Çığlık

Tuanna
Yazı Rehberi
Published in
5 min readJun 20, 2022
Photo by Giorgio Trovato on Unsplash

Hayatımın en kötü gününe uyandığımı bilmeden yatağımdan kalkar kalkmaz mutfağa indim. Mutfağa girdiğimde annem en tatlı gülüşüyle bana bakıyordu, belki de değerini ancak şimdilerde anlayabildiğimden en tatlı gülüşüydü benim için. Beraber kahvaltı sofrasını hazırlarken babam da bize katıldı. Onu işi yüzünden çok az görebildiğim için pazar sabahlarını çok severdim, şimdikinden farklı olarak.

Her pazar günü gibi bugün de dışarı çıkacaktık. Bu sıradanlaşmıştı artık ama sıradanlıklar çok çabuk birer travmaya dönüşebilirlerdi, değil mi? Ailemle baş başa bir gün geçirmek, sonradan ne kadar özleyeceğimi bilmediğim bir durumdu. Dışarı çıkmaya hazırlanırken her zaman kuşların sesleri eşlik ederdi bana, o gün etmedi. Güneş parlardı gökyüzünde, o gün parlamadı. En azından ben ve ailem için. Arabaya binerken çok acı bir his vardı içimde, çok ama çok acı bir his. Bugünlerde de hala kendime açıklayamadığım, belki de kendimde açıklama cesareti bulamadığım bir histi bu.

Trafikte ilerlerken herkes gibi camdan dışarıyı izlemeyi severdim. O gün de aynı bu şekilde dışarıyı izlerken çok yüksek bir korna sesi yankılandı kulağımda. Kırılan cam sesleri ve çok acı bir çığlık. On beş yıldır içimde yankılanan ve tüm çabalarıma rağmen asla susturamadığım o çığlık. Ve sonrası uzun süreli bir karanlık.

Gözlerimi açtığımda nefes alamaz haldeydim. Her tarafım acıyor, sanki bir milim bile kıpırdasam acıdan ölecekmiş gibi hissediyordum kendimi. Rahatlıkla ve korkmadan oynatabildiğim tek organım gözlerimdi ama bana korkunun en büyüğünü yaşatan da onlardı. O dehşeti o gözlerle görmüştüm. Her gün kabuslarıma giren o sahne, her gözümü kapayışımda kendimi o dehşetin içindeymiş gibi hissediyorum, üzerinden yıllar geçse de.

Neredeyse tüm arabanın etrafı insanlarla sarılıydı, meraklı bakışlar, fısır fısır konuşmalar. Benim hayatımdaki en büyük travma onlar için sadece birkaç kişiye anlatabilecekleri ‘heyecanlı’ bir olaydı. Bir şey hissetseler bile birkaç saat sonrasında hiçbir şey hatırlamayacaklardı bile. Ki doğru olan da buydu, herkesin acısını hissetmeye çalışırsak, içimizde nasıl bir yaşam umudu kalabilirdi ki?

Çok ama çok uzaktan ambulans sireninin sesi geliyordu. Ama bu ses kulağımda çok daha şiddetli bir şekilde yankılanıyordu, aynı birkaç dakika önce duyduğum o keskin çığlık gibi. Her siren sesi içinde acının bir çığlığını saklıyordu adeta. Düşünmeden edemedim: Ne zamandan beri bu kadar acıydı siren sesleri? Ya da siren sesleri kaç kişi için korkuyu temsil ederdi? Kafamdaki düşüncelerden sıyrılmaya çalışarak yavaşça gözlerimi sağa kaydırdım. Annemin babama dehşetle bakan gözlerinden başka hiçbir şey göremedim. Sabah bana masumiyetle, sevgiyle bakan o gözler, şimdi nasıl böyle bir ifadeye bürünebilmişti? İçindeki acının yansıması gözlerinden okunabiliyordu açıkça, ben her ne kadar okumaktan korksam da. Tüm gücümle bağırmaya çalışarak ‘’Anne,’’ dedim. Annem cevap vermedi, sanki tüm her şeyi gözleriyle anlatmaya çalışıyordu bana. Gözleri hala açıktı, babama bakmaya devam ediyordu dehşet verici bir şekilde. Bir daha seslenmeyi denedim. Yine cevap vermedi. Belki de vermeyi denemişti ama verememişti. Belki de tüm söylediklerimi duydu ama cevabını sadece gözünden akan gözyaşıyla verebildi. Gözleri hala açık olduğu için baygın olduğunu sanıyordum, gözlerindeki acıyı görmeyi reddederek bir umut ışığı aramaya çalışıyordum umutsuzca. Aslında gözlerindeki asıl duygunun ölümün esintisi olduğunu birkaç dakika sonra arabadan çıkarıldığımda anlayabilecektim.

