Öğle Yemeği

Yağız Basgıcılar
ayın karanlık yüzü
6 min readFeb 27, 2020
Photo by Igor Miske on Unsplash

Kantin önünde buluştuk. Daha doğrusu ben onu buldum. Kısa saçlarımdan tanıyamamış, yanımdan geçti içeri girdi. Arkasından koştum omzuna dokundum. Arkasına dönünce heyecanlandım. O anın gerisi yok, sarıldık mı hatırlamıyorum. Sarılmak güzel olurdu ama. Sarılmışızdır umarım.

İlk ve son yemeğimiz iki ay önceydi. Ama yemekte görüyordum ben onu. Yürüyüşünü ve yanındakine gülüşünü seyrediyordum. Yanında olma sırası bende şimdi. Kimler sırasını bekliyor benden başka? Geçen yemekten sonra yeni bir yemek günü ayarlamıştık. O gün bugünmüş. Sabahtan beri karnımda bir gariplik.

Beni gördüğüne sevinmiş gibi. Kocaman gülümsedi buluşunca. Gülmek herkese yakışır. Ona daha çok yakışıyor. Beni gülümsetiyor yanında olmak. Onu gülümseten de benimdir umarım.

“Buklelerin nerde, çok güzellerdi“ dedi. “Böyle de güzelsin ama“. Aradaki iki saniye boşluk olmasa bu kadar güzel gelmezdi sözleri.

“Ve tanrı kadını yarattı” sözündeki kadın var ya, işte o şu an karşımdaki. Alman bir Monica Belluci. İyi bir çocuk oldum heralde diye düşünüyorum ve hesap kitap yapan bir tanrı sahiden de var galiba.

Yemek sırasına doğru yürüyoruz. Omuzlarımda kocaman bir ağırlık var, yanımda yürüyen kadının kadınlığının ağırlığı. Ona eşlik etmeye çalışmanın tatlı yükü. Oraya ait değilim sanki. Onun yanı bana çok. Ben daha çocuğum. Sakallı bir delikanlı. Kızarmış bir çeri domates. Hafiflik de var ama. Yanında olmanın hafifliği. Bir de gurur. Bu kadının yanında yürüyen erkek olmak. Onun yanında daha erkeğim. Bir erkeği erkek yapan yanındaki kadın. Herkes yan gözle bana bakıyor, biliyorum. Erkekler de bakıyor kadınlar da. Bize değil bana bakıyorlar ama. Birazdan bu kadınla yemek yiyecek bu lavuğa bakıyor herkes.

Yemeğimizi alıp bir yer buluyoruz. Yüksek masalardan birinde yüksek sandalyelerde. Ben zaten yükseklerdeyim. Çok insan var etrafta. Biz kaybolabilsek keşke ya da onlar yok olsa. Onlar donsa da olur, ölseler de. Sadece biz yaşayalım. Yok hayır kimse ölmesin ki bizi görsünler. Kadınıyla yemek yiyen bu delikanlıyı görsünler.

Havadan sudan başlamıyoruz muhabbete herkes gibi. O dudaklardan çıkan her sözün bir anlamı var çünkü. Yemeğine batırırken çatalına baktıkça dudaklarını seyrediyorum. Çiğnediği lokmaları içeride tutarken kelimeler çıkarmaya çalışan dudaklara. Hafif yağlanmışlar salatadan. O bana bakarken bakmaya cesaret edemiyorum dudaklarına. İki ayda bir görüşünce, yapamıyorum. Bakmamı ister mi acaba? Bakmamı istemesini isterdim. Neden hislerimi dışarı vuramıyorum? Çok garip ama dudaklarını öpmek hiç geçmiyor aklımdan. Yemek yiyoruz diye heralde.

Onla yemek yemek rahat değil kesinlikle. Ne yediğimi hatırlamıyorum mesela. Onun yanında rahatım ama başka şekilde. Huzursuz bir rahatlık. Yine de güzel. Keşke bu heyecan sonradan da kalacak olsa.

Ayakkabımın içinde parmaklarımı oynatıyorum onunla konuşurken. Küçükken iğne olurken yapardım böyle, bir de sınıfta tahtaya kalktığımda.

Ellerimi nereye koysam bilemiyorum. Bu eller bana mı ait? Şu elleri bir yarım saat kenara koyabilsem ne güzel olacak. Ellerimi meşgul etmem lazım. En iyisi sık sık su içmek ya da bıçakla bir şeyler bölmek. Elleri ellerime yakışır mı acaba?

