15 Haziran, Münih.

Yağız Basgıcılar
ayın karanlık yüzü
5 min readJun 15, 2020

Sadece iki gündür kesintisiz yağıyor yağmur ama hissedilen iki hafta. Dün pazardı. Dışarıda ne olduğunu pek umursamadım. Bugünse evde yağmurun camlara vuruşunu dinledim bolca. Toplantıdaysam kulaklığımın altında, gürültülerin ardında, yemek yapıyorsam mutfak camında, salondaysam yatarak çalıştığım kanepemin yanında batıya bakan camında. Hızlı yağdı, yavaşladı, sert vurdu, yumuşadı, durur gibi oldu yine bastırdı. Bulutlar bitti yenileri geldi. Kesintisiz yağmurun tıpırtılarını kulaklarım duymaz oldu.

Yağmur yağan günde saati kestirmek de kolay değil dışarı bakıp. Homojen bir ışık, hep aynı aydınlık. Hep gündüz ya da hep öğleden sonra. Saati bilgisayarımdaki sayaçtan farkettim. Evden çalışırken saat tutuyorum artık, işverenimle aramızda hak geçmesin diye. Yedi saatlik bir toplantı maratonunun ardından bir saat iş yapabildim. Saat beş gibi bir bira açtım ve bilgisayardan uzaklaştım. Yarım saat tavana baktım ve biramı yudumladım. Bu saatteki bira nedense hep çok güzel çarpar. Kuzenim Emilio Santos ölmemeliydi ile Alex birası deriz bu saatte içilen, cin gibi çarpan biraya. Anlatsam buraya sığmaz, sığsa da Alex’i yaşatmaz. Siz sadece bilin ki öyle bir biraydı içtiğim. Kız gibi, bir biradan çakırkeyf olmuş bir şekilde bir saat daha katma değersiz işler başardım ve günlük mesaimi bitirdim. Şak diye kapattım bilgisayarı.

Dün buluşmak için sözleştiğimiz ama kendisini ektiğim davuluma baktım. Elektronik ruhunu kaplayan plastik gövdesi tozlanıvermiş hemen. İki pataklayınca attı tozlarını, kendine geldi. Şak diye açtım iş bilgisayarımı geri. Ama bu sefer iş için değil de hiç utanmadan içine yüklediğim davul emülatörünü çalıştırmak için. Hazır ayarlardan birkaç tanesini kurcalayıp bir stüdyo sesinde karar kıldım ve bir şeyler çaldım. Güzel bir birliktelik oldu. Çalarken geliştiğimi hissettiğim çalışmalardan biriydi. İçimden geldiği için çaldım, sanırım ondan böyle oldu. Tabureye oturanla tabureden kalkan iki başka insandı.

İki elim ve iki bacağım pür dikkat bu aleti çalarken aklımdan geçebilen sayılı düşüncelerden biriydi yağmur. Çalışmanın başında bir saplantı gibi düştü aklıma ve bir saatin sonunda kendimi koşu taytımı ararken buldum. Satılık eşyalarımın arasından turuncu yağmurluğumu çıkardım. İçine kalın sayılabilecek bir eşofman çektim terleyeceğimi bile bile. Amaç zaten ıslanmaktı. En altta dün akşamdan beri üstümde olan beyaz tişört kaldı. Altıma yine satılıklar arasından eski bir taytımı geçirdim. O kadar seyrek koşuyorum ki artık, koşu saatimin bitmeye yakın pilini takınca farkettim. Saate güven olmayacak diye telefonumu da yanıma aldım. Hafızada yer açılsın diye kaldırdığım Nike koşu uygulamasını (NRC) hemen geri indirdim. Telefonu almış bulununca kulaklıklarımı da aldım. AirPods ayıptır söylemesi. Kıyak alet ama kulakta kayınca ses kalitesi de kayıyor. O yüzden kafama bir de boyunluk geçirip tepeden katladım, tenisçi işi alın bezi yaptım. Maksat kulaklıkları kulaklarıma bastırsın da basları duyayım. Son bir iş aynaya baktım, aynadaki çocuğa selam çaktım ve kendimi dışarı attım.

