Mahkum

Yağız Basgıcılar
ayın karanlık yüzü
4 min readSep 7, 2020

Camın kenarından akşamdan hazırladığı üniformasını aldı. Her akşam tuvaletinin lavabosunda yıkayıp kuruması için astığı Münih maratonu tişörtü. Tişörtü bir gün çalışırken yerde bulmuştu. İlk o akşam yıkamış, bir daha da sektirmemişti hiç. Haftasonları dahil. Aslında ne koşuya ilgisi vardı ne de ayıracak vakti. Bolca yürüyordu zaten işi gereği. Sporla işi olmadığını göbeği de, çelimsiz duruşu da belli ediyordu. Ama belki en çok da ifadesiz suratı ve boş bakışları. Koşacak değil yaşayacak enerjiyi bile bulmak zordu bu bünyede.

Yüzünü yıkamadan giydiği üniformasının altına da iki şortundan kahverengi olanını geçirdi. Daha çok cebi olduğu için işe giderken bunu giyerdi hep. Alışveriş çantası dolunca ceplerine doldururdu topladıklarını. Bir şişeye su doldurup cebine soktu. Akşama kalma ihtimaline karşı da kapüşonlusunu aldı ve bir pelerin gibi kafasına astı. Arkadan bakınca eğri duran, akli dengesi yerinde olmayan ve bulaşmaya çekinilecek bir silüet çiziyordu ama bu onun umrunda bile olmazdı farkında olsaydı. Aynaya ve arkasına bakmadan odasından çıktı. Evin diğer sakinlerinin salondan gelen gürültü ve sigara dumanlarına takılmadan ve kimseye de bir şey söylemeden kendini sokağa bıraktı.

Metro girişindeki fırından üç simit aldı her sabahki gibi. ‘Üç’ ve ‘simit’ sözcükleri çıktı ağzından. Adında güzelleme geçen her semtin boktan olma kaidesini bozmayan, azınlıkların ve düşük profilli Alman’ların bolca ikamet ettiği semtinin metro durağında kimsenin görmediği bir şeyleri pür dikkat seyrederken kahvaltısını kemirmeye başladı. Elleri ve ağzı istemsiz bir ahenk içinde hamur parçalarını mideye göndermek için çalışırken o bir şeyleri seyrediyordu. Sıcak yatağının, yıllar önce arkada bıraktığı ailesinin, iletişimi çoktan kestiği kardeşlerinin ya da ülkesine dair herhangi bir şeyin hayalini kuruyor olabilirdi o anda. Ama o sadece ölümün hayalini kuruyordu. Yaşı büyüyüp de doğduğu günden uzaklaştıkça doğumundan öncesine özlem duymayı bırakmış, artık daha yakın olan ölümün arzusuyla dolmuştu. Yine de ölmesi bile kolay değildi. Ölmek için çalışması gerekiyordu.

Belki her sabah aynı insanlarla paylaştığı bu metro istasyonunda onu farkeden kimse yoktu. Bir hayaletmişçesine içinden geçiyordu herkes her sabah. O da bunu istiyordu zaten. Ama bu sabah bir adam vardı onu farkeden ve gözlerini kırpmadan izleyen. Onu daha önce iki kez görmüş bir adam. Şehirde, nehir kıyısında. Bundan birkaç hafta önce, yazın başlarında terli yüzü, üstünde üniforması ve elinde yarı dolu şangırtılı bir alışveriş çantasıyla görmüştü onu ilk. Güneşlenen insanların yanına yaklaşıp boş şişelerini topluyordu ve gözü ona takılmıştı. Bir tek o değildi bunu yapan ama o, insan topluluklarına ayarsızca yaklaşıp sanki zorla alıyordu depozitolu şişelerini insanlardan. Sanki şişelerini almıyor, ruhlarından da bir şeyler götürüyordu. Yanına yaklaştığı grupların huzursuzlukları yüzlerinden okunuyordu. Oysa bunlardan habersiz aç bir karıncayiyen gibi bir şişeye uzanırken gözleriyle bir başkasını arıyordu.