Sadece gözlerimle uğraşmak istiyorum şu an. Ona gözlerimi dikiyorum çünkü ve dikmek istemiyorum. Ama elimde değil. Bana her bakışında ona bakıyor olmak istemiyorum. Arada bakacağı anı sezip gözlerimi kaçırıyorum. Ağırdan satayım diye biraz kendimi. Bir yere uzun süre bakınca başı döner ya insanın. Başım dönüyor yemekte. O değil ama başımı döndüren, ona bakmak. Yine de yüzünün detayları pek yok aklımda. Büyülendim galiba, boş bakıyorum. Kesin anladı. O anlamadıysa bile görenler anladı.

Yuttuğum her lokmadan sonra su içiyorum dişlerimde bir şey kalmasın diye. Çok güvendiğim gülüşüm lekelenmesin. Ona kur yaparken aramıza yemek kalıntısı girmesin. O bir kadın. Gerçek bir kadın. Mükemmel olmalıyım, fırsatımı iyi değerlendirmeliyim. Doğallığım ve gülüşüm en güçlü silahlarım. Doğallığımdan eser kaldı mı şu an bilmiyorum ama hoşuna giden bir şey varsa eğer o da şu anki şapşallığımdır. Şu an o Firuze, ben de Özcan Deniz’im.

Hafif sıyrılmış kollarına baktım. Tatlı, sarıya yakın tüyleri var. Bacakları da böyle midir acaba? Ne sıklıkla ağda yapıyordur? Ya da duşta tıraşlıyor mudur pembe bir tıraş bıçağıyla, aşağıdan yukarıya? Teni çok yumuşak duruyor. Dokunmama gerek yok anlamak için.

Elleri güzel. Prenses eli değil ama güzel. Öyle olsun istemezdim zaten. Parmakları zarif. Becerikli olduğu kesin. Çatalı kavrayışından belli. Tırnakları boyasız, en sevdiğim şekilde. Kendinden bakımlı. Ya da görünmez bir bakım var. Bir yüzüğü var, dikkatimi çekiyor. Alyans değil neyse ki. Umarım hiç de takmamıştır. Zor beğenen biri, öyle kurdum kafamda şu ana kadar. Düşünemiyorum ama alyans taktığını o parmakların. İki ayda bir görüştüğümüzden, kestiremiyorum ki hiçbir şeyi. Ev baktığını anlattı, şu anki evinden çıkacakmış büyük geldiği için. Sormaya korkuyorum ne değişti diye. Belki de sormanın tam zamanı. Bende o yürek ne gezer. ‘Ne istediğini iyi seç, gerçek olur’ derler ya. Belki de gerçek olmasından korktuğum için geciktiriyorum.

Takıları güzel, tam kıvamında. Kolyesi var. Küpeleri varsa da göremiyorum. Belki birkaç yemek sonra saçını sıyırabilirim. Sebepsizce saçına dokunabilmek güzel olur. Küpelerini komodinimde görmek isterdim. Ya da isterim. İstiyorum. İstiyor muyum cidden? Bilmiyorum. Sabah da böyle güzel olur mu? Ağzı kokmaz kesin. Neden kokmasın ki? Neyi eksik? Küpeleri benim için bir sır kalsın. Şimdilik.

Saçlarına bakıyorum. Dün mü yıkanmış en son bu sabah mı? Kadınlar akşamdan yıkanır ama genelde. Bu da onlardan mı? Duş kelimesiyle kıyafetleri çıkıyor bir anda üstünden. Önümde üstünden kayıveriyorlar. Duşa giriyor. Duşun altında gözlerini kapatıp başını geri atıyor mu onu görmeye çalışıyorum gözlerimi kısıp. Çok garip, yanında olmak gibi bir arzum yok. Utandığımdan mı acaba? Yoksa bu görüşme sıklığındayken bunları düşünebilecek yüzü mü bulamıyorum kendimde?

Neler yediğine bakıyorum. Sağlıklı besleniyor mu? Çok yemiyor, güzel. Zayıf demem ama tam kıvamında. Kafamdaki kadının olması gereken kiloda. İleride kilo alır mı? Annesinin bir fotoğrafı olsa keşke. Et yemiyor, artı puan. Evde beraber yemek yapmak kolay olur. Ama zaten uyumlu biri. Öyle duruyor. Ama baskın da bir kadın, alttan almaz her zaman.

