterseniz bira hediye eden mekanı tercih ediyorsunuz. Veya otel sahibi sıcak çikolata kuponu hediye ediyor, o çikolatacıyı buluyorsunuz.

Penguenleri görmek için iki farklı opsiyon mevcut. Minibüsle gidilen turlar var, penguenlerin yaşadığı bölgeye yakın bir noktaya yaklaşık 1 saatlik bir yolculuk sonunda gidip sonrasında bot ile penguenlerin bulunduğu plaja gidiyorsunuz. İkinci seçenek ise Ushuaia limanında doğrudan bu plaja giden tekne turları var ancak biz bunu tercih etmedik çünkü hem yolculuk daha uzun sürüyor hem de limandan kalkan tekneler daha büyük olduğu için bizim kadar penguenlere yaklaşamıyordu. Biz penguenlere selfie çekecek kadar yaklaşabildik, dondurucu soğuğa rağmen bizim için unutulmaz bir anı oldu. Paylaştığım resimde Duygu’nun hemen solunda turuncu kafalı kral pengueni görebilirsiniz. Sayıları çok az olan kral penguenleri her gün görmek mümkün olmuyormuş, bir şanslı çift olarak kendisiyle Ushuaia’da tanışabildik.

Penguen turunu minibüs ile yapmaya karar verince dünyanın sonundaki deniz fenerini görmek için daha kısa olan tekne turlarından birine katılalım dedik. Bu turlarda sadece deniz fenerini değil, aynı zamanda deniz aslanlarını da görebiliyorsunuz. Tabi biz Uruguay’da deniz aslanlarını ellerimizle beslediğimiz için kayaların üzerinde kendilerini kurutan deniz aslanlarını görünce teknedeki diğer gezginler kadar heyecanlanmadık. Herşeyin ilki unutulmaz oluyor.

Ushuaia’da yapılması gereken bir diğer aktivite de dünyanın sonu postanesine gidip pasaportunuza hatıra damgası vurdurmak. Ateş toprakları milli parkı içerisindeki bu prefabrik postaneye gitmek için araba kiraladık. Macellan bu bölgeden geçerken karada yerlilerin yaktığı ateşleri görüp buraya “Tierra del fuego” yani “Ateş toprakları” ismini vermiş. Milli parkın ismi de buradan geliyor. Biz de Ushuaia’daki son günümüzü postane ziyareti ve doğa yürüyüşü yaparak değerlendirdik.

fin del mundo postanesi

Son Söz

Güney Amerika’da dolu dolu iki ay geçirdik ve çok güzel anılarla döndük. Benim için biriktirdiğim anılardan daha da önemlisi:

  • İspanyolca
  • Tango
  • Wing foil

Bu üç hobimle ilgili kendimi geliştirmeye iyice motive olmuş bir şekilde Türkiye’ye döndüm. Güney Amerika’dan döndükten sonra hergün kısa süreli çalışmalarla bile olsa mutlaka İspanyolca çalışıyorum. Bir sonraki Latin Amerika seyahatimde daha ileri seviye İspanyolca konuşmak istiyorum. İstanbul’da tango dersleri almaya devam ediyorum. Fırsat buldukça Duygu’yla milongalara gidiyoruz. Seneler sonra bile bir tango gecesine gittiğimde tangoya geri dönüşümün bu seyahat ile olduğunu hep hatırlayacağım. Ve Uruguay’da denediğim Wing Foil’i Kitesurf ve Windsurf’ten daha çok seveceğimi tahmin ediyorum.

İnsan seyahat ettikçe daha çok yer keşfedesi geliyor. Daha Türkiye’ye döndemeden Filipinlerdeki adaları araştırmaya başlamıştım bile. Umarım bir sonraki uzak rotamız Filipinlere olacak. Ancak şimdi öncelikli hedefimiz yelkenlimizle yeni Yunan adaları keşfetmek.

Güney Amerika’ya ne zaman geri döneriz? Bana öyle geliyor ki bir sene içerisinde tango için Buenos Aires’e tekrar gitmek isteriz. Yaşayıp göreceğiz.

--

--

ilker cikrikcili
vovidi
Editor for

Digital Marketing, Business Model Development, Market Strategy, IT Product Development