Onu izleyen bu adamın dikkatini çeken şey de tişörtü, ifadesiz yüzü ya da şişesini verirken bir türlü denk getiremediği bakışları değil de kayıtsızlığıydı. Dudaklarında belli belirsiz bir mırıltı, yanına geldiğinde verdiği huzursuzluğun tam tersi bir şekilde konduğu yerden hızlıca kaçan bakışları ile tek derdinin şişe bulmak olduğu belliydi. Gerisi umrunda değildi.

Onu ikinci görüşünde birebir aynı kılığından tanımıştı uzaktan. Acaba kendisinden başka onu farkeden, izleyen var mıydı? Ya da tişörtünün her gün kokuşmasını nasıl engellediğini ya da evinde aynı tişörtten kaç tane olduğunu sorgulayan. Bir de hep aynı ifadeyi nasıl takınabiliyordu? Bugün, üçüncü defa aynı kılık içinde görüyordu onu ve aynı sorulara farklı cevaplar verebilmek için biraz daha süzdü onu.

Başta çok şaşırdı burada karşılaşmalarına. Ama aynı şehirde yaşadıklarına göre bir delikte yaşıyor olacaktı elbette o da. Onun şişe toplarken kalabalıktaki yalnızlığını tek farkeden kendisiydi. Biraz önce keşfettiği ortak özellikleriyse ona ayrı bir sempati beslemesine sebep oldu. Bu adamla aynı semtin sakini olmak hoşuna gitmişti. Açıklayamasa da bir yakınlık duymuştu ona. Ama bu, iticiliğinden hiç de bir şey kaybettirmedi gözünde. O hala aynı tişört ve uğursuz suratıyla şişe toplayan adamdı. Şimdi sadece onu gözden kaçırmadan izleme şansı bulmuştu.

Metro geldiğinde bir başka kapıdan girdi ama içeride ona doğru yaklaştı ve oturdu. Şişe toplayan son simidine geçmişti ve sadece kendisinin gördüğü görüntüyü yansıtacak yeni bir yer bulmuştu belli ki. Başından sarkan eşofmanı ile bir anaokulu talebesini andırıyordu. Kavisli raylarında ilerleyen metroya inat hiçbir yere tutunmuyordu. Düşecek gibi oluyor, ani adımlarla dengesini koruyor ve insanları kendisine baktırıyordu. İnsanlar onu deli sanıyordu ama o sadece üstesinden gelebileceği kolay bir mücadelenin keyfini çıkarıyordu.

Birkaç durak sonra metronun kapıları tekrar kapandığında ve metro hareket ettiğinde sivil bilet görevlileri kimliklerini çıkardılar ve kontrole başladılar. Sabahın geç saatlerinde bir katliam yaşandı adeta ve erken öğle yemeğini garantileyen bir performansla vagondaki çürük yumurtaları ayıkladılar. Şaşırtmayan birkaç öğrenci, yakalanınca cep telefonuyla tiyatro oynamaya başlayan bir kadın ve hayal kırıklığı yaratan iki iyi giyimli adamın yanında şişe toplayan da biletsiz yakalanmıştı. Cezaları sırayla kesilirken bakmaya devam etti şişe toplayan uzaklara. Simidini aynı kayıtsızlıkla çiğnemeye devam etti. O kadar umursamazdı ki görme ya da işitme duyusunun birinden yoksun olmalıydı. Bir sonraki durakta metro durup da kapılar açıldığında görevliler onu da dışarı aldı cezası kesileceklerle birlikte.

Onu üçüncü kez gören adam metro yeniden hareket ettiğinde son kez dışarı baktı ve şişe toplayanın ağzına attığı simidinin son parçasını ve uzaklara değişmez bakışını yakaladı. Ceza alacağı hiç umrunda değildi. Herkesin kaçınmak için türlü yalanlar ve bahaneler uydurduğu, şişe toplayarak belki iki günde denkleştiremeyeceği cezanın miktarını düşündü. Bugün evden hiç çıkmasaydı keşke. Onun için üzüldü ve onu bir daha metroda mı yoksa nehir kenarında mı göreceğini düşündü. O bunların düşüncesiyle yoluna devam ederken şişe toplayan uzaklardaki o şeye bakmaya devam ediyordu. Görevli, cezasını yazmak için nihayet yöneldiğinde onun aklında tek bir ceza vardı: hayatı.

--

--