Anneme baktıktan sonra gözlerimi yavaşça aşağı doğru indirdim. Camlara bakmak içimden gelmiyordu, istemiyordum bize dehşetle bakan yabancıların yüzlerini görmek, istemiyordum yüzlerindeki acıyı, o alaycı bakışları görmek. Ben sadece annemle babama bir gün tekrar sarılabilmeyi diliyordum içimden, büyük bir umutla.

Herkes sanki içeride bir film çekiliyormuşçasına izliyordu bizleri. Sahi bunlar bir film miydi? Yoksa kana bulanmış bir kabus mu? O an bunların bir film olmasını değil sadece bir kabus olmasını diledim. Hani çok kötü ve gerçekçi bir kabus görürken bunu fark edip fark edip kendinizi uyandırmaya çalışırsınız ya. Kendimi uyandırmaya çalıştım, en azından denedim bunu. Uyanıp yatak odasına koşarak anneme sarılmayı, onun bana ‘’Sadece kötü bir kabustu.’’ demesini diledim ama olmadı. Bu gerçekçi bir kabustan öteydi, gerçeğin ta kendisiydi. On beş yıldır içinden çıkamadığım ve bir türlü uyanamadığım o kabustan o zaman da kurtulamadım. Aksine o kabusu hayatımın her günü tekrar ve tekrar yaşamaya başladım.

Gözlerimi yavaşça aşağı doğru indirdiğimde babamın el frenini kavradığını gördüm. Büyük ihtimalle son dakikada el frenini çekip arabayı durdurmaya çalışmıştı. Ama başaramamıştı, el freni aşağıdaydı. Çekmeye ya gücü ya da zamanı yetmemişti.

Artık saniyeler geçiyor, zaman işliyordu. Zaman geçtikçe siren sesleri daha da yüksek bir sesle kafamın içinde yankılanıyordu, bir ailenin ağıtını anlatıyorlardı. Siren seslerinin ve zihnimin kalabalık sesleri arasında bir cam kırılma sesi daha duydum. Birileri babamın camını kırıp arabanın kilidini açmıştı. Annemi arabadan çıkaran adama uzun uzun baktım, ‘’Bizi bu kabustan kurtar.’’ diye fısıldadım duymasını dileyerek. Ama bu söylediğimi iki ölü ve o adamın arasında yine sadece ben duydum.

Üçümüzü de dışarıya çıkardılar sırayla. İlk önce annemi sonra babamı en son da beni. İlk başta ruhumun ağırlığından bedenimdeki acıyı fark edemesem de hareket ettirildiğimde acıyı iliklerime kadar hissettim. Öyle bir an geldi ki sadece o anlığına felç olmayı bile diledim ama annem ve babamla gurur duyuyordum. Canları çok acıyordu, bundan emindim ama üzülmemem için bağırmıyorlardı. Gerçeği sağlık görevlisiyle göz göze geldikten sonra anladım. Arabadan çıkarıldığımda yerde iki ceset vardı. Sırtları bana dönüktü. Çok tanıdıklardı. Acaba kimdi onlar? Çocukları var mıydı? Ya da sevdikleri? Birdenbire nedensizce arabada olan tüm olaylar zihnimde tekrar canlanmaya başladı. Durduramıyordum zihnimdeki düşünceleri sanki beynimin ve vücudumun her hücresini ele geçirmişlerdi o düşünceler. Düşünceden fazlasıydılar artık, birer sanrıydılar adeta. İstemsizce titremeye ve çığlık atmaya başladım. Duyduğum ilk ve son şey şuydu: ‘’Bilinci açıldı.’’ Bilinci açılan kişi bendim. O kişi bendim. Ailesini kaybeden o acınacak kız, bendim.

Bilincimin hiç açılmasını istemezdim o anda. Hatta en başından beri gözlerimi hiç aralamamayı tercih ederdim. Belki o zaman annemin ve babamın gözlerimin önünde ölüşünü görmezdim, belki de o zaman son on beş yıldır yaşadığım çoğu psikolojik sorunu yaşamazdım.

Gözlerimi hastanede her tarafım sargılı bir biçimde açtım. Bilincim açıldıktan sonra kendimi kontrol edemediğim için sakinleştirici almış olmam gerek ki felaket bir durumdaydım. Sadece bedenim değil zihnim de uyuşmuştu tüm yaşadıklarımın etkisiyle. Gözlerim umutsuzca birilerini aradı soğuk hastane odasında. İlk adımlarıma tanık olan birilerini aradı gözlerim kesilmiş bacaklarıma bakarken. En komik olmayan şakalarıma bile kahkahalarla gülenleri aradı gözlerim ruhumun hissizliğinde. Bu arayış sonrası bir şeyi fark ettim kendimde, ruhum da onlarla beraber ayrılmıştı bu diyardan. Peki ya sonrası? Sonrası ise on beş yıllık acı dolu bir hikaye.

--

--