Apartmandan çıkınca yağmuru daha iyi ayırt ettim. Çok yoğun gibi gözükmeyip ıslatan cinsten, seyrek ama iri taneli olanından. Benle birlikte yağmurun hızı arttı sanki. Hızı değilse bile coşkusu arttı.

Koşu hedefi olarak 5 kilometre vardı aklımda ama son anda içim elvermedi 6 yaptım ve başlattım. Elektronik müzik listemi açtım, kulaklıklarımı iyice bastırdım, anahtarlıktan söktüğüm tek anahtarı cebimde sağlama aldım ve koşmaya başladım. Isınmadım, açma germe yapmadım. Hiç huyum değildir ama nedense son zamanlarda böyle yaramazlıklardan keyif alır oldum. Belki 6 kilometreyi küçümsedim. Koşmaya başlayalı bir dakika geçmemişti ki Onat Vural, neredeyse her gün koşuya çıkan, maraton koşsa saçları bozulmayan kardeşim NRC’den alkış gönderdi. Şu uygulamanın en esaslı özelliği heralde. Baya sesli güldüm sevinçten. Sağol karşim. Her gün koşan adamsın, benim birazdan alacağım keyfi aldın mı hiç koşarken?

Azınlıkların yaşadığı bir mahallede ikamet edip bir azınlığa ait olmam yetmiyormuş gibi yağmurda koşuya çıkarak aslında hiç de azımsanamayacak bir belirliliğe büründüm. Yağmurdan kimse farketmedi bunu.

Mahallemin sokaklarında tendonlarımı ısıtan ilk adımlarımı atarken yanımdan geçen polis arabası duracak ve yağmurda koşma belgemi görmek isteyecekler gibi saçma hayallere kapıldım.

Koşu ayakkabılarımın su geçirmez özelliği olmadığını biliyordum ama ıslanma hızları beni yine de her seferinde şaşırtıyor. Abartısız 10–15 adım sonrasında parmak uçlarım tamamen ıslanmıştı. Kaputun delindiğini farkeden çiftlerin yapacağı gibi keyif almaya baktım ve ayakkabılarımı yağmurdan önce kendim ıslattım. Bunun için su birikintilerinin üstünden koşmaya başladım. Aslında yeterli bir hızda koşulduğunda ayağın yerde kalma süresi yarılan suyun geri buluşma süresinden kısa olduğundan ıslanmadan koşmak mümkün. Ama bugün o gün değil. Ben keyifli adımlarla, Musa gibi yardığım su birikintilerinde dalgaların ayakkabımın yanlarını yalamalarını ve suyun tatlı soğukluğunu ayaklarımda hissettim. Su gerçekten de çok güzel ve girince alışıyor insan.

Birinci kilometrenin sonunda vardığım Ostpark’a en sevdiğim girişinden daldım içeri. Çoktan bastıran karanlıkta biraz gözlerime biraz da tecrübelerime güvendim yolumu bulmak için. Birçok karaltı son iki metre kala ifşa ediyordu gerçek kimliğini. Bir de sokakların boşluğuna, erimekten korkup evlerinde kalışlarına güvendim insanların sonarsız bir denizaltı gibi ilerlerken su birikintilerinin üstünde. Göğsümden yükselen sıcak hava dalgaları karşısında buğulanmasını engelleyemediğim gözlüğümü yolun daha çok başında güneş gözlüğü gibi saçlarıma, yalancı boyunluğuma geçirdim. Gözlerim biraz daha bozulduklarını hatırlattı hemen bana. Neyse ki çarpacak pek bir şey yok etrafta.