Kısa bir an aklımdan geçiyor ‘çocuğumuz olsa neye benzerdi?’ diye. Babasından çok büyük bir annesi olan bir çocuk. Kadın bir annenin ve çocuk bir babanın oğlu ya da kızı. Her şey çocuk için değil mi ne de olsa? Tüm bu kandırmaca, koşuşturmaca çoğalmak için. O neler geçiriyor acaba aklından? Neler düşündüğümü bilse hemen mi kalkar masadan yoksa bitmesini bekler mi yemeğin? Bir daha yazdığımda cevap verir mi?

Gülünce göz kenarları aşağı kıvrılıyor, samimi gülümseme, iyiye işaret. Bukleleri olan çocukla mutlu sanki. Gözleri öyle diyor. Gözler yalan söylemez. Söyleyemezler.

28 yaşında acemi ruhum beni güldürüyor. Bana büyüksün be kızım. Ben sana küçüğüm. Ama ilk değilsin. Kendimden büyük sevgililerim oldu. Kısa vadede her şey güzel olacak, güvenebilirsin bana.

İlk kavgamızı ne zaman ederiz acaba? İlk ne zaman kavga edip sevişiriz? Kalbini kaç kere kırmama izin verirsin? Kırabilir miyim? Bir kadının kalbini kırabilir mi bir çocuk?

Oğlak burcu olduğunu söyledi, annemin burcu. Daha da çok sevdirdi kendini. Çocukken aşık olduğum kadının burcunda diye mi? Tipik bir oğlak mısın? Nedir ki tipik oğlak? Anne, nedir tipik bir oğlak?

Seni annemle tanıştırsam ne der acaba? Elini sıkarken ne kadar rol yapması gerekir? Beni kenara çekip konuşmak için ne kadar bekler? Kulağımı çeker mi? Komşular ne der? Ben kendime ne derim? Bu sefer de hatamdan döndürür mü diğer hatalarımdaki gibi?

Aşkın yaşı yoktur derler, ömrü de iki yılmış. Uzatmalarla üç yıl. İki yıla beğenir miyim seni hala? Yoksa hoşlanmam aşka mı dönmüş olur alışkanlıkla? Sevişmesiz kavgalardan edip ayrılmış mı oluruz yoksa? Sen beni seviyor olur musun? Ya da aşık edebilir miyim seni kendime? Aşık olmanı gerçekten ister miyim bana, artık bu şirkette olmasak bile?

Gözlüğünü çıkarınca nasıl gözüküyor? Hiç görmedim. Gözleri benimkilerden bozuk belli ki, camlarından belli. Benden başka hiçbir şeyi görmesi gerekmeyen bir yerde çıkarmak istiyorum gözlüğünü, benimkiyle çarpışmasın diye. Çıkarıp küpelerinin yanına koyarım. Çıkardığım küpelerinin yanına.

Umarım küpelerini çıkaran ben olamam hiç. Çıkarmak isteyen olarak kalmayı yeğlerim. Sen fethedemediğin kalem olarak kal benim. Fethetme arzumla baş başa bırak beni. Fethederek kaybedeceğime, fethedemediğim için kaybedeyim. Böylesi hepimiz için daha iyi.

Yemeklerimiz bitiyor. Aç değildim zaten, reflekslerimle yedim. Ne yediğim şeyi hatırlıyorum ne de nasıl yediğimi. Umurumda da değil. Bu buluşmamızın sonuna geliyoruz. Terlemişim baya. Stres teri. Vücudum artık bu tatlı stres bitsin istiyor. Kantinden çıkıyoruz tepsilerimizi bırakıp. Kapıdan çıkınca hoş bir gariplik oluyor, ayrılma garipliği. Ayrılmak istemeyenlerde olan gariplik. Bence öyle. Aşkın gözü kördür, hoşlanmanın da öyle mi?

Saçma şeyler söylüyorum ayrılırken muhtemelen. Çıkışım girişim kadar havalı olmuyor. Ama pek umurumda değil. Gözlerinde gördüklerimden sonra çok önemi olmadığını anlıyorum bunların. ‘’Arayı açmayalım’’ diyorum. Saçma bir an oluyor sarılıp sarılmamak arasında kalınca. Sarılmıyoruz. Ama sarılmak istedik ikimiz de, biliyorum. Masama dönünce daha o çevrim içi olmadan yemekte bahsettiğim bir yazıyı gönderiyorum. Teşekkür eden bir cevap geliyor. Bir de gülen surat koymuş, ‘’Öğle yemeği güzeldi’’ diyor.

--

--