Kulaklarımda Maceo Plex’in bir remixi tüm baslarıyla inlerken arkaplanda ıslak ve ritmik adımlarımın yeri tokatlayışlarını duyabiliyordum.

Bam bam bam bam, şap şap şap şap. Bam bam şap şap bam bam şap şap.

Yüksek sesli müzikle koşmanın güzel tarafı ne kalp atışını ne de nefesini duyamamak. Doping almak gibi bir nevi, vücudunun kontrol mekanizmalarını görmezden gelmek.

Başımın açık tepesinden yanlara süzülen ve boyunluğumun tuzağına düşüp emilen, alnımdan gözlerime, oradan yanaklarıma damlayan, burnumun ucundan kopup bir yerlere savrulan, yağmurluğumun önünde toplaşıp uyluklarıma akan, kollarımından yenlerime süzülüp yumruk yaptığım parmaklarımın aralarına sızan yağmurun her damlası, hepiniz çok güzeldiniz. Asfalt park yolunun çukurlarında ya da çimenlerin ufak ovalarında birikmiş yağmur damlaları, göletçikleri, su birikintileri, siz de.

Kulaklarımda bir deterjan reklamının sloganı çınlarken kirlenmenin güzelliğini yaşadım, kayıtsızca ıslanırken çamurlara adımlarımı sıçrayarak attım, karanlıkta koşup nereye gittiğimi bilmeden, yağmurdan ve sonraki adımdan başka bir şeyi düşünmeden sadece yağmuru hissettim. Tüm tenimle yağmura dokundum, ayaklarımda yankılanışını dinledim suların, damlaların kirpiklerimden gözlerime akışını, ağaçlardan yere düşüşünü gördüm, bulutlardan düşerken topladığı tüm kokuları kokladım, dilimin ucuna düşen, burnumdan ağzıma akan damlaları damağımla dilimin arasında kaydırdım.

Edebiyat yaptım biraz ama hiçbirini abartmadım. Sadece kocaman bir parkta yağmurla başbaşa kaldım.

Üçüncü kilometre sonunda NRC’deki sanal koçum Almanca yarı yola geldiğimi söyledi ve tebrik etti. Bana kalsa bırakacaktım aslında koşmayı ama Almanca’nın sertliğiyle uyarıldım sanırım ve kendimi toplayıp koşmaya devam ettim. Hep koştuğum yollarda kaybolacağımı sandım karanlıkta. Karaltılarda figürler gördüm, hayaller kurdum. Kocaman şehrin insanları yoktu ortalıkta, oturma odamda dolanırmış gibi koştum. Özgürlüğü hissettim damarlarımda. Kimsecikler yokken dışarıda, hayatı bir tek benim yaşadığımı, dünyanın benim etrafımda döndüğünü zannettim, ben koşmuyormuşum da parkın asfalt yolları ve çamurlu çukurları yılan gibi dolanarak altımdan kayıyormuşçasına.

Parkı ve tüm güzelliklerini arkamda bıraktım, yağmurla eve doğru koşmaya devam ettim. Beşinci kilometremin sonlarına yaklaşırken müzik hala tempomu tutmamı sağlıyordu. Baslarını esirgemeden, tiz ayak seslerime ayak uydurarak.

Binamın önüne gelince yavaşladım, o sırada Alman koçum hedefime ulaştığımı müjdeledi ve müziği kapattım.

Bam bamlar bir anda kesildi. Şap şaplar seyrekleşti.

Kalbim koşmaya devam ederken ayaklarım yürümeye geçti ve binamın önünde durdum. Göğsümden gelen bir sıcak hava dalgası ataletiyle yağmurluğumun önüne çarptı, boynumda bulduğu ilk açıklıkta benden kaçarken ıslak yüzümü yaladı. Sağ cebimden çıkardığım anahtarımı deliğe sokarken farkettim yağmurun yavaşladığını, yarım saat önce bu kapıdan çıkarken hızlanan yağmurun.

--

--